EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FUSSİLET SURESİ GİRİŞ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
041 – FUSSİLET SURESİ
GİRİŞ
Adı: Bu surenin adı “Hamim” ve “Secde” olmak üzere iki kelimeden mürekkebtir. Sure, “Hamim” ile başladı ve bir yerinde “Secde ” ayeti geçtiği için “Hamimsecde” adını almıştır <Üstad Mevdudi, Pakistan’da sure, “Hamimsecde” adıyla bilindiği için bu kavli tercih etmiştir. Ancak Türkiye’deki Kur’an, Mushaf ve Meallerde, sure “Fussilet” adıyla bilindiği için ve üçüncü ayetinden dolayı böyle anıldığı için biz, bu ismi koymayı uygun gördük. Bu sure ayrıca Secde, Mesabih ve Akât isimleriyle de anılır. (Çev.) >
Nüzul Zamanı: Bu sure, muteber rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Hamza’nın (r.a) müslüman olduktan sonra ve Hz. Ömer (r.a) müslüman olmadan önceki zaman diliminde nazil olmuştur. Nitekim kadim siyer tarihçilerinden İbn İshak, meşhur tâbi Muhammed b. Ka’b Kurzi’den, surenin nüzul zamanı ile ilgili şunları naklediyor: “Kureyş’in ileri gelenleri, bir defasında Mescid-i Haram’da oturmuş sohbet ediyorlardı. Aynı zamanda Hz. Peygamber de (s.a) bir köşede yalnız başına oturuyordu. O dönemde Hz. Hamza müslüman olmuştu ve Kureyş’in ileri gelenleri İslâm’ın yayılışından tedirginlik duyuyorlardı. Utbe b. Rebia (Ebu Süfyan’ın kayınpederi) Rasulüllah’ı (s.a) bir köşede yalnız başına oturuyor görünce, yanındaki Kureyş’in ileri gelenlerine dönerek “Müsade ederseniz şayet, gidip Muhammed’le konuşayım ve ona bazı tekliflerde bulunayım.
Bu şartları kabul ettiği takdirde barış mümkün olur ve belki bize muhalefet etmekten vazgeçer” dedi. Kureyş’in ileri gelenleri onun bu teklifini ittifakla kabul edince, o da gidip Rasulüllah’ın yanına oturdu ve sözüne “Ey yeğenim” diye başladı. “Sen kendinin soy ve sülale bakımından ne kadar asil olduğunu biliyorsun. Fakat buna rağmen kavmine musibet getirdin, topluluk içinde ayrılık çıkardın. Üstelik kendi kavmini aptal kabul edyor, onun dinini ve ilahlarını kötülüyor ve bizim atalarımızın kafir olduğu iddiasında bulunuyorsun. Şimdi beni iyi dinle, çünkü sana bazı tekliflerde bulunacağım.” Rasulüllah (s.a) , “Konuş ya Ebu’l-Velid! Seni dinliyorum” dedi. Utbe, “Ey yeğenim, giriştiğin bu işten maksadın zengin olmaksa, hepimizden daha zengin olacağın kadar sana mal verelim. Yok eğer gayen büyüklük ve liderlikse, senin iznini almadan, hiçbir iş yapmaz ve seni kendimize lider seçeriz. Şayet seni bir hastalık ya da cin rahatsız ediyorsa, aramızda para toplayıp çok iyi bir tabib bulalım ve seni tedavi ettirelim” diye konuşurken Hz. Peygamber (s.a) dikkatle ve sessizce onu dinledi, sonra şöyle dedi: “Ey Ebu’l-Velid, söyleyeceklerin bitti mi?” Utbe “Evet” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasulüllah, “Şimdi sen beni dinle” dedi ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek Fussilet Suresi’ni okumaya başladı. Utbe arkasına yaslanmış bir halde dinliyordu. Hz. Peygamber (s.a.) 38. ayeti okuduktan sonra secde etti ve “Ey Ebu’l Velid” dedi, “Cevabını aldın, artık gerisini sen bilirsin.” Utbe Rasulüllah’ın (s.a) yanından kalktığında, uzaktan onu görenler “Vallahi Utbe’nin rengi değişti” dediler. Yanlarına gittiğinde ise, “Sana ne söyledi anlat bize” deyince Utbe, “Allah’a yemin ederim ki, daha önce böyle bir söz işitmiş değilim. Vallahi bu şiir değil, sihir değil ve kehanet değildir. Ey Kureyş’in ileri gelenleri! Beni dinleyecek olursanız, onu kendi haline bırakın. İnanıyorum ki bu sözler, bir tesir husule getirecektir. Araplar’ın onu yendiğini farzedelim, o takdirde sizler kendi kardeşinizin kanına girmekten kurtulmuş olursunuz. Yok eğer o galip gelirse, onun iktidarı sizlerin iktidarı, onun şerefi sizlerin şerefi demektir” dedi. Bunun üzerine Kureyş’in ileri gelenleri, “Ey Ebu’l-Velid, o seni de büyülemiş” deyince, Utbe, “Ben kendi kanaatimi söyledim, yine de siz bilirsiniz” diye karşılık verdi. (İbn Hişam, c. I. sh. 313-314)
Bu kıssa, çeşitli muhaddisler tarafından, Hz. Cabir b. Abdullah’tan (r.a) mervi olarak bazı farklılıklarla nakledilmiştir. Nitekim bazı rivayetlerde, Rasulüllah’ın “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Ad ve Semud (kavimlerinin başına gelen) yıldırıma benzer bir yıldırım ile uyardım.” ayetini okurken Utbe’nin, telaşla Hz. Peygamber’in (s.a) ağzını kapatmaya çalıştığı ve “Allah hakkı için kavmine merhamet et!” dediği zikredilir.
Utbe bu davranışını, Kureyş’in ileri gelenlerine şöyle izah eder: “Muhammed’in her söylediğinin gerçekleştiğini hepiniz biliyorsunuz. İşte ben de bizim üzerimize azabın geleceğinden korktuğum için ağzını kapatmaya çalıştım.” (Tefsir-i İbn Kesir, c. 4, sh: 90-91) El-Bidaye ve’n-Nihaye c.3, sh: 62)
Konu: Allah’ın nazil ettiği ayetlerde Utbe’ye cevap verilirken, onun sözleri naklolunmamıştır. Çünkü Utbe’nin sözleri Hz. Peygamber’i (s.a) küçük ve hakir düşürücü idi. Utbe, özet olarak şunları demek istiyordu: “Muhammed’e bu sözlerin vahyolunması mümkün olmadığına göre, o, ya mal için, ya iktidar sahibi olmak için peygamberliği öne sürmektedir, ya da akıl hastasının birisidir. Gerçekten de Utbe, birinci şıkka dayanarak mal ve iktidar hususunda pazarlık etmiştir. İkinci şıkka dayanarak ise, “Sen bir hastalığa yakalanmışsın, seni tedavi ettirelim’ demekle Hz. Peygamber’i (s.a) hakir görerek onunla alay etmek istemiştir. Karşısındaki kişi terbiyesizce davrandığı takdirde, şerefli bir insan, doğal olarak onun terbiyesizliğine aldırmaz ve sadece inandıklarını söylemekle iktifa eder.
Bu surede de, Utbe’nin söylediklerine hiç aldırış edilmeden, sadece iddialarının cevaplandırılmasıyla yetinilmiştir. Kafirler ise yüce Kur’an’ı etkisiz kılabilmek için, inatla şunları söylemektedirler: “Sen, ne dersen de seni dinlemeyiz. Söylediklerine karşı kalbimizi kapattığımız gibi, sana kulak da vermeyiz. Aramızda beraber olmamızı engelleyen bir duvar bulunmaktadır.”
Kafirler, Hz. Peygamber’e açık açık, ellerinden geldiğince kendisinin davetine karşı muhalefet edeceklerini bildirmişlerdi.
Hz. Peygamber (s.a) ve arkadaşları Kur’an okuduklarında, onları kimse duymasın diye bir plan dahilinde gürültü çıkarıyorlardı. Ayrıca Kur’an’ın ayetlerini siyak ve sibakı içinden sıyırarak başkalarının İslam’ın mesajını anlamalarını engellemeye çalışıyorlardı.
Yine, “Arapça ifade edilen bir söz, niçin mucize olsun? Fakat bir kimse durup dururken, yabancı bir dille fasih ve beliğ sözler söylerse eğer, işte o zaman mucize sözkonusu olur. Arapça, herkesin anadili olduğu için herkes onun söylediği sözler gibi bir söz söyleyebilir?” demek suretiyle acaib itirazlarda bulunuyorlardı.
Böylesine körükörüne yapılan muhalefete karşı verilen cevapların özeti şudur:
1) Allah’ın inzal ettiği ve gerçekleri çok açık bir şekilde beyan eden bu kelam Arapça’dır. Cahiller bu kelamda bir ışık görmüyorlar belki ama, akıl sahipleri ondan istifade etmektedirler. Allah’ın bu kelamı nazil etmesi, O’nun rahmetinin bir delilidir. Halbuki bazı kimseler, bunu eziyet ve zahmet zannediyorlar.
Bu Kur’an, kendisini kabul ve istifade edenler için bir müjde, yüz çevirenler içinse bir uyarıdır.
2) Sizlerin kalbleri kapanmış, kulakları örtülmüş ise eğer, Hz. Peygamber’in (s.a.) inanmanızı sağlamak gibi bir zorunluluğu yoktur. O’nun görevi sadece, inanmak isteyenlere tebliğ etmektir.
3) Ne kadar inkar ederseniz edin, yine de sizleri yaratan Allah’ın bir olduğu gerçe değişmez. Fakat doğruyu kabul eder ve amellerinizi düzeltirseniz, bu sizlerin yararına olur. Yok eğer inkar etmekte ısrar ederseniz, kendi kendinize felaketi davet etmiş olursunuz.
4) Sizler kime ortak koştuğunuzu ve yine neyi inkar ettiğinizi hiç düşünmüyor musunuz? O Allah ki sonsuz büyüklükteki kainatı, yeri ve göğü yaratmıştır. Yeryüzündeki bereket dolu ürünlerden yararlanmakta ve O’nun verdiği rızıklar sayesinde yaşamaktasınız. Fakat tüm bunlara rağmen, O’nun yarattıklarını, O’na ortak koşuyor ve size tebliğ ettiğinde Hz. Peygamber’den (s.a) yüz çeviriyorsunuz.
5) İnkarınızda ısrar ettiğiniz takdirde, Ad ve Semud kavimlerine gelen azabın bir benzerini bekleyin. Suçlarınıza karşılık verilen en büyük azab bu olacaktır. Ayrıca öbür dünyada da cehennem ateşi sizleri beklemektedir.
6) Cinlerden ve insanlardan olan şeytanların, her kötülüğü güzel gösterdiği ve düşünmelerine fırsat vermediği kimseler, ne kadar da talihsizdirler! Üstelik bu şeytanlar, onların başkalarının sözlerini de dinlemelerini istemezler. Bu akılsızlar, bugün küstahlıkta adeta birbirleriyle yarış etmektedirler. Oysa kıyamet gününde birbirlerine düşman kesilerek, dalâlete düşürdükleri için biri diğerini suçlayacak ve fırsat bulabilseler, neredeyse birbirlerini ayaklar altına almaya çalışacaklardı.
7) Bu Kur’an, ayetleri tahkim edilmiş bir kitabtır. Yalan ve iftira atarak karşı koymakla sizler, onun mesajının yayılmasına mani olamazsınız. Yaptığınız gizli ve açık planlar bir yarar sağlamayacaktır.
8) Bu Kur’an, anlayabilesiniz diye kendi lisanınız olan Arapça ile indirilmiştir. Şayet bu başka bir dilde inzal edilmiş olsaydı, o takdirde sizler Araplara yabancı dilden bir kitabın nazil olmasını acaib karşılayacak ve itiraz edecektiniz. İşte bu, sizin kötü niyetinizin ve bahanelerinizin bir ispatıdır.
9) Sizler, Kur’an’ın gerçekten Allah tarafından nazil olabileceği ve o takdirde aldığınız tavır dolayısıyla halinizin ne olacağı ihtimalini hiç düşündünüz mü?
10) Bu gün sizler belki inkar ediyorsunuz ama kısa bir süre sonra bu Kur’an davetinin yayılacağını ve yenilgiye uğrayacağınızı göreceksiniz. İşte o zaman, size bugün anlatılanların hak olduğunu anlayacaksınız.
Muhaliflere bu cevaplar verilirken, aynı zamanda da mü’minlerin ve peygamberin (s.a) yaşadıkları o zor günlerin sorunları üzerinde durulmuştur. Mü’minler için, tebliğ etmek bir yana dursun, imanları üzerinde direnmek bile çok zordu. Öyle ki müslüman olduğunu ilan eden herkes baskı ve zulüm altındaydı. Kafirlerin saldırılarına karşı çaresiz ve savunmasız bir durumdaydılar. Bu durum hakkında şöyle denilmiştir: “Sizler aslında çaresiz ve yalnız değilsiniz. Allah, iman eden ve imanı üzerinde direten kimseleri ahirete kadar korumaları için melekleri görevlendirir.” Ayrıca müslümanlara, “En hayırlı insan, kendisi salih amellerde bulunduğu halde, başkalarına iyiliği tavsiye eden ve müslüman olduğundan ötürü şeref duyan kimsedir,” diye bildirilmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a) her dönemde en büyük problemi, şiddetli muhalefet yüzünden önü tıkanan İslâm’ın, bu engellerin arasından nasıl kurtulacağı sorusu idi. Sözkonusu problem hakkında şöyle buyurulmuştur: “Bu muhalefet ve engeller, güzel ahlâkınız ve tebliğ çalışmalarınız sonucunda ortadan kalkacaktır. Sizler, şeytanın kışkırtmalarına alet olmadan Allah’a sığının ve güzel ahlâk ile tebliğinize devam edin.”