EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KUREYŞ SURESİ 1 VE 4. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- (Hiç değilse kendilerini) Kureyş’i ‘bir araya getirip anlaştırdığı,'(1)
2- Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için,(2)
3- Şu Ev (Kâ’be’n) in Rabbine kulluk etsinler;(3)
4- Ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) (4) doyuran ve onları korkudan güvenliğe kavuşturandır.(5)
AÇIKLAMA
1. Buradaki kelime “li ilâfi Kureyş”tir. “İlaf”, “elefe”den türemiştir. Manası “sevmek”tir. Bu kelime; dağıldıktan sonra bir araya gelmek, bir şeyi âdet haline getirmektir. “Ülfet” ve “maluf” da aynı anlama gelmektedir. “İlaf”tan önceki “lam” hakkında bazı Arap dili uzmanları, kelimenin taaccüb ifade ettiğini söylemişlerdir. Meselâ Araplar, “le zeydin ve ma sanânâ bih” yani, “Zeyd’e bakın, biz ona ne iyi muamele ettik, o bize ne yapıyor” derler. Burada da “li ilâfi Kureyş”in anlamı taaccübtür. Allah (c.c.) onları dağınık iken biraraya getirmiş ve ticaret yolculuklarını âdet haline getirmelerini sağlayarak zengin olmalarına vesile kılmıştır. Şimdi ise onlar Allah’a ibadetten yüz çevirmektedirler. Bu görüş, Ahfeş, Kasayî ve Ferre’nindir. İbn Cerir de bunu tercih etmiştir. İbn Cerir, Arapların bir şeyi “lam”dan sonra zikretmelerinin, o şahsın tutumunun taaccüb edici olduğunu izah etmeye yeterli olduğunu söylemiştir. Bunun tersine Halil b. Amr, Sibeveyh ve Zemahşerî bunun “lam-ı ta’lil” olduğunu söylerler. Onlara göre bu “lam”ın ilgisi, sonraki cümle olan “fe’l ya’budu Rabb’e haze’l beyt” iledir. Yani, Kureyşlilere verilen sayısız nimetler bir yana bırakılsa da, sadece Allah’ın lütfu ile ticarî yolculuklar yapmaları bile başlı başına bir ihsandır ve sadece bunun için de olsa Allah’a ibadet etmelidirler.
2. Yaz ve kış seferlerinden kasıt, yaz mevsiminde Kureyş’in ticarî kafilelerinin, serin bölgeler olan Şam ve Filistin’e gitmesi; kış mevsiminde ise sıcak olan güney Arabistan’a gitmesidir.
3. “Bu Ev”den kasıt, Kâbe’dir. Allah’ın buna işaret etmesinin anlamı, Kureyş’e verilen nimetlerin bu ev dolayısıyla olmasıdır. Kureyşliler, taptıkları 360 putun gerçekte Rabb olmadıklarını kabul ediyorlardı. Onlara göre de Rabb tekti ve kendilerini Ashab-ı Fil’in saldırısından kurtarmıştı. Ebrehe’nin ordusu saldırırken yine aynı Rabb’e dua etmişlerdi. Bu Ev’e sığınmadan önce dağınık durumdaydılar ve hiç saygınlıkları yoktu. Arapların diğer kabileleri gibi dağınık bir topluluktular. Ama Mekke’de biraraya gelip Kâbe’nin hizmetini üstlenince bütün Arabistan’da şerefli oldular.. Ticarî kafileleri korkusuzca her yeri gezmeye başladı. Onların eline geçen bütün bu nimetler, bu Ev’in Rabb’inin vermesi dolayısıyladır. Onun için sadece O’na ibadet etmelidirler.
4. Bu, Mekke’ye gelmeden önce Kureyşlilerin dağınık ve aç olduklarına işarettir. Buraya geldikten sonra onlara rızk kapıları açılmış ve Hz. İbrahim’in duası aynen uygulanmıştır: “Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını senin Beyt-i Haram’ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım) . Artık sen de insanlardan bir takım gönülleri onları sever yap ve onları çeşitli meyvalarla besle ki şükretsinler.” (İbrahim, 37)
5. Yani, Arabistan’da hiç kimsenin emin olmadığı o korkudan sizi kurtarmıştı. O dönemde Arabistan’ın hiçbir yerinde insanlar gece rahat uyuyamazlardı. Her an bir saldırıya uğrama tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Hiç kimse kendi kabilesinin sınırları dışına çıkmaya cesaret edemezdi. Çünkü yalnız çıkıldığında sağ olarak geri dönmek mümkün değildi. Ya birileri tarafından öldürülür ya da yakalanarak köleleştirilirlerdi. Hiçbir kervan saldırıdan emin değildi. Çünkü yol üzerinde her an önü kesilebilirdi. Malları gasbedilebilirdi. Ancak yoldaki kabilelerin ileri gelenlerine rüşvet vererek bu yoldan sağ salim geçebilirlerdi. Ama Mekke’deki Kureyşliler bütün bunlardan tamamen emindiler. Onlar için düşman saldırısı tehlikesi yoktu. Mekke’ye düşmanın saldırabileceği korkusu da yoktu. Onlar büyük ve küçük kafilelerle ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlardı. Taşıdıkları “Kabe’nin hizmetçileri” sıfatlarından dolayı hiç kimse onlara dokunmazdı. Hiç kimse onlara ses çıkarmaya cesaret edemezdi. Hatta bir Kureyşli yalnız olarak seyahat ederken saldırıya uğrarsa, “ben Haremliyim” ya da “ben Allah’ın haremindenim” demesi bile yeterli oluyordu. Bu söz karşısında saldırgan hemen duruyordu.
KUREYŞ SURESİNİN SONU