EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FUSSİLET SURESİ 6. VE 11. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
6- De ki: “Ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim.(5) Bana yalnızca, sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor.(6) Öyleyse O’na yönelin (7) ve O’ndan mağfiret dileyin.(8) Vay haline o müşriklerin.”
7- Ki onlar, zekâtı vermeyenler(9) ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.
8- Gerçek şu ki, iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için kesintisi olmayan bir ecir vardır.(10)
9- De ki: “Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
10- Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı(11) ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları(12) dört günde(13) takdir etti.
11- Sonra, kendisi duman(14) halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” İkisi de: “İsteyerek (itaat ederek) geldik” dediler.(15)
AÇIKLAMA
5. Yani, ben kalblerinize nüfuz edemem ve size zorlamada bulunarak tebliğ yapamam. Ben, ancak bir insanım ve sadece dinlemek isteyen kimselere anlatabilirim.
6. Sizler, kendi kendinize kalblerinizi kilitlemek, kulaklarınızı kapamak istiyorsunuz. Fakat hepinizi yaratanın Allah olduğu ve sizlerin de O’nun kulları olduğunuz gerçeği asla değişmez. Bu Kur’an bir felsefe eseri değil ki, doğru ya da yanlış olma ihtimali bulunsun. O, Allah tarafından vahyolunan kesin bir gerçektir.
7. Yani, Allah’dan başka hiç kimseyi ilah yerine koymayın, ibadet etmeyin, birşeyler ümid ederek yalvarmayın, boyun eğmeyin ve yine Allah’tan başkasının koyduğu kurallara, kanunlara, örf ve adetlere itaat etmeyin.
8. Yani, şimdiye kadar işlediğiniz günahlar dolayısıyla af dileyin ve daha önce işlediğiniz şirk, küfür, isyan için tevbe edin.
9. Burada geçen “zekat” kelimesi hakkında müfessirler ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas, İkrime ve Mücahid’in görüşüne göre, buradaki “zekat” ifadesi, tevhid inancı ve Allah’a itaat ile hasıl olan nefsin temizlenmesine işaret etmektedir. Katade, Süddi, Hasan Basri, Dahhak, Mukatil ve İbn Sahib gibi müfessirlere göreyse, burada, “zekat” ile malın zekatı kastolunmaktadır. Bu görüşe göre ayetin anlamı şu şekilde olur: “Yazıklar olsun onlara ki, Allah’a ortak koşarlar ve mallarının zekatını vermeyerek, kulların haklarına mani olurlar.”
10. Bu ifade iki anlama gelir: 1) Kendisinde hiçbir eksiklik olmayan ecir, mükafat vardır. 2) Bu, verdiklerini lütuf sananlarınki gibi bir mükafat olmayacaktır.
11. “Arzın bereketleri” ile, milyonlarca yıldan beri en küçük canlıdan insana değin her mahlukun faydalandığı bitmez tükenmez kaynaklar kastolunuyor. Bu bereketlerin en önemlisi bitkilerin, hayvanların ve insanların hayatlarının sürmesini mümkün kılan “su” ve “hava”dır.
12. Bu ayetin anlamı konusunda müfessirler birçok görüş ileri sürmüşlerdir.
Bazı müfessirler, “Arayıp soranlar için gıdalarını dört günde takdir etti” ayetini, “Ne az, ne de çok, tam dört günde takdir etti” şeklinde anlamışlardır.
İbn Abbas, Katade ve Süddi, bu ayeti, “Arayıp, soranlara, ‘dört gün’ diye cevap verilmiştir.” şeklinde anlamışlardır. Yani bir kimse, bu işin kaç günde tamamlandığını sorarsa, en iyi cevap, “dört günde” diye karşılık vermektir.
İbn Zeyd ise, bu ayeti şöyle yorumlamıştır. “Yeryüzünde rızık arayanların ihtiyaçları, dört gün içinde takdir edilmiştir.”
Dil açısından bu üç görüş de kabul edilebilir niteliktedir. Ancak ilk iki görüş, bize göre kabul edilebilir bir özellik ihtiva etmektedir. Çünkü bu iş dört günden bir saat eksik veya fazla ya da tam dört günde olmuş olabilir. O halde Allah’ın kudret ve kuvvetinde, hikmet ve beyanında, bizim tamamlayacağımız bir noksanlık mı sözkonusudur? Ayrıca “Soranlara ‘dört gün’ şeklinde cevap verilmiştir.” görüşü de müphemdir. Çünkü ayetin siyak ve sibakından anlaşıldığına göre bir kimsenin bu işin kaç günde tamamlandığını sorduğu da sözkonusu değildir. O halde bu ayette, niçin böyle bir cevap verilmiş olsun? İşte bu nedenlerden ötürü biz üçüncü görüşü tercih ettik. Ben bu ayeti şöyle anlıyorum: “Allah Teâlâ, bu kainatın başlangıcından sonuna, yani kıyamete kadar tüm ihtiyaçlarını yaratmış, onlar için her türlü imkanı sağlamıştır. Çeşitli bitkiler için toprak, su vs. yaratırken, her cins ve çeşit mahluk için de diğer gıdaları varetmiştir. Tüm bunların dışında da apayrı bir varlık olarak insanı yaratmış ve onun sadece bedensel niteliklerini değiştirmekle kalmayan, ayrıca lezzet almasını da sağlayan gıdalar halk etmiştir. Allah’tan başka kim, kainat içerisinde ne kadar ve ne çeşit mahluk bulunduğunu, nerede ve kaç zamandır yaşamakta olduğunu, hayatlarını sürdürebilmek için ne kadar gıdaya ihtiyaç duyduklarını bilebilir? Allah bu kainatı nasıl yaratmış ve bir plana göre düzenlemişse, onun varlığını idame ettirebilmesi için de her canlının gerekli olan ihityaçlarını (yemek, içmek vs.) yaratmıştır.”
Bazı kimseler, yeni bir Marksist İslâm (Kur’an’ın Rububiyyet Nizamı) anlayışı öne sürmektedirler. Bunlar “Sevâen li’s-Sâilin” ifadesini “Dileyenlere eşit olarak” şeklinde anlamakta ve şöyle deliller getirmektedirler: “Allah herkes için eşit miktarda gıda yaratmıştır. Dolayısıyla herkese karne ile eşit miktarda gıda vermenin mümkün olduğu bir devlet nizamı kurulmalıdır. Çünkü özel mülkiyetin sözkonusu olduğu toplumda Kur’an’ın öngördüğü hayat tarzı gerçekleştirilemez” Bu gafiller, Kur’an’ı kendi hevaları doğrultusunda suistimal etmeye çalışırlarken “sailin” kelimesinin sadece insanların değil, tüm canlıların gıda ihtiyaçları için kullanıldığını unutmuşlardır. Gerçekten de, Allah, mahlukatın her kesimi için eşit miktarda gıda tayin etmiştir diyebilir miyiz? Sizler, bu kainat içerisinde gıdaların eşit bir şekilde taksim olunduğunu görüyor musunuz? Nitekim kâinat içerisinde bu anlamda bir eşitlik sözkonusu değildir. Haşa Allah Teâlâ, kendi kitabına aykırı mı hareket etmiştir? Ayrıca eşitlik davasını öne süren bu kimseler, insanların beslemekle mükellef oldukları hayvanlara (koyun, keçi, inek, at katır, deve vs.) Rabbani düzen kurulduğu takdirde eşit miktarda mı yiyecek verecekler?
13. Bu bölümde müfessirler bir güçlük ile karşı karşıya kalmışlardır. Yani, Allah yeryüzünü iki günde yaratmış, dağları yerleştirmiş ve bereketli gıdaları dört günde meydana getirmiştir. İleride gökyüzünün de iki günde yaratılmış olduğunun belirtilmesiyle birlikte, hepsi toplam olarak 8 gün eder. Oysa Allah, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde, kainatı 6 günde yarattığını bildirmiştir. Bu nedenden ötürü müfessirler yeryüzünün yaratıldığı müddet olarak zikredilen 2 günü, 4 günün içinde kabul ederler ve böylece, gıdaların takdiri ile birlikte hepsi toplam 4 gün olur. Fakat bu işlem Kur’an’ın açık beyanına uymayacağı için, böyle bir tevil anlamsız olacaktır. Çünkü yeryüzünün 2 günde yaratılış hadisesi, kainatın yaratılışından ayrı değildir. Sonra gelen ayeti dikkatle okursak eğer, yeryüzü ve gökyüzünün birlikte zikredildiğini görürüz: “Sonra Allah göğe yöneldi.” Nitekim kainattaki 7 gök içinde, bizim dünyamız da vardır. Bu kainatın, yeryüzünün, gökyüzünün, yıldızların, gezegenlerin vs.’nin yaratılışı tamamlandıktan sonra Allah, canlıların ihtiyaçlarını yaratmış ve bu iş 4 günde tamamlanmıştır. Diğer yıldız ve gezegenlerin ne şekilde yaratıldıkları zikredilmemiştir. Çünkü insanoğlunun ilmi, değil o zaman, bugün dahi onları anlayacak yeterlilik arzetmemektedir.
14. Burada üç hususun izah edilmesi gerekmektedir.
a) “Gök” ifadesi ile tüm kainat kastolunmaktadır.
b) “Duman” ifadesi, bugünkü ilim adamlarının da kabul ettikleri gibi, kainatın şekillenmesinden önceki maddeye tekabül eder.
c) “Göğe yöneldi” ifadesini, yeryüzünün gökyüzünden önce yaratıldığı, daha sonra dağların yerleştirildiği ve bereketli gıdaların takdir edildiği şeklinde kabul etmek doğru değildir. Şu ayet sözkonusu anlayışı düzeltir: “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve arza, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. “İsteyerek geldik” dediler.” Bu emir verilmeden önce, yeryüzü ve gökyüzü teşekkül etmemiştir. Yani kainatın yaratılışı daha yeni başlamaktadır. Sadece “Sümme” (sonra) kelimesi, yeryüzünden sonra gökyüzünün yaratıldığına delil teşkil edemez. Nitekim Kur’an’da bu kelimenin “tertibi zaman” için olmayıp, “tertibi beyan” için kullanıldığına dair birçok örnek vardır. (Bkz. Zümer an: 12)
Yeryüzü ve gökyüzünden hepsinin, daha önce yaratılmış olduğu tartışması, kadim müfessirlerden bu yana sürüp gitmektedir. Bir grup, Bakara Suresi’nin 29. ayetine dayanarak, yeryüzünün önce yaratıldığını öne sürerken, diğer bir grup, Naziat Suresi’nin 27-33. ayetlerini delil kabul edip, gökyüzünün yeryüzünden önce yaratıldığını savunurlar.
Çünkü bu ayetlerde gökyüzü yeryüzünden önce zikredilmiştir. Fakat Kur’an’ın, bir tabiat ilimleri kitabı olmadığı ve bundan dolayı inzal edilmediği de bir gerçektir. Bu kitab insanları tevhid ve ahiret akidesine davet ederken, tabiatın sayısız gizliliklerine dikkat çeker ve kainatın, yeryüzü ve gökyüzünün yaratılışını düşünmeye çağırır. Dolayısıyla burada tertibi zamanın hiçbir önemi yoktur. Allah Teâlâ bunu, sadece birliğine bir delil olmak üzere öne sürmüştür. Hangisinin önce veya sonra yaratıldığı ise hiç önemli değildir. Ancak bunların eğlence olsun diye değil, ciddi bir maksat için yaratıldıkları vurgulanmıştır. İşte bu yüzden de Kur’an’da, bazı yerlerde yeryüzü, bazı yerlerde ise gökyüzü önce zikredilir. Allah Teâlâ, insanların dikkatini, yeryüzünün nimetlerine çekmek istediği zaman yeryüzünü önce zikretmektedir, çünkü insan yeryüzüne daha yakındır. Allah’ın yücelik ve kudretine dikkat çekilecek ise, bu sefer genellikle gökyüzü önce zikredilir. Çünkü gökyüzünün manzarası, insanoğlunu her zaman hayretler içinde bırakmıştır.
15. Burada kainatın yaratılışı anlatılırken, böyle bir üslup kullanmak suretiyle Allah’ın yaratışı ile insanın bir şeyi meydana getirişi arasındaki fark vurgulanmıştır. İnsan bir şeyi meydana getirmek istediğinde, zihninde bir plan kurar ve gereken malzemeyi hazırladıktan sonra da o malzemeyi zihninde kurduğu plan çerçevesinde şekillendirmeye çalışır. İnsan bazen elindeki malzemeyi istediği şekle sokar ve madde üzerinde hakimiyet kurmuş olur. Bazen de sözkonusu malzeme, insanın istediği şekle girmeyip, bu sefer madde galip gelmiş olur. Bir örnek vererek meseleyi anlamaya çalışalım: Bir terzinin, zihninde bir elbise dikmeyi tasarladığını ve elindeki kumaşa bir şekil vermeyi istediğini varsayalım. Bazen terzi, kumaşı kendi istediğine göre keser ve dikmeye başlar, bazen de kumaş onun tasarladığı şekle uymaz. Şimdi de Allah’ın bildirdiğine göre kainatı nasıl yaratmış olduğunu bir düşünelim: Kainatın maddesi önce duman şeklindedir. Allah ona şekil vererek, kainatı yaratmayı istediğinde insanlar gibi oturup yeryüzünü nereye koyacağını, Ay’ın nerede duracağını ve yıldızların nasıl asılacağını düşünerek bir plan yapmadı. O sadece “Bu şekle girin” diye emretti. Kainatın malzemesi olan duman da, böylece kendi kendine şekil almış oldu. Bu malzemelerin, Allah’a karşı direnme gücü olmadığı gibi Allah’ın da onlara şekil vermek için yorulmaya ihtiyacı yoktur. O “ol” der ve hemen “oluverir”. Dolayısıyla içinde yaşadığımız yeryüzü iki günde meydana gelmiştir.
Allah’ın, bir şeyi, olmasını irade ettiğinde “ol” demesi, ve onunda hemen “oluvermesi” ile ilgili halketmedeki hususiyletleri Kur’an’ın birçok yerinde zikredilmiştir. Bkz. Bakara an: 115, Al-i İmran an: 44-55, Nahl an: 35-36, Meryem an: 24, ve Yasin: 82, Mümin: 68