EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ (GİRİŞ)
HADİD SURESİ
GİRİŞ
Adı: Sure adını 25. ayetinden almıştır.
Nüzul Zamanı: Bu surenin “Medeni” olduğuna dair görüş birliği vardır. Nitekim muhtevasından, surenin Uhud Savaşı ile Hudeybiye Antlaşması arasında bir dönemde nazil olduğu anlaşılmaktadır. Civardaki tüm kafirlerin tehdidi altında bulunan Medine’deki küçük İslâm toplumu, zayıf olmasına rağmen çevresindeki müşrik Arap güçlerine karşı sürekli teyakkuz halindeydi. İşte böyle bir ortamda İslâm, kendi davetine icabet edenlerden canları ve malları konusunda fedakarlıklar istemektedir. Bu yüzdendir ki, surede müminlerden canları ve malları konusunda yapacakları fedakarlıklar teşvik ve talep edilmektedir. Nitekim 10. ayette de teyid edildiği gibi Allah müminlere seslenerek “Zaferden sonra İslâm’ı yayma yolunda mallarını sarfedip, canlarıyla savaşanlar elbette zaferden önce mal ve canlarıyla savaşanlarla bir değildir.” buyurulmaktadır. Hz. Enes 6. ayetin açıklamasını yaparken “Kur’an’ın nazil oluşundan itibaren geçen 17 sene içerisinde ilk kez müminlere böylesine şiddetli bir ikazda bulunulmuştur” demektedir. (İbn Merduye) . Bu rivayete dayanarak Hadid Suresi’nin hicretin 4. ve 5. yıllarında nazil olduğu söylenebilir.
Konu: Bu sure, Allah yolunda infak (sarfetmek-harcamak) konusunda yapılan telkin ve teşvikleri ihtiva eder. İslâm tarihinin, İslâm ile cahiliyenin kıyasıya birbirleriyle ölüm kalım savaşı yaptığı o nazik dönemde, bu sure müminleri mâlî fedakarlıklar yapmaları hususunda teşvik etmiştir.
Ayrıca İslâm’ın, sadece bir şahsın Müslüman olduğunu iddia etmesi, bir takım sathî ve zahirî ibadetlerde bulunması olmadığı belirtilerek Allah’a iman etmede ihlasın önemi vurgulanmıştır. Ki zaten bu da İslâm’ın gerçek ruhudur. Şayet bir kimse imanında ihlas sahibi değilse, can, mal ve çıkarlarına Allah’ın dininden daha çok önem veriyorsa bu kimsenin müminlik iddiası yalandır ve Allah indinde hiç bir değeri yoktur.
Bu sebepten ötürü öncelikle, muhatapların kendilerine seslenen yaratıcı beyan edilmiş ve daha sonra aşağıda zikredilen konular işlenmiştir.
Allah yolunda infak etmekten kaçınmamak İslâm davasının ve imanın gereğidir. Aksine davranmak sadece iman olgusuna değil, gerçeğe de ters düşer. Çünkü mal, insana Allah tarafından geçici olarak verilmiş bir nimettir. “Sizlerin bu gün sahip olduğunuz mal ve mülk yarın elinizden alınıp bir başkasına verilebilir; zira onun asıl sahibi Allah’tır. O Allah ki, kainattaki her şey O’nun emri altındadır. Allah’ın, tasarrufunuz altına vermiş olduğu mal ve mülkü kendi isteğiniz ile Allah rızası için kullandığınızda ancak bir yarar sağlamış olursunuz.”
Allah yolunda bir kimsenin canını ve malını ortaya koyması her ne kadar hüsn-ü kabul görürse de, bu davranışın kıymeti, can ve maldan geçildiği şartlar nazarı dikkate alınarak değerlendirilecektir. Sözgelimi İslâm’ın tehlikede olduğu ve her an kafirlerin gücü karşısında yenilme ihtimalinin bulunduğu bir zamanda, canlarını ve mallarını verenler ile; İslâm’ın muzaffer, Müslümanların güçlü olduğu bir zamanda canlarını ve mallarını verenler arasında, elbette derece itibariyle bir farklılık olacaktır. Hak yolunda infak edilen bir mal Allah’a “Karzı-Hasen” (güzel bir borç) vermek gibidir, Allah bu karz-ı hasenin karşılığını kat kat verecektir.
Ahirette Allah’ın nuru ancak Allah yolunda mallarını ve canlarını sarfedenlere nasip olacaktır. Dünyada hakkın veya batılın hüküm süreceğine aldırış bile etmeyen münafıklar, burada her ne kadar Müslümanların saflarında gözüküyorlarsa da, ahirette Müslümanlardan ayrılarak Allah’ın nurundan mahrum kalacak ve mahşer meydanında kafirlerle birlikte olacaklardır.
Müslümanlar, hayatlarını dünyanın peşinden koşarak tüketmiş ve gaflet dolayısıyla kalpleri katılaşmış Ehli Kitap gibi olmamalıdırlar. Onlar (Ehli Kitap) nasıl mümin olabilirler ki, Allah’ın zikrini işittiklerinde kalpleri yumuşamaz ve Allah’ın indirdiği hakka boyun eğmezler?
Allah indindeki şehid ve sıddıklar, ancak Allah yolunda mallarını ve canlarını hiç gösteriş yapmadan feda eden müminlerdir.
Dünya hayatı, geçici ve aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. Elinizdeki zinetler, aranızdaki övünme, mal ve evlat yarışı hepsi de geçicidir. Bu, tıpkı yemyeşil bir tarlanın misaline benzer: Önce sararır, sonra kurur ve çürür, sonunda da yok olup gider. Asıl kalıcı olan Cennet hayatıdır. O halde ne yapacaksanız, Cennet hayatı için yapın. Dünyada sıkıntı veya ferahlık, Allah’ın takdirine bağlıdır. Müminler, bir musibetle karşılaştıklarında meyus olmayan, zenginlik ve refah elde ettiğinde kibirlenmeyen bir karaktere sahip olmalıdırlar. Çünkü kafir ve münafıklar, Allah kendilerine nimet verdikçe kibirlenip şımaran, Allah’ın bağışladığı nimeti O’nun rızası için sarfetmeyen ve hatta başkalarını da sarfetmekten alıkoyan bir özelliğe sahiptirler.
Allah, peygamberlerini apaçık işaretlerle göndererek, adaleti tesis etmeleri için beraberlerinde Kitap ve Mizan’ı indirmiş ve hakkı ikame edip batıl güçleri ezmeleri için de, bunlarla birlikte Demir’i yaratmıştır. Böylece Allah, kimlerin dinini ikâme edeceğini ve kendine yardımda bulunacağını görecektir. “Bu imtihan ilerlemeniz ve bir üst makama yükselmeniz içindir. Yoksa Allah kendi dinini ikâme etmek için sizlere muhtaç değildir.”
Daha önce de Allah tarafından peygamberler gönderilmiştir. Onların davetine icabet edenler olduğu gibi, tekrar fıska dalanlar da oldu. Hz. İsa peygamber olarak gönderildiğinde, bir çoğu iyiliğin yoluna girmişlerdi ama, ondan sonra ümmeti, ruhbanlık bid’atine saplanıverdi. Şimdi ise Hz. Muhammed (s.a) , Allah tarafından peygamber olarak gönderilmiştir. O’nun peygamberliğine iman edip Allah’tan korkarak hayatlarını sürdürenler, Allah’ın rahmetinden iki kat hak alırlar ve bu dünyada hak ve batılı açıkça görebilmeleri için kendilerine basiret bahşedilir. Ehl-i Kitap, Allah’ın lütfunu kendi tekellerinde sanmaktadırlar, sanmaya da devam etsinler. Allah’ın fazl ve rahmeti kendi elindedir ve bunu dilediğine verir.
Burada özetlediğimiz konular, sure içinde peşpeşe beyan edilmiştir.