sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MUHAMMED SURESİ 17. VE 22. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MUHAMMED SURESİ 17. VE 22. AYETLER
05.08.2022
473
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun

17- Hidayeti bulmuş olanlara gelince; (Allah,) onların hidayetlerini arttırmış(27) ve onlara takvalarını vermiştir.(28)
18- Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar?(29) İşte onun işaretleri gelmiştir.(30) Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar?
19- Şu halde bil; gerçek şu ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için(31) mağfiret dile. Allah, sizin dönüp – dolaşacağınız yeri de bilir, konaklama yerinizi de.
20- İman etmekte olanlar, derler ki: “(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?” Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sûre indirildiği zaman, kalplerinde hastalık bulunanların üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların(32) bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla:
21- İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet onlar Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.
22- Demek, ‘iş başına gelip yönetimi ele alırsanız’ hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak(33) ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?(34)

AÇIKLAMA

27. Yani kafir ve münafıkların işittikleri halde “Biraz önce ne demişti?” diye sordukları o emirler, hidayete erenlerin hidayetlerini daha da artırır. Nasipsizlerin vakitlerini boşa harcayarak terkettikleri meclisten, nasipli olanlar, yeni bir ilim ve irfan hazinesi elde ederler.

28. Onların arzu ettikleri takvaya Allah’ın lütfu ile ulaştıkları belirtiliyor.

29. Kur’an’ın mucizevi beyanıyla, Peygamber’in (s.a) temiz hayatıyla ve sahabe-i kiramın devrimler meydana getiren hayatlarıyla son derece açık bir şekilde ortaya konan gerçeğin açıklanmasından sonra, bu insanlar iman etmek için Kıyamet’in gelip çatmasını, karşılarına gelip dikilmesini mi bekliyorlar?

30. Kıyamet alametlerinden maksat, Kıyamet’in kopuşunun yaklaştığını gösteren alametlerdir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek olan Allah’ın son Peygamber’inin gelmesidir.
Buhari, Müslim, Tirmizi ve Müsned-i Ahmed’de Hz. Enes, Sehl bin Saidî ve Büreyde’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şehadet ve orta parmaklarını kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Benim peygamber olarak gönderilişimle kıyamet bu iki parmak gibidir.” Yani bu iki parmak arasında nasıl başka bir parmak yoksa, benimle kıyamet arasında da başka bir peygamber gönderilmeyecektir.

31. İslam’ın insana kazandırdığı ahlaki değerlerden biri de, kulun Rabbine ibadet ve kulluk görevlerini yerine getirmesi, O’nun dini uğruna cihad etmesi, gücü yettiği kadar gayret etmesi, “Üzerime düşeni yaptım” diye yaptıklarını asla yeterli görmemesi, tersine, daima “Rabbimin benden istediklerini ve üzerimdeki hakkını yerine getiremedim” diye düşünmesi ve her zaman kendi hatalarını itiraf ederek Allah’a, “Sana kullukta yaptığım kusurları bağışla” diye dua etmesidir.
Bu duygunun özü, Allah’ın şu buyruğunda ifade edilmiştir: “Ey Peygamber! Hatalarından dolayı af dile, günahlarından dolayı bağışlanma dile.” Bu, Hz. Peygamber’in (s.a.) gerçekte bilerek herhangi bir günah ve hata yaptığını ifade etmez. Aksine en doğru ifadesiyle şöyle denmek istenmektedir: Rabbine karşı kulluk görevlerini bütün kullardan daha fazla yerine getiren Peygamberin derecesi bile, yerine getirdiği görevler karşılığında gönlünden en küçük bir öğünme duygusu geçirmemesini, bütün büyük hizmetleri ve başarılarına rağmen Rabbinin huzurunda kusurlarını itiraf etmesini gerektirir.
Bu ayet nedeniyle Hz. Peygamber (s.a) , Allah’tan sürekli ve çok çok mağfiret dilerdi. Ebu Davud, Nesei ve Müsned-i Ahmed’deki rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a) , “Ben her gün Allah’tan yüz kere mağfiret diliyorum” buyurmuştur.

32. Ayette anlatılmak istenen durum şudur: O dönemde müslümanların içinde bulundukları şartlar ve kafirlerin İslam ve müslümanlara karşı tutumları nedeniyle müslümanlar Hz. Peygamber’e (s.a) savaşa izin veren bir ayetin niçin gelmediğini ve zalimlerle savaşmalarına niçin izin verilmediğini sorarlar. Müslümanların arasındaki münafıkların durumu ise gerçek müslümanlardan tamamen farklı idi. Onlar mallarını ve canlarını Allah’tan ve O’nun dininden üstün tutuyor ve O’nun uğruna bir tehlikeye atılmaya razı olmuyorlardı. Savaş emri gelir gelmez gerçek mü’minlerle münafıklar birbirinden ayrılıverdi. Bu emir gelmezden önce münafıklarla gerçek mü’minler arasında görünüşte hiçbir fark görülmüyordu. Onlar da namaz kılıyor, oruç tutmada da bir kusur etmiyorlardı. İsteksiz de olsa İslam’ı kabul ediyor görünüyorlardı. Fakat İslam uğruna canları feda etme vakti gelince, münafıklıkları açığa çıkmaya başladı; göstermelik imanları üzerindeki perde açıldı. Bu durum Nisa Suresi’nde şöyle açıklanır: “Kendilerine ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin denilmiş olanlara bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine savaş farz kılınınca içlerinden bir topluluk Allah’tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korkuyla insanlardan korkuyor. Onlar, “Ey Rabbimiz! Şu savaşı üzerimize neden farz kıldın, ne olurdu bizi yakın bir vakte kadar geri bıraksaydın?” dediler.” (ayet: 77)

33. “Hakimiyeti ele alınca” diye çevirdiğimiz “intevelleytüm” ibaresinin diğer bir tercümesi de “Eğer hakimiyetiniz gerçekleşirse” şeklinde yapılabilir.

34. Bu ayetten anlaşılan birinci mana şudur: Siz şimdi İslam’ı savunmakta usanç gösterirseniz ve bu muazzam yeryüzü düzenini kuran İslam nizamı için can ve malınızdan fedakarlık yapmaktan yüz çevirirseniz sonuç, yüzyıllardır birbirinizin boynunu vurduğunuz, kendi çocuklarınızı bile diri diri gömdüğünüz ve Allah’ın arzında zulüm ve fesadı yaydığınız o cahiliyet sistemine dönmekten başka ne olabilir?
Ayetin taşıdığı ikinci mana da şudur: Siz böyle hareket edip yaşadığınız müddetçe, iman ettiğinizi söylediğiniz dine karşı içinizde hiçbir samimiyet ve vefakarlık yoksa, onun uğruna hiçbir fedakârlığa hazır değilseniz ve böyle bir ahlâkî anlayış içinde olduğunuz halde Allah size güç verip dünya meselelerini çözmekte elinize yetki verirse, sizden zulüm ve bozgunculuk yapmaktan, kardeş kanına girmekten başka birşey yapmanız beklenemez.
Bu ayet, İslam’da akrabalar arası münasebetlerin kesilmesinin haram olduğunu açıkca ortaya koymaktadır. Diğer yandan, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde akrabalarla iyi ilişkiler kurulması büyük sevaplardan sayılmış ve sila-i rahim emri verilmiştir. (Örnek olarak bkz. Bakara: 83, 177, Nisa: 8, 36, Nahl: 90, İsra: 26, Nur: 22.)
“Rahm” kelimesi Arapça’da, istiare yoluyla yakınlık ve akrabalık anlamında kullanılmıştır. Bir kişinin uzak veya yakın bütün akrabaları onun Zevi’el-Erham’ı (akraba topluluğu) dırlar. Akrabalık derecesi ne kadar yakın ise o kişi üzerinde o kadar fazla hakkı vardır ve onunla ilişkilerin kesilmesi o ölçüde günahtır.
Sıla-i rahmin (akraba ile ilişki) gereklerinden olarak kişinin gücü yetiyorsa, akrabasına iyilik yapmaktan kaçınmaması gerekir. Sıla-i rahmin zıddı olan “Kat-ı rahim” (akrabalarla ilişkilerin kesilmesi) ise, kişinin akrabaları ile ilişkilerini kesmesi veya yapabileceği iyilikten kasten kaçınmasıdır.
Hz. Ömer (r.a) bu ayete dayanarak “Ümmu Veled’in (efendisinden çocuğu olan cariye) satılmasını haram kabul etmiş, sahabiler de bu hususta ittifak etmişlerdir. Hakim, Müstedrek isimli eserinde Hz. Büreyde’den şu hadisi nakletmektedir: “Bir gün Hz. Ömer’in meclisinde otururken aniden bir gürültü koptu. Soruşturulunca anlaşıldı ki, bir cariye satılıyor ve kızı da ağlıyormuş. Hz. Ömer bütün Ensar ve Muhaciri topladı ve onlara şunu sordu: “Hz. Muhammed’in (s.a) getirdiği dinde akrabalar arasındaki bağların kesilmesine izin verildiğini biliyor musunuz?” Hepsi birden, “Hayır” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) “O halde ne biçim iştir ki, aranızda anne kızından koparılıyor; akrabalar arasındaki bağların böyle acı bir şekilde koparılması nasıl olabilir?” dedi. Daha sonra da bu ayeti okudu. Halk da “Bu olaya mani olmak için uygun gördüğünüz çözüm ne ise onu yapınız” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer bütün İslam beldelerine şu genel emri gönderdi: “Efendisinden çocuk doğuran hiçbir cariyeyi satmayınız. Çünkü bu akrabalık bağlarının kesilmesidir, bu da helal değildir.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.