EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RUM SURESİ GİRİŞ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
030 – RUM SURESİ
GİRİŞ
Adı: Sure, Rum adını, içinde “ğulibet’ir-Rum” ifadesi geçen ikinci ayetten alır.
Nüzul Zamanı: Bu surenin nüzul zamanı, surenin başlangıcında değinilen tarihsel olaylar gözönünde bulundurularak tespit edilebilir. Surede “Rumlar en yakın bir yerde yenildiler” denilmektedir. O günlerde Arabistan’a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin’di ve bu ülkelerde MS. 615’de Bizanslılar İranlılar’a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl nazil olduğu söylenebilir ki, bu Habeşistan’a hicret edildiği yıldı.
Tarihsel Arka-Plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur’an’ın Allah kelamı ve Hz. Muhammed’in (s.a) Allah’ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel arka-plana bir göz atalım.
Hz. Muhammed’in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans İmparator’u Maurice’i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını Konstantinopol (İstanbul) caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da İmparatoriçe ve üç kızını öldürttü.
Bu olay, İran’ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz’e, Bizans’a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu. Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev’in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu nedenle Kral Hüsrev, tahtı gaspeden Phokas’tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603’de Bizans’a karşı savaş açtı. Ve birkaç yıl içinde Phokas’ın ordularını peşpeşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu’da Edessa’ya (bugünkü Urfa) , diğer taraftan Suriye’de Halep ve Antakya’ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas’ın ülkeyi kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus’u kuvvetli bir ordu ile Konstantinopol’a gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan edildi. Herakliyus, Phokas’a aynen onun eski İmparator Maurice’e davrandığı gibi davrandı. Bu olay, Hz. Muhammed’e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu.
Hüsrev Perviz’in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas’tan intikam almak olsaydı, Hüsrev, Phokas’ın ölümünden sonra yeni İmparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa Mecusilik (ateşperestlik) ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri resmi kilise yetkilileri tarafından afaroz edilen ve zulmedilen (Nasturî ve Yakubî gibi) Hıristiyan mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev’in ordusundaki Yahudilerin sayısı 26.000’e ulaşıyordu.
Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber, Antakya’nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613’de Şam düştü. MS. 614’de Kudüs’e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksanbin Hıristiyan öldürülmüş ve Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal haç yerinden sökülmüş ve Medyen’e taşınmıştı. Baş rahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz’in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs’ten Herakliyus’a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: “Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hakimi Hüsrev’den onun zavallı ve aptal kuluna: “Sen rabbine güvenip, dayandığını söylüyorsun. O halde rabbin neden Kudüs’ü benden kurtarmadı?”
Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları, Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası’nı geçip Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke’de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir çatışma devam ediyordu.
Bir tek Allah’a inananlar, Hz. Muhammed’in (a.s) önderliğinde, Kureyş’in ileri gelenlerinin yönetimindeki müşriklere karşı varolma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup, yurtlarını terkedip o günlerde Bizans’ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke’de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: “Bakın, İran’ın ateşperestleri zafer kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz.”
Bu sure nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu: “Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır. İşte o gün müminler Allah’ın lütfettiği zafere sevineceklerdir.” Burada bir değil iki gaybî haber verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar, ikincisi aynı zamanda müslümanlar da bir zafer kazanacaklardır. Görünür şartlar dahilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkansız gibiydi. Bir taraftan Mekke’de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619’da Mısır’ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi orduları Trablusgarb’a kadar ulaşmışlardı. Anadolu’da Rumları Boğaziçi’ne dek sürmüşler ve MS. 617’de Konstantinopol’un tam karşısındaki bölgeyi (bugünkü Kadıköy) ele geçirmişlerdi. İmparator bunun üzerine Hüsrev’e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: “İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim.” Bu yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol’den Kartaca’ya (bugünkü Tunus) gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon’un da dediği gibi, Kur’an’ın bu müjdeyi vermesinden sekiz yıl sonra bile hiç kimse, Bizans imparatorluğu’nun tekrar İran’ı yenilgiye uğratacağını hayal bile edemezdi. Hatta değil İran’ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame ettirebileceğine ihtimal vermiyordu.
Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy bin Halef, Hz. Ebu Bekir’le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.
Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: “Kur’an, Bid’i Sinin- ifadesini kullanıyor. Arapça “Bid” kelimesi, ona kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını da yüze çıkarın.” Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) , Ubeyy’le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz deve üzerinden yapıldı.
MS. 622’de Hz. Peygamber (s.a) Medine’ye Hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice Konstantinopol’dan ayrılıp Trabzon’a, oradan da Karadeniz’e gitti ve İran’a arkadan saldırma hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise’den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı, Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Heraklius karşı saldırısına M.S 623’de başladı. Ertesi yıl MS. 624’de Azerbeycan’a girdi ve Zerdüşt’ün doğum yeri olan Cloromia’yı yerle bir edip İran’ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah’ın kudreti ne kadar da büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir’de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum Suresi’nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu.
Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova’daki çarpışmada (MS. 627) onlara en büyük darbeyi vurdular. “Dastagerd”i ele geçirip, o günlerde İran’ın başkenti olan “Ctesiphon” taraflarına kadar ulaştı. MS. 628’de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur’an’ın “büyük zafer” diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev’in oğlu II. Kubâd, işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh’ı (Hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü çarmıh) restore edip monte etmek üzere Kudüs’e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) , Hicret’ten sonra ilk defa “Umret’ül-kaza” yapmak için, Mekke’ye girdi.
Bundan sonra artık Kur’an’ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu olay birçok Arap putperestin İslâm’ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy bin Halef’in varisleri bahsi kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir’e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı develeri Hz. Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber (s.a) , bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kafirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak harcanması konusunda da talimat verilmiştir.
Ana Fikir ve Konular:
Sure, Rumların yenilgiye uğradıklarını ve dünyadaki bütün insanların imparatorluğun yıkılacağını düşündüklerini, fakat birkaç yıl içinde durumun tersine dönüp yenilenlerin zafer kazanacaklarını bildiren bir bölümle başlamaktadır.
Bu giriş, insanların sadece görünürde ve yüzeyde olanları görmeye yakın oldukları gibi büyük bir gerçeği vurgulamaktadır. İnsan görünenin ve yüzeyin ötesindekilerden haberdar değildir. Hayatın önemsiz meselelerinde, bu sadece yüzeyde olanı görme alışkanlığı, insanı yanlış anlama ve hesaplamalara yöneltebilir. Ve insan “yarın ne olacağı” konusunda bilgisinin eksikliği nedeniyle yanlış tahminler yapmaya yatkınsa, bütün hayatını, sadece görünürde varolanları gözönünde bulundurarak yönlendirdiğinde hatasının ne kadar büyük olacağını tahmin etmek zor değil.
Daha sonra, Bizansla İran arasındaki savaşın ardından konunun yönü ahiret inancına çevrilmiştir. Yirmiyedinci ayete dek insana, çeşitli şekillerde ahiretin zaruri ve makul olduğu kadar mümkün de olduğu anlatılmaktadır. İnsanın hayat düzenini, dengeli ve istikrarlı bir şekilde devam ettirebilmesi için bugünkü hayatını ahiret inancına göre düzenleyip planlaması gerekmektedir. Aksi takdirde sadece görünürde ve yüzeyde varolan şeylere dayananların düştüğü hataya o da düşecektir.
Bu bağlamda, ahiret inancını ispatlamak için delil olarak sunulan kainattan ayetler, aynı zamanda tevhid inancını da desteklemektedir. O halde, 28. ayetten itibaren tevhidin tasdiki ve şirkin reddi konu alınmakta ve insan için en fıtrî hayat tarzının sadece bir tek Allah’a ibadet olduğu vurgulanmaktadır. Şirk insanın fıtratına olduğu kadar, kainatın doğasına da aykırıdır. Bu nedenle insan ne zaman bu sapıklığı seçtiyse, fesat ve fitne ortaya çıkmıştır. Yine burada iki büyük güç arasındaki savaşın neden olduğu karışıklığa dikkat çekilmekte ve bu karışıklığın da, şirkin bir sonucu olduğu, insanlık tarihinde fitne ve karışıklık çıkaranların hepsinin de müşrikler olduğu söylenmektedir.
Sonuç olarak, insanlara, ölmüş olan toprak Allah’ın indirdiği yağmur suyuyla nasıl birdenbire canlanıp bitkilerle kaplanıyor ve yeşeriyor ise, ölü insanların da aynı şekilde tekrar dirilip canlanacaklarını anlatan bir misal gösterilmektedir. Allah rahmetini (yağmur) vahiy ve risalet şeklinde gönderir, bu da insanlara yepyeni bir hayat verir ve onların gelişip serpilmelerini sağlar. O halde: “Eğer siz bu fırsatı değerlendirirseniz Arabistan’ın verimsiz çölleri Allah’ın rahmetiyle verimli hale gelecek ve bütün avantajlar sizin lehinize olacaktır. Aksine bu fırsatı değerlendiremezseniz sadece kendinize zarar vermiş olacaksınız. O zaman pişmanlığın hiçbir faydası olmayacak ve size değerlendirmeniz için fırsat verilmeyecektir