EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FUSSİLET SURESİ 36. VE 38. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
36- Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın.(40) Çünkü O, işitendir, bilendir?(41)
37- Allah’ın ayetlerindendir(42) gece, gündüz, güneş ve ay.(43) Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Allah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O’na ibadet edecekseniz.(44)
38- Şayet onlar büyüklenecek olurlarsa,(45) Rabbinin katında bulunanlar, O’nu gece ve gündüz tesbih ederler ve onlar bıkkınlık duymazlar.(46)
AÇIKLAMA
40. Hak ve Batıl mücadeleye giriştiği zaman, mü’minler kötülüğe karşı iyilikle cevap verirler. Böyle bir durumda şeytan kahrolur. Çünkü şeytan, mü’minler ve özellikle liderleri durumunda olanlar bir yanlış davranışta bulunsa da, haklarında delil olarak kullansam, diye düşünür. Böylelikle “Hata bir tarafta değil her iki tarafta da var.” “Gerçi bir tarafta alçaklık edenler var ama mü’minler de pek yüce ahlâka sahip değiller. Çünkü şu yanlış hareketi de onlar yapmıştır,” gibi ithamlarda bulunabileceklerdi. Genellikle halk ince eleyen sık dokuyan bir yargıyla hareket etmez. Dolayısıyla mü’minler büyük bir haksızlığa karşı, biraz ölçüsüz cevap verseler dahi, şeytan, Hakk’ın karşısında önemli bir propaganda malzemesi edinmiş olur.
Ancak mü’minler zulme göğüs gerer, ona karşı şeref, doğruluk ve dürüstlüklerini korumayı başarabilirlerse, işte o zaman halk onların bu davranışlarının etkisi altında kalır. Fakat kendilerinden ölçüsüz bir davranış sadır olduğu takdirde, büyük bir zulme karşılık vermiş olsalar bile, halkın gözünde her iki grup da eşit mütalâe edilir, ve gözden düşerler. Bunun yanısıra kafirler de müslümanların bir sövmesine karşın, bin kez sövmek için bahane elde etmiş olurlar. Bu nedenlerden ötürü mü’minler “Şeytanın tuzağına düşmeyin” şeklinde uyarılmıştır. Çünkü o sizleri, “Bu haksızlığı kabul etmeyin, ve siz de aynı şekilde karşılık verin. Şayet böyle yapmazsanız sizlere korkak derler ve dolayısıyla itibarınız sarsılır” diye kışkırtır. İşte böylesine kızgın ve öfkeli olduğunuz hallerde, bu sözlerin şeytanın bir kışkırtması olduğunu anlamalısınız. O sizi, belki yanlış bir davranışta bulunursunuz diye kışkırtmaktadır. Sakın onun kışkırtmalarına uymayın ve uymayınca da “Nefsimize hakim olduk” şeklinde bir zanna kapılmayın. Böyle davranmaktan Allah’a sığının. O Allah ki, size yardım etti ve şefkati ve rahmeti dolayısıyla yanılgıya düşmekten kurtulabildiniz.
Bu hususun en güzel tefsiri, Müsned-i Ahmed’de Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadistir: “Bir gün bir şahıs, Rasulüllah’ın da (s.a) içinde bulunduğu meclise geldi ve Hz. Ebu Bekir’e sürekli sövmeye başladı. Hz. Ebu Bekir (r.a) sürekli dinliyor ve cevap vermiyordu. Bu esnada Rasulüllah da tebessüm ediyordu. Fakat sonunda Hz. Ebu Bekir’in (r.a) sabrı taşarak sert bir karşılık verince, Rasulüllah’ın çehresi hemen değişiverdi ve kalkarak oradan ayrıldı. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Rasulullah’ı takip ederek, ona yolda “Niçin o bana söverken sessiz durup, tebessüm ediyordunuz da, ben ona karşılık verince kızdınız?” diye sordu. Rasulullah şöyle cevap verdi: “Sen, sessiz durduğun sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen ağzını açtığında, yanına şeytan geldi. Bense şeytanın olduğu yerde bulunmam.”
41. Mü’minlerin kalbleri, düşmanların gösterdiği şiddet karşısında, “Allah’ın hiçbir şeyden habersiz olmadığı” inancıyla sükunet bulur. “O, bizim yaptıklarımızdan da düşmanlarımızın yaptıklarından da haberdardır. Her iki tarafın da nasıl davrandığını iyi bilmektedir.” İşte mü’minler bu idrak içinde, kendilerinin ve düşmanlarının amellerini Allah’a havale ederler.
Rasulüllah’a (s.a) ve mü’minlere, dinin tebliği ve insanların islah olmasıyla ilgili hikmet hakkında, bununla birlikte beşinci kez ders verilmektedir. Daha önceki dört ders hakkında izah için bkz. A’raf an: 149-153, Nahl an: 122-123, Müminun an: 89-90, Ankebut an: 81-82
42. Şimdi hitab halka çevrilerek, hakikat onlara birkaç cümle ile anlatılıyor.
43. Yani, tüm bunlar Allah’ın birliğine delillerdir ve sizler onlara ibadet edesiniz diye Allah onların içinde tecelli etmemiştir. Allah onları yaratmıştır ve onlar Allah’ın sadece birer mahlukudur. Şayet sizler, O’nun yarattığı bu ayetleri düşünecek olursanız, Hz. Peygamber’in (s.a) tebliğ ettiği tevhidi mesajın gerçekliğini idrak edebilirsiniz. Burada güneş, ay, gece ve gündüz zikredilmek suretiyle, işte bu gerçekliğe dikkat çekilmiştir. Güneşin batması, ayın doğması, gündüzleyin güneşin doğup ayın batması, tüm bunların hepsi, Allah’ın koyduğu bir nizama bağlı olduklarını göstermektedir. Yine salt kendi başına bu hakikat, onların Allah’ın mahlukatı olduklarını ispatlamaktadır.
44. İçinde bulundukları şirki, mantık ve felsefe yoluyla meşrulaştırmaya çalışan bazı müşriklere bir cevaptır bu. Onlar, “Biz Allah’tan başkasına tapmayız. Başkalarına secde etmek sadece bir vesiledir. Biz onlara secde ediyorsak da, aslında Allah’a secde etmiş oluyoruz” derler. Buna karşın onlara şöyle bir cevap veriliyor: “Gerçekten Allah’a ibadet ediyorsanız, niçin bu vasıtalara gerek duyuyor ve doğrudan doğruya Allah’a ibadet etmiyorsunuz?”
45. Burada, “Bu cahiller, tekebbürleri dolayısıyla, sana tabi olurlarsa küçüleceklerini sanıyorlar ve bu yüzden cahilliklerinde ısrar ediyorlar,” denmek isteniyor.
46. Yani, tüm kainat nizamı, Allah’ın emri altında bulunan melekler tarafından idare olunmaktadır ve bu, Allah’ın birliğinin bir göstergesidir. Melekler, Allah’ın hükümranlığına hiç kimsenin ortak olamayacağını ve tek ma’budun O olduğunu ispat etmektedirler. Buna dayalı olarak kainatı ve onun içinde bulunan herşeyi yaratanın sadece Allah olduğu ispatlanmıştır. Dolayısıyla bu gerçeği anlamamakta ısrar eden bazı ahmaklarla hâlâ uğraşmaya değmez.
Bu makama secde edilmesi gerektiğinde ittifak hasıl olmuştur. Ancak müfessirler, hangi ayet üzerinde secde edileceği hakkında ayrılığa düşmüşlerdir. Hz. Ali (r.a) ve İbn Mes’ud (r.a) “Eğer O’na kulluk ediyorsanız” ifadesi geçtiğinde secde edilmesi gerektiğini öne sürmektedir. İmam Malik de aynı görüşü benimsemiştir. Ve İmam Şafii’den de bu hususu teyid eden bir rivayet nakledilmiştir. İbn Abbas, İbn Ömer, Said b. Müseyyeb, Mesruk, Katade, Hasan Basri, Ebu Abdurrahman Es-Sülemi, İbn Sirin, İbrahim Nehai ve daha birçok kimse, “Onlar hiç usanmazlar” ifadesi tilavet edildiği esnada secde edilmesi kanaatine sahiptirler. İmam Ebu Hanife ve Şafiiler de bu görüştedirler.