EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HAŞR SURESİ 7. VE 8. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun
7- Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından peygamberine verdiği fey, Allah’a, peygambere, (peygamberle) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir.(13) Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın.(14) Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan sakınıp-korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.(15)
8- (Bundan başka bu mallar,) Hicret eden fakirleredir (16) ki, onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah’a ve O’nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.
AÇIKLAMA
13. Önceki ayetlerde, bu malların ganimet olarak askerler arasında paylaştırılmasının nedenleri ve bu hükmün niçin ganimetten farklı olduğu beyan edilmişti. Şimdi ise bu malların kimlerin hakkı olduğu açıklanmaktadır.
Burada ilk olarak, birinci hissenin Allah ve Rasulü’ne ait olduğu vurgulanmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a) bu konuda nasıl davrandığını Malik bin Evs bin el-Hadsan, Hz. Ömer’den şöyle rivayet etmiştir.
“Hz. Peygamber (s.a) Fey’den kendisi ve ailesi için, nafaka alıyor, geri kalanını da silah ve binek hayvanları için harcıyordu.” (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, Neseî, Tirmizi) Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından sonra, İslâm davası yolunda sarfolunması için tüm Fey, Beyt’ul-Mal’a intikal etmiştir. İmam Şafii’den nakledilen bir görüşe göre, Hz. Peygamber’in (s.a.) hissesi, kendisinden sonra gelen İslâm halifeleri içindir. Zira Hz. Peygamber’e (s.a.) o hisse İmam olması nedeniyle ayrılmıştır, Peygamber olduğu için değil. Ancak Şafii mezhebi fakihlerinin görüşü de, Cumhur’un görüşü gibi bu hissenin Müslümanların dini ve toplumsal yararları doğrultusunda kullanılması ve her hangi bir kimseye mahsus kılınmaması şeklindedir.
İkinci hisse akrabalar içindir. Yani Hz. Peygamber’in (s.a.) akrabalarına (Benu Haşim ve Benu Muttalib) aittir. Bu hisse, Hz. Peygamber’e (s.a.) , O, hem ailesini, hem akrabasını geçindirmekle mükellef olduğu ve muhtaçlara yardım etmesi gerektiği için ayrılmıştır. Ancak Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra bu müstakil bir hisse olarak kalmadı. Fakirler, yetimler, yolcular ve bunların yanısıra Benu Haşim ve Benu Muttalib’in muhtaçlarının sorumluluğundan Beyt’ul-Mal ve İslâm Devleti mesul olmuştur. Fakat Benu Haşim ve Benu Mattalib’ten muhtaç olanların hakkı, diğer muhtaç Müslümanlarınkinden önemlidir, zira onların zekattan payları yoktur. İbn Abbas’tan rivayet olunduğuna göre, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde bu iki hisse yürürlükten kaldırılmıştır. Sadece diğer üç hisse sahipleri, yani fakirler, yetimler ve yolda kalmışlar Fey’den pay almaya hak sahibi görülmüşlerdir. Hz. Ali de kendi döneminde selefleri gibi hak iddia etmiştir. İbn İshak’ın İmam Muhammed el-Bakır’dan naklettiği bir rivayete göre, Hz. Ali’nin görüşü, ehli beyte verildiği gibi, Fey’den Hz. Peygamber’in (s.a.) akrabalarına da verilmesi şeklindeyse de, O, Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in görüşüne muhalefet etmek istememiştir. Hasan bin Muhammed bin Hanefiye, Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra iki hisse hakkında ihtilaf olduğunu, bazılarının birinci hissenin Halife’ye, ikincisinin Hz. Peygamber’in (s.a.) akrabalarına verilmesi gerektiğini; bazılarının da ikinci hissenin halifenin akrabalarına verilmesi gerektiğini savunduklarını, ama sonunda her iki hissenin de Allah yolunda cihad için sarfedilmesine karar verildiğini ve bu hususta icma vaki olduğunu söylemektedir. Ata bin Sahib’in rivayet ettiğine göre, Halife Ömer bin Abdülaziz, kendi halifeliği zamanında Hz. Peygamber’in (s.a) ve akrabalarının hissesini, Benu Haşim’e veriyordu. İmam Ebu Hanife ve Hanefi fakihlerinin çoğuna göre, Hulefa-i Raşidin’in tatbikatı daha doğrudur. (Kitab’ul-Haraç, Ebu Yusuf, sh: 19-21) İmam Şafii’ye göre, gerçekten Haşimî veya Muttalibî olduğu bilinen bir kimseye zengin olsun olmasın bu hisseden pay verilir. (Muğni’ul-Muhtaç) Hanefilere göre, bunların arasında sadece muhtaçlara verilmelidir. Ama onların hakkı başkalarından daha önce gelir. (Ruh’ul-Meani)
İmam Malik’e göre bu, İslâm Devleti’nin çözeceği bir meseledir ve o nasıl davranacağı konusunda zorlanamaz. Devlet kendi münasip gördüğü yerde sarfeder. Ancak Hz. Peygamber’in (s.a.) akrabalarına öncelik tanınır. (Haşiyet’ud-Dusuki)
Geriye kalan üç hisse hakkında İslâm hukukçuları arasında ihtilaf yoktur. Ancak İmam Şafii, diğer üç imama muhalefet ederek Fey’in 5 eşit bölüme ayrılması gerektiğini söyler. Onun sıralamasına göre, Müslümanların umumi menfaati için beşte bir, Benu Haşim ve Benu Muttalib’e beşte bir, beşte bir yetimlere, beşte bir fakirlere ve beşte bir de yolda kalmışlara verilmelidir. Diğer üç imam bu taksimatın aksine, Fey’in tümünün Müslümanların umumi menfaati için kullanılması görüşündedirler. (Muğni’ul-Muhtaç)
14. İslâm toplumunun veya devletinin ekonomik politikasının temelini teşkil eden kurallardan biri de, Kur’an’ın vazettiği bu önemli esastır. Yani zenginlik tüm topluma yayılmalıdır. Servet sadece zenginler arasında dolaşmamalı veya zenginler günbe gün daha da zenginleşirken, fakirler daha da fakirleşmemelidirler. Kur’an sadece mücerret (soyut) bir prensip ortaya koymakla kalmamış, bunun yanısıra faizi haram kılıp, zekatı emretmiştir. Ayrıca ganimetlerden beşte birinin verilmesini emrederken sadakaya ek olarak tekrar tekrar, çeşitli kefaretler vasıtasıyla zenginliğin akışının fakirler tarafına olması için infak edilmesini telkin etmiştir. Yine her vefat edenin bıraktığı servetin en geniş kitleye yayılmasını sağlayacak bir veraset hukuku ihdas etmiştir. Ahlâkî bakımdan cimrilik kötülenirken, cömertlik fazilet olarak nitelenmiştir. Zenginlere mallarında fakirlerin payı olduğu ve bu payın hayrat olarak değil, onların hakkı olarak verilmesi gerektiği bildirilmiştir. Fey hakkında emredilen kanuna göre, onun bir kısmı toplumdaki fakir ve muhtaçlara yardım olarak kullanılmalıdır. Burada İslâm Devleti’nin en önemli gelir kaynağının biri zekat, diğerinin Fey olmak üzere iki tane olduğuna dikkat edilmelidir. Zekat, tüm Müslümanlardan belli bir miktar üzerindeki sermaye, hayvanlar, ticari mal ve zirai gelirden alınır. Buradan elde edilen gelir fakirlere harcanır. Fey ile birlikte cizye, haraç ve diğer tüm gelirler Müslüman olmayanlardan alınır ve elde edilen gelirlerin büyük bir bölümü yine fakirlere dağıtlıır. Bu gerçek, İslâm Devleti’nin gelir ve giderlerinin (bütçenin) ve genel olarak tüm mali ve iktisadi ilişkilerin, gelir kaynakları üzerinde zenginlerin tekel kuramayacakları ve servetin akışının fakirlerden zenginlere değil, zenginlerden fakirlere akacağı bir biçimde düzenlenmesi gerektiğine açık bir delildir.
15. Bu ifade, “Benu Nadir’in malları ile ilgili olarak varılan kararı ve yapılan taksimi hiç sorgu sual etmeksizin kabul edin. Şayet Rasul sizlere birşeyler vermişse alın, yasakladığından da kaçının” anlamına gelir. Buradaki hüküm umumidir ve sadece Fey’in taksimatı ile sınırlı değildir. Asıl maksat, tüm ilişkilerde Hz. Peygamber’in (s.a) emirlerine teslim olunmasıdır. Nitekim burada, “Rasul size ne verdiyse onu alın” denirken, cümlenin devamında “size neyi vermediyse” değil “neyi yasakladıysa ondan kaçının” şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Bu hüküm sadece Fey’e ait malların paylaşımını ihtiva etseydi, o zaman “neyi vermediyse” denilirdi. Fakat aksine “neyi yasakladıysa” denilmesinden anlaşıldığına göre, kastolunan Hz. Peygamber’in (s.a.) emir ve yasaklarına uyulmasıdır. Nitekim, aynı hususta Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber, “Size emrettiğim bir şeyi mümkün olduğunca uygulamaya çalışın, yasakladığım bir şeyden de kaçının.” demiştir. (Buhari, Müslim) İbn Mesud ile ilgili olarak nakledilen bir rivayette o hutbede bir defasında, “Allah şöyle şöyle elbise giyen kadınları lanetlemiştir” der. Onun bu hutbesini dinleyen bir kadın, kendisine gelerek “Bu söylediğini nereden aldın, ben bu dediklerini Kur’an’da görmedim” deyince, İbn Mesud, “Şayet sen Kur’an’ı dikkatlice okumuş olsaydın muhakkak onu bulurdun, sen bu ayeti (Haşr: 7) hiç okumadın mı?” diye cevap verir. Kadın, “Evet okudum” deyince de İbn Mesud “Rasulullah böyle davranmayı men etmiş ve böyle davranan kadınlara Allah’ın lanet ettiği haberini bize vermiştir” der, kadın da, “Evet şimdi anladım” şeklinde karşılık verir. (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, İbn Ebi Hatim)
16. Burada, Mekke’nin ve Arabistan’ın diğer bölgelerinden, sırf İslâm’ı kabul ettikleri için sürgün edilen veya hicrete zorlanan kimseler kastolunmaktadır. Benu Nadir’in toprakları ele geçmeden önce, bu Muhacirlerin kendilerini geçindirecek müstakil bir geçim kaynakları yoktu, şimdi verilen hükme göre ele geçen bu mallarda ve ilerde yine bu şekilde ele geçecek olanlarda fakirlerin, yetimlerin ve yolda kalmışların yanısıra bu Muhacirlerin de hakkı vardır ve onlara da yardım edilmelidir. Çünkü onlar, Allah ve Rasulü için hicret etmek zorunda kalarak Dar’ül-İslâm’a gelmişlerdir. Bu hüküm gereğince Benu Nadir’in topraklarından bir hisse de Muhacirlere verilerek Ensar’ın, muhacir kardeşlerine yardım için verdiği bahçeler kendilerine iade edilmiştir. Fey’deki bu hissenin sadece o dönem Muhacirleri için geçerli olduğunu düşünmek doğru değildir. Gerçekte bu hüküm, kıyamete değin ülkesini terk ederek Darü’l-İslâm’a hicret etmeye mecbur olan her Müslüman muhacir içindir. Çünkü, İslâm devletinin görevlerinden birisi de, onlara kendi kendilerine geçimlerini temin edebilecekleri ortamı sağlamak olduğundan, Zekât’ın dışında onlara Fey’den de yardım edilebilir.