EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 1. ve 6. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- Tâ, Sîn, Mîm.
2- Bunlar, apaçık olan Kitabın ayetleridir.
3- Mü’min olan(1) bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun’un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.(2)
4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş(3) ve oranın halkını birtakın fırkalara ayırıp bölmüştü;(4) onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu.(5) Çünkü o, bozgunculardandı.
5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler(6) yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.(7)
6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavun’a, Hâmân’a(8) ve askerlerine, onlardan sakınmakta oldukları şeyi gösterelim.
AÇIKLAMA
1. Yani, “İnat edip ayak diretmeyenlerin yararına, çünkü seni dinlemeye hiç niyeti olmayanlara tebliğ fayda vermez.”
2. Mukayese için bk. Bakara: 47-59, A’raf: 100-141, Yunus: 75-92, Hûd: 96-109, İsra: 101-111, Meryem: 51-53, Taha: 1-30, Müninun: 51-76, Şuara: 10-32, 52-67, Neml: 1-14, Ankebut: 39-40, Mümin: 23-50, Zuhruf: 46-56, Duhan: 1-33, Zariyat: 38-40, Naziat: 15-26.
3. Metinde geçen “Âlafilardi” kelimeleri kapsamlı bir şekilde şu anlama gelir. Firavun boyun eğmiş bir kul gibi davranacağı yerde, ülkede isyankar tavrı benimsedi ve teb’asına zorba ve mağrur bir yönetici gibi baskı yapmaya başladı.
4. Yani, “Teb’asını tümüne eşit haklar sunarak yönetmedi, aksine onları parçalara bölen bir siyaset izledi. Kimini yönetici sınıfa dahil etmek üzere hak ve imtiyazlara boğuyor, kimisini de ezmek ve sömürmek üzere köle haline getiriyordu.”
Burada hiç kimse şu şüpheye kapılmamalıdır: İslâmî hükümet de müslümanlarla zimmî teb’a arasında ayırım yapar, onlara eşit haklar tanımaz; o veya bu şekilde bir tarafı kayırır… Böyle bir şüphe yersizdir; çünkü Firavun’un siyasetinin aksine, böyle bir ayırım, ırk, renk, dil ve sınıf esası üzerine değil, bilakis ideoloji ve hayat tarzı esası üzerine yapılmıştır. İslâmi sistemde müslümanlar ile zımmi’lerin yasal hakları konusunda kesinlikle bir ayırım sözkonusu değildir. Tek ayırım onların siyasal haklarıyla ilgilidir ve bu da şu basit sebebten ötürüdür: Bir ideoloji devletinde yönetici sınıf yalnızca devletin temel ideolojisine inananlardan oluşabilir. Bu ideolojiyi kabullenen herkes bu sınıfa girebilir. Reddedenlerse dışarda kalır. Dolayısıyla bu ayırımla, Fir’avnî ayırım arasında hiçbir benzerlik yoktur, zira Fir’avnî ayırıma göre ezilen sınıfın hiçbir üyesi, hiçbir şekilde (kesinlikle) yönetici sınıfına giremez; ezilen kavim temel insan (kul) haklarından yararlanamaz, siyasî ve ekonomik haklarından dem vuramaz. Hatta onlar yaşama ve hayatta kalma haklarından bile mahrumdur, her ne olursa olsun herhangi bir hakları güvencede değildir, buna mukabil tüm özel imtiyaz ve haklar, devletin yüksek kademeleri, hayatın nefis nimetleri, yönetici sınıfa ve bu sınıf içinde doğmuş bulunan herkese tahsis edilmiştir.
5. Kitab-ı Mukaddes bunu şöyle açıklar: “Şimdi Mısır’ın başına Hz. Yusuf’u tanımayan yeni bir kral geçti ve halkına şöyle dedi: Dikkat edin İsrailoğulları bizden daha fazla ve daha güçlü. Haydi onları zekice bir hileyle halledelim ki çoğalmasınlar ve bakarsınız öyle bir zaman gelir ki, bir savaşa maruz kalırız da onlar düşmanlarımızla birleşerek bize karşı savaşırlar. Bu yüzden onları ülkeden kovun.” Bunun üzerine onlara ağır işleri yüklediler ki, onların altında ezilsinler. Ve onlar, Firavun için muhteşem şehirler inşa ettiler, Pithom ve Ramses ve Mısırlılar, İsrailoğulları’nı zorla köleleştirdiler. Ve onların hayatlarını, harç karma, tuğla yapımı, her türlü tarla hizmeti gibi zor işlerde çekilmez hale getirdiler. Ve Mısır’ın kralı İbrani ebelerle konuştu… Ve şöyle dedi: -İbrani kadınlara ebelik yaptığınızda çocuklara bakın, eğer oğlansa öldürün, kız ise bırakın yaşasın. (Çıkış: I: 8-16)
Bu gösterir ki, Hz. Yusuf’un (a.s) irtihalinden sonra Mısır’da kavmiyetçi bir devrim yapılmıştı. Ve Kıptîler yeni kavmiyetçi hükümete sahip olduklarında İsrailoğulları’na egemen olmak için her vasıtaya başvurmuşlardı. Onları yalnızca küçük düşürüp aşağılamak ve adi işlere koşmakla kalmıyorlar, oğullarını öldürmek, kızlarını yaşatmak suretiyle nüfuslarını azaltma siyaseti de güdüyorlardı. Böylece İsrail kadınları tedricî olarak Kıptilerin eline düşecek ve İsrailoğulları yerine Kıptî nesiller üretecekti. Talmud, Hz. Yusuf’un (a.s) irtihalinden 100 küsur sene sonra böyle bir devrimin vuku bulduğunu kaydeder. Talmud’a göre yeni hükümet, evvelemirde İsrailoğulları’nı verimli arazilerinden, evlerinden ve mülklerinden mahrum etti. Sonra devletle ilgili, iş ve görevlerinden uzaklaştırdı. Artık Kıptî liderler İsrailoğulları’nın ve onların Mısırlı dindaşlarının biraz palazlandığını ne zaman görseler onları zillete duçar ederek, küçük bir ücret vererek yahut beş kuruş vermeksizin en zor işlerde istihdam ederlerdi. “Mısır halkının bir bölümünü güç ve itibarından etti” ayetinin ve Bakara Suresi’nin, “sizi korkunç bir azaba duçar etmişlerdi.” mealindeki 49. ayetinin açıklaması budur.
İlaveten, ne Kitab-ı mukaddes, ne de Kur’an-ı Kerim’de Fravun’a bir müneccim tarafından İsrailoğulları arasında bir çocuğun doğacağı ve kendisini iktidarından edeceği söylendiği, Firavun’unun bu tehlikeyi bertaraf etmek üzere, israiloğulları’nın evinde doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emrettiği; yahud bizzat Firavun’un korkunç bir rüya gördüğü ve bu rüyanın, İsrailoğulları arasından kendisini iktidarından edecek bir oğlan çocuğunun doğacağı şeklinde yorumlandığı zikredilmez. Bizim müfessirlerimiz bu masalı Talmud’dan ve diğer İsrailiyyat’tan almışlardır. (bkz. Jewish Encyclopedia; “Musa” mad. The Talmud Selections, Sh: 123-124)
6. Yani, “Onları yeryüzünde insanların öncüleri ve kılavuzları yapalım.”
7.Yani, “Yönetici olsunlar diye ülkenin mirasını onlara bağışlayalım.”
8.Batılı müsteşrikler bu konu hakkında oldukça kritik bir tutum takınmışlardır. Onlara göre, Hâmân, Hz. Musa’dan (a.s) yüz sene sonra M.Ö. 486-465 arası hüküm sürmüş olan Pers Kralı Xerxes’in nedimiydi. Fakat Kur’an onu Mısır’da Firavun’un bir bakanı olarak göstermektedir. Müsteşriklerin fikri katıksız bir ön yargıdan başka bir şey değildir. Bir kere müsteşriklerin elinde Xerxes’in Haman’dan önce, “Hâmân” isimli bir başka şahsın yaşamadığını ispatlayacak tarihî bir delil var mıdır? Varsa nedir? Eğer bir müsteşrik sahih belgeleri araştırarak Firavun’un bakan, başkan ve nedimlerine ait olan ve içinde “Hâmân” adı geçmeyen tam bir listeyi ortaya çıkarırsa hiç beklemeden bunu umuma duyurup mikrofilmini neşretmelidir. Çünkü Kur’an-ı reddetmek için bundan daha iyi, daha etkili bir araç olamaz.