EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FETİH SURESİ 29. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun
29- Muhammed, Allah’ın Rasulü’dür. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu,(52) kendi aralarında ise merhametlidirler.(53) Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir.(54) İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur; (55) İncil’deki vasıfları ise:(56) Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken semizleyip-kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin de hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.(57)
AÇIKLAMA
52. “Eşiddau ale’l-kuffar”; Arapça’da “Fulanun şedidun aleyhi” (filan kişi onun aleyhine şiddetlidir) yani, onu alt etmesi, kendi isteğine baş eğdirmesi kendisini zorlar manasına denilir. Kafirlere karşı Peygamber’in ashabının sert olması, onların kafirlere karşı haşin ve katı davranmaları demek değil, imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, hayat düzenlerinin olgunluğu ve imanlarından gelen ileri görüşlülüklerinin şaşmazlığı sebebiyle kafirler karşısında granit bir kaya gibi sağlam durmaları demektir. Kafirlerin istedikleri gibi çevirebilecekleri, şahsiyet tanımayan varlıklar değillerdir onlar. Müşriklerin dişleri arasında rahatça çiğneyip eritecekleri yumuşak bir yem değildir onlar. Onlar korku ile sindirilemezler. Onlar bir takım ihtiraslarla satın alınamazlar.
Hz. Peygamber’in (s.a.) yoluna baş koymuş bu mü’minleri o yüce davalarından döndürmeye kafirlerin gücü yetmeyecektir.
53. Yani onların tüm sertlikleri İslam düşmanları içindir, mü’minler için değil; onlar mü’minlere karşı merhametli, şefkatli, yumuşak, nazik ve dertlerini paylaşan gönülden dostlardır. Gaye ve temel inançların bir oluşu onların içinde birbirlerine karşı sevgi, dostluk ve tam bir uyumluluk meydana getirmiştir.
54. Burada anlatılmak istenen namaz kılanların alınlarında secde yapmaktan dolayı meydana gelen yuvarlak iz değildir. Burada kastedilen mana Allah’a baş eğme sonucu insanda fıtri olarak medana gelen ruh yüceliği, ahlak güzelliği, vakar ve takva gibi insan çehresinde kendisini gösteren hasletlerdir.
İnsan çehresi yani siması sayfalarında insanın ruh dünyasının ve nefis aleminin rahatlıkla okunduğu bir kitaptır. Gururlu bir insanın siması, mütevazi ve alçak gönüllü bir insanın simasından farklıdır. Ahlaksız bir adamın çehresi ile, iyi niyetli ve temiz ahlaklı bir adamın çehresinin farkı hemen belli olur. Serseri ve edepsiz bir adamın yüzü ile munis, haysiyetli ve iffetli bir insanın yüzü arasında açık fark görülür.
Allah buyruğunun özü, bize şunu gösteriyor; Hz. Muhammed’in (s.a.) bu sahabileri ve beraberindekiler öyle kimselerdir ki, çehrelerinde takva nurunun parlamasından dolayı görenler onları insanların en hayırlıları ve mahlukatın en iyileri olduklarını derhal sezer ve kabul ederler. Bunun bir örneğini İmam Malik bize şöyle anlatıyor; Sahabiler ordusu Suriye topraklarına girdiğinde bölgenin hıristiyanları bunlar için “Hz. İsa’nın Havarileri hakkında duyduğumuz o yüce meziyetleri ve üstün değerleri taşıyan insanlar” demişlerdi.
55. Galiba bu, Kitab-ı Mukaddes’in, Tesniye 33. bölüm 2. ve 3. ayetlerine işaret etmektedir. Bu ayetlerde Peygamber’in (s.a) geleceği anlatılarak, Sahabileri hakkında “Mübarek insanlar” tabiri kullanılmaktadır.
Bundan başka Tevrat’ta Hz. Peygamber’in (s.a) niteliğini açıklayan ayetler var idiyse de bugünkü değiştirilmiş (muharref) Tevrat’ta görülmemektedir.
56. Bu misal verme ve niteleme, Hz. İsa’nın (s.a) bir vaazında açıklanmıştır. Bu da, İncil’in Yeni Ahid bölümünde şöyle nakledilmiştir: “Ve dedi: Allah’ın Melekutu böyledir, yere tohum saçan bir adam gibidir, gece gündüz uyuyup kalkar, tohum ekilir ve büyür, nasıl o bilmez. Toprak kendiliğinden otu, sonra başağı, sonra başakta dolu daneyi verir.
Mahsulun olduğunu sanan hemen biçer, çünkü hasat vakti gelmiştir… O hardal danesi gibidir ki, toprağa ekilirken her ne kadar yer üzerinde olan bütün tohumlardan daha küçük ise de, ekildikten sonra büyür ve bütün sebzelerden daha büyük olur. Büyük dallar salar; öyle ki gökten göğün kuşları onun gölgesi altında yerleşebilirler” (Markos, bab: 4, ayet: 26-32, Matta bab: 3, ayet: 31-32.)
57. Bazıları bu ayette geçen “minhum” ifadesindeki “min” zamirini sahabeden bir kısmına işaret olarak almışlardır. O zaman şu mana ortaya çıkar, “Onlardan iman edip, iyi ameller işleyenlere Allah, büyük mükafat verip bağışlayacağını va’d etmiştir.” Bu tarz bir anlayıştan dolayı o malum kişiler Sahabe-i Kiram-ı karalamaya, atıp tutmaya fırsat bulmaktadırlar ve bu ayeti ileri sürerek Sahabiler içinde pek çoğunun mü’min ve salih kişiler olmadığını iddia etmektedirler. Fakat bu ayetin böyle tefsir edilmesi, 4, 5, 18, ve 26. ayetlere tamamen ters düşmektedir. Hatta aynı ayetin başlangıç kısmına bile aykırıdır. 3 ve 4. ayetlerde Allah, Hudeybiye’de Hz. Peygamber (s.a) ile beraber olan bütün sahabenin kalbine sükunet ve hayır indiğini ve imanlarında artış meydana geldiğini beyan etmekte ve istisnasız hepsinin cennete gireceklerini müjdelemektedir. 18. ayette Allah, ağacın altında Peygamber’e (s.a) biat edenlerin hepsinden memnun ve razı olduğunu açıklamaktadır. 26. ayette ise Peygamber’in (s.a) dostları, bütün arkadaşları hakkında “mü’minler” kelimesi kullanılmaktadır. Onlara sükunet ve huzur indirildiğini haber vermektedir. Ve bu insanların takvada herkesten ileri olduklarını buyurmaktadır. Burada, “Onlardan sadece mü’min olanlar hakkında haber verilmektedir” gibi bir anlam yoktur. Nitekim bizzat ayetin baş tarafında yapılan tarif ve övülme Peygamber’in (s.a) yanında olan sahabenin hepsi için yapılmıştı. Kelimeler ve ifadeler, “Seninle beraber olan o kimselerin hepsi şöyle şöyledir” şeklindedir. Böyle bir ifadenin ardından nasıl olur da ayetin sonuna doğru “Onlardan bir kısmı mü’min ve salih kimselerdi bir kısmı değildi” anlamı çıkabilir. Hâşâ Allah böyle çelişkili ve tutarsız bir ifadeyi nasıl kullanabilir. Bu bakımdan burada “min” kelimesini oradaki sahabenin bir kısmına işaret manasında anlamak, ayetin ahengine aykırıdır. Aslında burada “min”, beyan, açıklama, açıklık kazandırma manasındadır. “Fectenibu’r-Ricse min’el-Evsan” (putların pisliklerinden sakının) ibaresinde “min” bir kısmına işaret değil, mutlak surette beyan manasındadır. Yoksa ayet şu manaya gelirdi: “Putların temiz olmayanlarından sakının.” Arkasından da bir kısım putların temiz olduğu ve tapınılmasında bir sakınca olmayacağı sonucuna varılırdı.
FETİH SURESİNİN SONU