sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 55. ve 57. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 55. ve 57. AYETLER
24.09.2021
760
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

55- ‘Boş ve yararsız olan sözü'(78) işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz” derler.
56- Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.(79)
57- Dediler ki: “Eğer seninle birlikte hidayete uyacak olursak, yerimizden (yurdumuzdan ve konumumuzdan) çekilip-kopartılırız”(80) Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün aktarılıp-toplandığı, güvenli bir harem’de yerleşik kılmadık mı? Fakat onların çoğu bilmiyorlar.(81)

AÇIKLAMA

78. Buradaki ‘boş söz’ tabiri Ebu Cehil ve avanesine racidir. Onlar Habeşistan’dan gelen Hıristiyanlara, bu tür sözler sarfetmişlerdi. Nitekim yukarıda 72. açıklama notunda zikredildi.

79. Ayetin siyak ve sibakından çıkan sonuca göre bu ibarenin Habeşistan’dan gelen Hıristiyanların iman etmesinden sonra Rasûlullah’a (s.a.) nispet edilerek zikredilmesindeki amaç Mekke müşriklerini mahcup duruma düşürmekti. Şöyle ki: “Ey biçare insanlar ne kadar sefilsiniz.

Kendi şehrinizde, gidip ulaşılabilecek bir rahmet menbaı varken ve uzak diyarlardan insanlar, kendisinden faydalanmak üzere geliyorken, sizler kendi kendinizi bile, isteyerek ondan mahrum bırakıyorsunuz.” Ancak aynı şey şu şekilde dile getirilmiştir, “Ey Muhammed. Sen bu hayat veren öz sudan; kabilen, akrabaların, yakınların, sevdiğin insanlar faydalansın istiyorsun ama yalnızca senin istemen yetmez. Hidayet vermek Allah’ın kudretiyledir. O yalnızca hidayeti kabule meyyal olduğunu gördüğü insanları onunla lütuflandırır. Eğer senin akrabaların da bu meyil yoksa onlar bu lütfa nasıl erebilir?”

Buharî ve Müslim’e göre ayet, Hz. Rasûl’un (s.a) amcası Ebu Talib’le ilgili olarak gönderilmiştir. Son nefesini vermek üzereyken yüce Rasûl La ilahe illallah’ı tasdik etsin diye elinden geleni yapmıştır. Onun bir müslüman olarak ölmesini istiyordu, fakat o, Abdülmuttalib’in itikadı üzerine ölmeyi tercih etti. Allah Teâlâ’nın “Sen sevdiğin kimseye hidayet edemezsin…” demesinin nedeni budur. Ancak bu muhaddis ve müfessirlerin bilinen bir usûlüdür: Rasûl’ün dönemine ait bir olaya uygun düşen bir ayet bulduklarında bu olayı o ayetin nüzul sebebi olarak değerlendirirler. Böyledir diye, bu ve benzeri hadislerden (örneğin bunlardan Tirmizi, Müsned-i Ahmed… v.s’nin Hz. Ebu Hureyre, İbn Abbas ve İbn Ömer’e dayanarak rivayet ettiği hadisler) Kasas Suresi’nin bu ayetinin Ebu Talib’in ölümü üzerine inzal edildiği sonucunu çıkarmak illa da gerekmez. Bu, yalnızca ayetin hakiki anlamının Ebu Talib olayıyla çok daha açık hale geldiğini gösterir. Gerçi Hz. Rasûl (s.a) herkesin hidayete ermesini yürekten isterdi ama Ebu Talib, yatağında imansız giderken onu derin endişelere sevk eden, şahsî sevgi ve saygı bağı yüzünden hidayetini en çok arzuladığı şahıstı. Fakat ona bile hidayet etmede çaresiz kaldığına göre bir kimseyi hidayete erdirmek yahut bir başkasından hidayeti esirgemek Rasûl’ün (s.a) elinde değil, bütünüyle Allah’ın kudretindedir. Ve Allah bu nimeti dilediğine verir, ailevî durumuna, kabilevî münasebetlerine bakmadan, kişinin samimiyetini, kabiliyetini ve kalbinin meylini esas alarak ihsan eder.
80. Bu inanmamakta direnen Kureyş’in İslâm’ı kabul etmemek için ileri sürdüğü en önemli mazerettir. Bunu tam anlamıyla kavrayabilmek için Kureyş’in İslâm’ı kabul etmesi halinde vuku bulmasından korktukları durumun ne olduğunu tarihin perspektifinden görmek zorundayız.

Kureyş’in Arabistan’da yaygın biçimde kazandığı önem, onların Hz. İsmail’in (a.s) ahfadı (torunları) olmalarıydı, ve bu yüzden Araplar, onlara peygamber’in çocukları gözüyle bakıyorlardı.
Sonra Kusay b. Kilab’ın zekası sayesinde Kâbe muhafızlığını üstlendikleri ve Mekke, yurtları haline geldiği zaman önemleri büyüdü. Çünkü Arabistan’ın en kutsal yöresinin yetkilileri ve aynı zamanda din görevlileri olmuşlardı. Dolayısıyla her Arap kabilesi yıllık hacc seyahatleri sebebiyle onlarla münasebete geçmek zorundaydı. Bu merkezî konum avantıjını ele geçiren Kureyş, bir tüccar halk olarak önem kazanmaya başladı. Doğu Roma İmparatorluğu ile İran arasındaki siyasî çatışma, uluslararası ticarette önemli bir yer kazanmalarına yardım ettiğinde, talihleri iyiden iyiye düzeldi. O dönemde İran, Yunanistan, Mısır, Kuzey Suriye ile Çin, Hindistan, Endonezya, Doğu Afrika arasındaki bütün ticaret yollarını merkezî şekilde bloke etmişti. Bunun tek istisnası Kızıl Deniz yoluydu. Bu yolda Yemen İran’ın eline düştüğünde, İran’ın bloke ettiği yol ağına eklenmişti. Artık Roma için geriye tek yol kalıyordu; Arap tüccarlar, Doğu Roma mallarını Arap denizi ve İran körfezi limanlarına taşımalıydı. Sonra bu limanlardan alınan doğu ülkelerine özgü mallar Roma topraklarına onlar tarafından taşınacaktı. İşte bu düzenleme Mekke’yi uluslararası ticaretin önemli bir merkezi haline getirdi ve tabi Kureyşliler de bu ticareti tekellerinde tutuyorlardı. Ne var ki Arabistan’da hüküm süren bu grift şartlar, Kureyş topraklarından kervanları geçen kabilelerle iyi ilişkiler içinde olmadığı sürece problemsiz bir ticarî nakliyata izin vermiyordu. Bu yüzden Kureyş’in dinî nüfuzu, konumunu muhafaza için yeterli değildi. İlişkide olduğu kabilelerle anlaşmalar yapmak, kârlarından onlara hisseler ödemek, kabile reislerine ve diğer etkili insanlara hediyeler göndermek zorundaydı. Dahası geniş ölçüde, faizcilik yapıyorlardı ki bununla tüccarları ve hemen bütün civar kabile reislerini tuzağa düşürmüşlerdi.

Rasûlullah (s.a) tevhid mesajını sunduğunda şartlar işte böyleydi. Kureyş’in ilâhî mesaja karşı çıkmasının en büyük muharrik nedeni yalnızca atalar dinine körükörüne bağlılık değildi. Onlar mesajı kendi çıkarları için de tehlikeli görmekteydiler. Zanlarınca putperestlik ve çoktanrıcılığın yanlış, Tevhid’in doğru olduğu aklî delillerle ispatlansa bile, Tevhid’i kabul etmek onlar için yıkım olacaktı. Zira böyle yaptıkları anda bütün Arabistan kendilerine karşı ayaklanacaktı. Sonra Kâbe muhafızlığından çıkarılacaklar, çok tanrıcı kabilelerle yaptıkları bütün dostluk anlaşmaları, kurdukları tüm dostane ilişkiler bozulacak ve böylece ticaret kervanlarını anlaşmalı kabile topraklarından emniyetle geçirmenin yegane garantisi ortadan kalkmış olacaktı. Dolayısıyla bu yeni inanç yalnızca dinî nüfuzlarının değil, aynı zamanda ekonomik refahlarının da sonu demek olacaktı; hatta belki diğer Araplarca Mekke’den bile sürülebilirlerdi.
Bu dünya-perestlerin ne denli kısa görüşlü olduklarını gösteren ilginç bir vakıadır. Oysa mesajı kabul etmeleri halinde bütün dünya onlara boyun eğecekti ve Rasûlullah (s.a) buna kendilerini inandırmak için elinden geleni yapmıştı. (Sad Suresi’nin girişine bkz.) Fakat onlar mesajda ölümlerini gördüler. Zanlarınca itikad değişikliği onları yalnızca, servet, refah ve nüfuzdan mahrum etmekle kalmayacak, ülkede onları tamamıyla desteksiz bırakacaktı. O zaman gökteki kuşlar bile etlerini didikleyecekti.
Birkaç yıl sonra bütün Arabistan’ın Rasûlullah’ın (s.a) liderliğinde merkezî bir hükümetle yönetileceğini kestirecek durumda değillerdi. Oysa bizzat kendi kuşaklarının ömrü içinde İran, Irak, Suriye ve Mısır aynı merkezî yönetimin eline birer birer düşecek ve bir asır içinde bizzat Kureyş kabilesinden olan Halifeler Hindistan’dan İspanya’ya, Kafkaslar’dan Yemen kıyılarına uzanan geniş topraklara hükmedeceklerdi.

81. Bu, onların mazeretlerine Allah tarafından verilen ilk cevaptır. Anlatmak istediği şudur: “Bütün dünyanın ticaret mallarının sizin çıkarınız ve faydanız için bu çıplak ve ekilemeyen vadiye çekilmiş olması sırf bu Mabed’in merkezî durumu ve kutsallığıyla ilgilidir. Şunu bilmeniz gerekir: Bu beldeye merkezî bir konum ve civarındaki bölgelere vaziyet eden bir güvenlik durumu kazandırmada sizin hiçbir dahliniz yoktur. 2500 yıl önce bir Allah kulu, eşi ve emzikteki çocuğuyla birlikte çıplak dağlar arasındaki bu çorak vadiye geldi. Burada taş ve çamurdan küçük bir oda inşa etti. Sonra Allah’ın burayı Mabed yaptığını, insanların burayı ziyarete gelip ibadet etmek üzere tavaf etmeleri gerektiğini ilan etti. Şimdi bu Mabed’in 25 asır önce Arabistan’ın merkezi olması yalnızca Allah’ın lütfuyladır. Civarda kargaşa varken bile orada barış ve sükunet hüküm sürer. Her Arap ona en yüce payeyi verir ve binlerce insan ibadet ederek, tavaf için her yıl oraya gelir. Yalnızca bu lütfun hakikatıyladır ki sizlere Arab aleminin ruhanî önderleri gözüyle bakılıyor ve uluslararası ticaretin büyük bir kısmı sizin elinizde. Şu halde, doğru yoldan yüz çevirmeniz ve sizi bu ihsanıyla lütuflandıran Allah’a isyan etmeniz halinde herşeyin yolunda gideceğini; fakat bu yola girer girmez mahvolacağınızı nasıl düşünebilirsiniz?

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.