sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 65. AYET

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 65. AYET
27.08.2021
881
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

65- De ki: “Göklerde ve yerde gaybı(83) Allah’tan başka kimse bilmez. onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar.”(84)

AÇIKLAMA

83. Yaratma, idare ve besleme için gerekli imkanları temin açısından düşünüldüğü zaman, Allah’ın bir ve tek ilah olduğunu ispat etmek için, daha önce geçen ayetlerde gerekli deliller serdedilmiştir. Bu ayetle şimdi, ilahlığın önemli bir vasfı olan bilme (bilgi sahibi olma) açısından, aynı husus tekrar anlatılmaktadır. Allah (c.c) , tektir ve ortağı yoktur. Göklerde ve yerde bulunan, ister melek ister cin, ister peygamber ister veli, ister diğer insan ve başka yaratıklar olsun, bütün bunlar sınırlı bir bilgiye sahiptirler. Bilginin büyük bir kısmı onlardan gizlenmiştir. Her şeyi bilen tek alim sadece Allah’tır. Bu kainattan hiçbir şey O’na gizli ve saklı değildir. O, geçmiş, hal ve gelecekte olacak her şeyi bilir.
‘Gayb’ kelimesi, gizli ve kapalı olan şeyleri ifade eder. Bir terim olarak bilinmeyen herşeyi ve kişinin içinde bulunduğu saha ve çevresinin dışındaki bilgi ve malumatı ifade eder. Ferdî olarak bazı kimselerin bilip, diğer bir kısım insanların bilmediği birçok hususlar vardır bu dünyada. Bir bütün olarak geçmişte hiçbir insana bildirilmemiş, halen bilinmeyen ve gelecekte de bilinemeyecek daha birçok şey vardır. Cin, melek ve diğer yaratıklar açısından da durum aynıdır: Belli bazı şeyler onların bir kısmına malum, diğerlerine gizlidir. Pek çok husus ise bunların tümüne gizli ve hiçbirine malum değildir. Gizli olan şeylerin tümü sadece, alim olan tek varlık Allah tarafından bilinir ve sadece bunlar O’na açık-seçiktir. Çünkü, O’na hiçbir şey gaib (gizli) değildir, herşey O’na açık ve zahirdir.

Bu gerçeği ortaya koymak için, yaratma, tasvir ve kainattakilerin beslenmesi ile ilgli, daha önce serdedildiği gibi burada, soru sorma metodu benimsenmemiştir. Bunun sebebi ise şudur; bu sıfatların tezahürleri, herkesin, bu arada putperest ve çok tanrılı kimselerin bile farkedebileceği şekilde açıktır. Bugün de durum aynıdır. Bütün bunların, Allah’ın (c.c) işleri olduğunu bilmeyen yoktur.

Binaenaleyh burada, şu şekilde bir yöntem izlenmiştir: İtiraf ettiğiniz gibi tüm bu işler Allah (c.c) tarafından yapılmaktadır. O’nun bu işlerde, başka bir ortağı yoktur. O halde, ilahlık ve ibadetinde başkalarını niçin O’na ortak koştunuz? Bununla beraber, işaret edilen ve (beş duyu ile) hissedilen hiçbir tezahürü yoktur. O, düşünce ve tefekkürle kavranılabilir. Bundan dolayı mesele, soru sorma yerine bir iddia olarak ileri sürülmüştür. O halde, her aklı başında olana yaraşan, alîm olan Allah’tan başka Kadir-i Mutlak bir varlığın bulunduğuna inanmanın makul olup-olmadığını tefekkür etmesi ve düşünmesidir. Yani, geçmişte kainatta varolan, halen bulunan ve gelecekte de varolacak olan tüm şartları, eşyayı ve gerçekleri bilen Allah’tan başka biri var mıdır? Ve eğer alîm başka birisi yoksa ki zaten olamaz; öyleyse gerçekler, şartlar ve durumlardan tam olarak haberdar olamayan biri, insanların duasına karşılık verici (Mucîb) , onların ihtiyaçlarını yerine getirici ve zorluklarını giderici olabildiğine inanmak makûl olur mu?

İlâhlık ile gaybı bilme arasında kesin bir ilişki vardır. Bir şeyi varlık halinde düşündüğü ilk günden beri insan, Tanrı’nın heryerde hazır va nazır olma sıfatını, o, her şeyi bilen ve kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmamasını, böyle bir varlığın tabiî bir vasfı olarak kabul etmiştir.

Başka bir ifade ile, kaza ve kader, yapılan dualara karşılık verme, ihtiyaç içindeki herkesin ihtiyacını karşılama gibi hususlar, herşeyi bilen ve kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı varlığa insanın inanması için, bizatihi olayın yapısı yeter bir delildir. Bundan dolayı, Allah’ın güç ve otoritesinin sahibi olarak kendisini kabul eden insan, ister-istemez kendisini, gizli olan herşeyi bilen şeklinde kabul etmiş oluyor. Çünkü onun aklı, ilim ve otoritenin birbirine bağlı şeyler olduğunu kabule, haklı olarak zorlayacaktır. Yukarıda geçen ayetlerde ifade edildiği gibi, Halik, Musavvir, dualara karşılık veren (Mucîb) ve Basîr’in sadece Allah’ın olduğu hususu bir gerçekse, o zaman gizli (gaybı) olan şeyleri bilen’in (Alîm) de yalnızca Allah (c.c) olduğu açıktır. Netice itibariyle (bütün bunlardan sonra) , melek, cin, bir peygamber veya bir veli ya da diğer yaratıklardan hangisi, okyanuslarda, atmosferde, yerin altı ve üstünde, nerede ve hangi çeşit hayvanların bulunduğunu aklıyla düşünüp ihata edebilir? Göklerdeki uyduların adedi hakkında hangi sayı doğrudur? Ve onların herbirisinde ne çeşit yaratıklar vardır? Ve bu yaratıklardan herbiri nerede yaşamakta ve ihtiyaçları nelerdir? Bütün bunlar, zorunlu olarak Allah (c.c.) tarafından bilinmesi gerekir, çünkü onları O yaratmıştır.
Şartları tek başına O gözetme, meselelerini O kontrol etme ve beslenmelerini O ayarlama durumundadır. Sınırlı varlığı ile başka birisi, bu geniş ve herşeyi kuşatan ilme nasıl sahip olabilir ve bilmesi gereken bu varlıkların yaratma ve beslenme gibi işlerini nasıl yapabilir?

Sonra bu keyfiyyet bölünmez ki, mesela birisi sadece yeryüzünde olan şeyleri veya yalnız yeryüzünde bulunan insanlara ait hususları bilebilsin. Aynı şekilde Tanrı’nın yaratıcılığı, Rezzak, Kıyam Binefsihi (Zatı ile Kaim) oluşu da birbirinden ayrılamaz. Nihayet sonuç itibariyle yaratılıştan bu ana ve kıyamete kadar, ana karnında canlı hale geldikten son nefesine kadar bütün yaratıkları hal hareket ve durumlarını, bir insan nasıl bilebilir? Tüm bunları bir insan nasıl ve nereden bilebilecektir? O, bu sayısız yaratıkların yaratıcısı mıdır? Babalarının menilerindeki insanların varlık alemine çıkmalarına sebep olan tohum zerreciklerini o mu yarattı? Anne rahminde onlara biçim ve şekli o mu verdi? Onların normal doğumlarını o mu düzenledi? Kaderlerini, bu çok kısır bilgisi ile o mu tayin etti? Onların dünyadaki hayat ve ölüm, sıhhat ve hastalık, refah ve darlık, yükselme ve düşüşlerine dair kararlar almaktan o mu sorumludur? Ve bu hususlarda ne zamandanberi sorumludur? Bütün bu sorumluluk, nasıl sadece insanlarla sınırlı kalabilir? Bu ise, göklerin ve yerin evrensel idaresinin sadece bir kısmını teşkil eder. Ancak tüm kainatı idare eden bir varlık, aynı zamanda hem insanların yaradılış ve ölümünden, hem rızıklarını kısmak ve bollaştırmaktan, hem de kaza ve kaderlerinden tek başına sorumlu olabilir.
Gaybı ve görünmeyen şeyleri Allah’tan başka bir varlığın bilememesi prensibinin İslam’ın temel ilkelerinden birisi olması bundandır. Allah (c.c) , kullarından istediğine, bilgisinden dilediğini ifşa edebilir ve gayb olan şeylerden bir bütün halinde bir veya birkaç hususu, hikmetinden (ilminden) ona ihsan edebilir. Alim’ul-Gayb; gizli her şeyi bilen ve tüm yaratıkların rabbi olan sadece Allah’ın sıfatıdır. “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları ancak O bilir.” (En’am: 59) “Beklenen saatin ne zaman dolacağını (Kıyametin kopacağını) bilmek ancak Allah’a aittir. Yağmuru O yağdırır, anarahminde neyin teşekkül ettiğini O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez… Yine hiçbir kimse nerede öleceğini bilmez. Hak Tealâ herşeyi hakkıyla bilir. Herşeyden haberdardır.” (Lokman: 34) . “O, (kullarının) önünde-ardında ne var (ne yok) hepsini bilir, kulları ise, O’nun dilediği kadarından daha fazla başka bir şey kavrayamazlar.” (Bakara: 255)
Kur’an, bu umumî ve kesin nefiyle, sadece çeşitli yaratıkların gayb (gizli ve görünmeyen alem) hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtmekle yetinmez, aksine özellikle de peygamberlerin bu hususta bilgi sahibi (Alim’ul-Gayb) olmadığını açıkça ifade eder.

Nitekim Hz. Muhammed (s.a) , peygamberlerin, gayb ve görünmeyen alem hakkında bir bilgi sahibi olmadıklarını ve ancak, peygamberliğin onlara yüklediği vazifelerini ifaya muktedir kılacak kadar kendilerine gayb bilgisi verildiğini açıkça ifade eder. En’am Suresi: 50, A’raf Suresi: 187, Tövbe: 101, Hud: 31, Ahzab: 63, Ahkâf: 9, Tahrim: 3 ve Cin Suresi: 26-28. ayetleri bu hususta hiçbir şüphe bırakmaz.

Kur’an-ı Kerim’in tüm bu açıklamaları, Allah’tan başka birinin gaybı bildiğini kabul etmenin, gelmiş ve gelecek bütün olaylar hakkında başka birisinin de bilgi sahibi olduğuna inanmanın, kesinlikle İslâm-dışı bir inanç olduğu hususunu, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde sözkonusu ayetin manası vuzuha kavuşturuyor. Buharî, Müslim, Neseî, İmam Ahmed, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, sağlam bir senetle Hz. Aişe’den şu sözü nakletmişlerdir: “Kim, Hz. Peygamber (s.a) ertesi günü ne olacağını bilirdi diye iddia ederse, Allah’ı yalan söylemekle itham etmiş olur. Çünkü Allah şöyle buyurur: “Ey Rasûlüm! De ki, göklerde ve yerde gaybı ve görünmeyenleri Allah’ın dışında bilen başka hiç bir varlık yoktur.” İbn Münzir bunu, Hz. Abdullah b. Abbas’ın meşhur talebesi İkrime’ye dayanarak nakletmiştir: “Biri, Hz. Peygamber’e (s.a) “Ey Muhammed! Kıyamet ne zaman kopacak? Topraklarımızı kuraklık kasıp kavuruyor; yağmur ne zaman yağacak? Karım hamile; oğlan mı, yoksa kız mı dünyaya getirecek? Ve, bugün ne kazanacağımı biliyorum; fakat yarın acaba ne kadar kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum; fakat nerede öleceğim?” gibi sorular sordu. Cevap olarak, Hz. Peygamber (s.a) , yukarıda açıklamasını yaptığımız Lokman Suresi’nin 34. ayetini okudular. Nitekim, Buharî, Müslim ve diğer Hadis kitaplarında nakledilen şekliyle şu Hadis-i Şerif de aynı hususu destekler: Hz. Peygamber (s.a.) bir gün ashabı arasında otururken sorulardan biri olan “Kıyamet ne zaman kopacak?” sorusunu Cebrail (a.s) ona sorduğunda Hz. Peygamber (s.a) , “Bunu, kendisinden sorulan sorandan daha iyi bilemez” diye cevap verdi. Sonra, “Allah’tan başka, hakkında hiçbir kimsenin bilgi sahibi olmadığı beş husustan birisidir” diye ilave buyurdular ve daha sonra, Lokman Suresi’nin yukarıda geçen ayetini okudular.

84. Yani, “Gayb hakkında bilgi sahibi olduğu zannedilen ve dolayısiyle ilâhlıkta ortak kabul edilen şu nesnelerin, bizzat kendi geleceklerinden haberleri yoktur. (O halde) Allah’ın (c.c) , kendilerini tekrar dirilteceği zaman olan kıyametin vaktini (nereden bilsinler) bilemezler.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.