EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ŞUARA SURESİ 63. ve 72. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
63- Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.(47)
64- Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
65- Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
66- Sonra ötekilerini(48) suda boğduk.
67- Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır.(49) Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
68- Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
69- Onlara İbrahim’in haberini de aktarıp-oku:(50)
70- Hani, babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti.(51)
71- Demişlerdi ki: “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.”(52)
72- Dedi ki: “Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?”
AÇIKLAMA
47. Tavd, “yüksek dağ” demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Musa (a.s) , asasıyla denize vurur vurmaz, deniz ayrılarak sular iki dağ gibi iki tarafa yığılmış ve yüzbinlerce göçmenden oluşan İsrailoğulları kervanları sağ salim karşıya geçinceye ve Firavun’la orduları denizin ortasına ulaşıncaya kadar o halde kalmıştır. Denizin yarılarak suların yüksek dağlar gibi iki yana yığılması ve bu şekilde uzun süre kalması gibi bir olaya, tabii yolla, ne kadar güçlü olursa olsun, bir fırtına veya tayfun yol açamaz. Ta Ha Suresi’nin 77. ayetinde, Allah’ın Hz. Musa’ya (a.s) , “…denize vurup onlar için kuru bir yol aç” diye emrettiği anlatılmaktadır. Bu da gösteriyor ki, denize vurma, yalnızca suların ikiye ayrılıp büyük dağlar gibi iki yana yığılması sonucunu doğurmakla kalmamış, hiç çamursuz kuru bir yol açılmasına da neden olmuştur. Bu bağlamda, Duhan Suresi’nin 24. ayetinde, kavmiyle birlikte denizi geçtikten sonra Hz. Musa’ya (a.s) “Firavun boğulacağından denizi açık bırakması” emrinin verildiği de hatırlatılmalıdır. Buradan, denizi geçtikten sonra Hz. Musa (a.s) asasıyla tekrar vurmuş olsaydı, deniz sularının tekrar birleşeceği, fakat bundan menedildiği anlamı çıkar. Açıkça bir mucizeydi bu. Böyle iken, bunu tabii bir olay gibi yorumlamaya çalışanların görüşü bir yanılgıdan başka birşey değildir. Açıklama için bkz. Ta Ha, an:53.
48. Yani, Firavun ve ordusu.
49. Yani, Kureyş bundan şu dersi almalıdır: “Firavun, erkanı ve tebası gibi inatçı kişiler, kendilerine yıllarca apaçık mucizeler gösterildiği halde iman etmediler. İnat gözlerini öylesine kör etmişti ki, denizde boğulmaları olayında, gözlerinin önünde denizin yarıldığını, suların dağlar gibi iki tarafa yığıldığını ve İsrail kervanlarının geçmesi için ortada kuru bir yol açıldığını gördükleri halde, yine de, savaşmak üzere çıktıkları Hz. Musa’nın (a.s) arkasında ilâhî destek ve yardımın olduğunu anlayamadılar. Sonunda kendilerine geldiler ama, artık çok geçti. Çünkü, Allah’ın gazabı kendilerini kuşatmış ve deniz suları üzerlerini bütünüyle örtmüş bulunuyordu. Tam bu durumda Firavun bağırdı: “İnandım ki, İsrailoğulları’nın inandığından başka ilah yoktur ve ben müslümanlardanım (teslim olanlardanım) “. (Yunus: 90)
Öte yandan, bu olayda müminler için de bir ayet vardır: Şimdilik şer güçler egemen görünseler de, Allah uzun vadede lütfuyla hakkı hakim kılar ve bâtılı yok eder.
50. İbrahim Peygamber’in (a.s) hayat hikayesinin bu bölümü, risalet görevi almasından sonra, Tevhid ve Şirk sorunları üzerinde kendisiyle kavmi arasında geçen çatışmanın zamanıyla ilgilidir. Bu bağlamda, okuyucu Bakara: 258-260, En’am: 75-83, Meryem: 41-50, Enbiya: 51-70, Saffat: 83-113 ve Mümtehine: 4-5. ayetlerine de bakmalıdır.
Genelde Araplar ve özelde Kureyş, kendilerini Hz. İbrahim’in (a.s) izleyicileri sayıp onun yolu ve inancı üzerinde gittiklerini itiraf ettiklerinden, Kur’an, İbrahim Peygamber’in (a.s) hayatının bu bölümünü tekrar tekrar anlatmaktadır. Araplar’dan başka Hıristiyanlarla Yahudiler de, Hz. İbrahim’in (a.s) kendi dinî lider ve yolgöstericileri olduğunu iddia ediyorlardı. Bu yüzden Kur’an, Hz. İbrahim’in (a.s) getirdiği dinin, şimdi Hz. Muhammed aleyhisselamın tebliğ ettiği, kendilerinin ise şiddetle karşı çıktıkları aynı din, yani İslâm olduğu konusunda onları tekrar tekrar uyarır.
Hz. İbrahim (a.s) müşrik değildi, tam tersine şirkin baş düşmanıydı. Bu nedenle evini ve ülkesini terkedip bir muhacir olarak Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamak zorunda kalmıştı. Bir Yahudi ve Hıristiyan da değildi o. Çünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik ondan yüzlerce yıl sonra doğmuştu. Bizzat müşrikler, Arabistan’da puta tapınmanın, Hz. İbrahim’den (a.s) yüzyıllarca sonra başladığını itiraf ettiklerinden ve Yahudilerle Hıristiyanlar da Hz. İbrahim’in (a.s) Yahudilik ve Hıristiyanlık’ın doğuşundan çok uzun zaman önce yaşadığnı inkar etmediklerinden, bu tarihi delili reddetmenin imkanı yoktu. Öyleyse, bunların dinlerinin temelini oluşturduğunu sandıkları özel inanç ve adetler Hz. İbrahim’in (a.s) getirdiği dinin parçası olamazdı. Hak Din, tüm bu kirliliklerden uzak, yalnızca Bir Allah’a ibadet ve itaata dayanan dindi. Bu yüzden Kur’an şöyle der: “İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı, fakat hanif müslümandı; müşriklerden de değildi. Şüphesiz İbrahim’e en yakın ve layık olanlar ona uyanlar, bu nebi ve iman edenlerdir…” (Al-i İmran: 67-68) .
51. Bu sorunun hedefi, halka tapındıkları ilâhların sahte ve mutlak anlamda güçsüz olduğunu hatırlatmaktadır. Enbiya Suresi’nde aynı soru şöyle ifade edilir: “Karşılarında büyük bir bağlılıkla hizmet edip boyun büktüğünüz şu putlar nedir?”
52. Herkes onların putlara ibadet ettiklerini bilirken, bu şekilde cevap vermeleri, inançlarında sabit ve kalplerinin bununla mutmain olduğunu belirtmek içindi. Şöyle demek istiyorlardı çünkü: “Biz de bunların taştan ve odundan putlar olduğunu biliyoruz. Fakat inancımız, onlara bağlılıkla hizmet ve ibadet etmemizi gerektiriyor.”