EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ŞURA SURESİ 16. ve 22. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
16- O’na icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) ‘deliller öne sürüp tartışanların, (31) delilleri, Rabbleri katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazab vardır ve şiddetli azab onlar içindir.
17- Ki Allah, hak olmak üzere Kitabı ve mizanı indirdi.(32) Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakındır.(33)
18- Onda acele davrananlar, (gerçekte) ona inanmayanlardır. İman edenler ise, ona karşı bir korku içindedirler ve onun gerçekten hak olduğunu bilirler. Haberiniz olsun; kıyamet-saati konusunda tartışmakta olanlar, gerçekte uzak bir sapıklık içindedirler.
19- Allah, kullarına karşı lütuf sahibi olandır;(34) dilediğini rızıklandırır.(35) O, kuvvetlidir, azizdir.(36)
20- Kim ahiret ekinini isterse, biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim de dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.(37)
21- Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri,(38) dinden kendilerine teşrî’ ettiler (bir şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır.(39)
22- (O gün) Zalimleri kazanmakta oldukları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur.
AÇIKLAMA
31. Bu, Mekke’de hergün cereyan eden hadiselere işaret etmektedir. O zaman Mekkeliler, İslâm’ı kabul edenleri sürekli takip ederler, çevrelerindeki akrabaları, müslümanlara baskı yaparak onları İslâm’dan vazgeçirmeye ve Rasulullah’dan koparmaya çalışırlardı.
32. “Mizan” kavramı ile, terazi gibi tartarak doğru ve yanlışın, hak ve batılın, zulüm ve adaletin, iyilik ve kötülüğün farkını bildiren “şeriat” kastolunuyor. Allah, elçisinin ağzından şunları söyletmiştir. “Bana, aranızda adaletle hükmetmem, emrolunmuştur.” Burada “Kitab” ile “Mizan”ın birlikte indirildiği zikrolunuyor ki, böylelikle adaletle hükmedebilsin.
33. Yani doğru yola gelmeyi isteyen bir kimse, bu konuda acele etmelidir. Çünkü sonunuzun ne zaman geleceğini hatta ikinci nefesi dahi alıp alamayacağınızı dahi bilemezsiniz.
34. Burada geçen “latîf” kelimesinin iki anlamı vardır: Birincisi, Allah, kullarına çok şefkatli ve merhametlidir. İkincisi, O, kullarının en küçük ihtiyaçlarını bile öyle dikkati nazara alır ki, kendileri bile ihtiyaçlarının nasıl karşılandığının farkında bile olmazlar. Buradaki “kullar” ile tüm insanlık kastolunuyor. Yani Allah’ın lütfu tüm dünyaya şamildir.
35. Yani, Allah’ın lütufkar olması, tüm kullarına eşit rızık dağıtacağı anlamına gelmez. Allah, herkese verir ama O’nun verdiği eşit miktarda değildir. Bazılarına başka bir hususda, bazılarına da başka bir hususda verir.
36. Yani, nizam içindeki tüm taksimat, Allah’ın gücüne dayanıyor ve kimsenin gücü bunu değiştirmeye yetmez. Şayet, Allah bir kimseye vermek istiyorsa, kimse ona engel olamaz. Vermek istemiyorsa da verdiremez.
37. Önceki ayetlerde, herkes tarafından kolaylıkla müşahade edilebilmesi mümkün olan iki gerçeğe işaret edilmiştir. Birincisi, Allah’ın lütfu umumidir ve tüm kullar ondan yararlanmaktadırlar. İkincisi, rızık herkes için eşit dağıtılmamıştır ve insanlar arasında bu bakımdan fark vardır. Bu ayette, Allah’ın kullarına verdiği lütuf ve rızkın bağışlanmasında sayısız farklılıklar vardır. Öncelikle bu farklılık usuldedir. Yani ahireti taleb edenler ile dünyayı talep edenlere başka başka rızıklar verilecektir.
Bu önemli gerçeğe burada kısaca değinilmiştir. Fakat bu gerçeği ayrıntıları ile kavramak, insanın hayat tarzını yeniden gözden geçirmesini sağlar.
Dünya ve ahiret için uğraşanlar, tarlada çalışan işçilere benzetilmiştir. Çiftçiler toprağı çaba sarfederek ekerler ve ondan ürün alırlar. Fakat maksat ve niyetlerindeki farklılık, onların amellerinde de farklılığa yol açar. Örneğin, ahiret için tarlada çalışan kimse ile dünya için tarlada çalışan arasında fark vardır. Dolayısıyla Allah indindeki mükafatları da farklı olur. Oysa her ikisi de bu dünyada çalışmaktadırlar.
Ahiret için tarla eken kimseye Allah, dünyadaki nasibini verir ve o, dünyadayken kendine az-çok bir kısmet bulur. Çünkü, Allah’ın lutfu herkese şamildir. O, iyi ve kötü herkesi rızıklandırır. Fakat Allah, ahiret için tarlasını ekenin tarlasını bereketlendirmekle müjdeliyor. Çünkü o, buna talibtir ve bunun için çalışmıştır.
Onun tarlasına bereket vermenin pekçok şekli vardır. Örneğin, o ne kadar iyi ve halis niyet ile çalışmış ve ahiret için ne kadar salih amel işlemişse mükafatı da o nispette yüksek olur. Bunun yanısıra dünyada ahiret niyetiyle salih amel yaparsa, Allah ona iyilik yapmak için daha çok fırsatlar tanır. Yani, Allah tüm iyilik kapılarının kapanmasına ve şer kapılarının açılmasına müsaade etmez. Üstelik ahirette bu dünyada yaptığı amellerin karşılığını fazlasıyla bulacaktır. En azından 10 katıyla, binlerce fazlasıyla (hatta sınırsız) derecede mükafat alırlar.
“Sadece bu dünya için tarla eken kimsenin-ki onun tüm çalışması bu dünya içindir- akibetini Allah şöyle bildiriyor: Birincisi, o ne kadar çaba sarfederse sarfetsin, Allah’ın kendisi için tayin ettiğinden fazlasını alamaz. İkincisi, bu dünyada ne bulduysa sadece onunla yetinmek zorundadır.
38. “Şürekau” (ortaklar) ifadesi ile sadece insanların kendilerine yalvardıkları, müracaatta bulundukları, dua ettikleri, ibadet edip adak kestirdikleri ve bu şekilde ortak koştukları tanrılar kastedilmiş değildir. Burada ‘ortaklar’ ile insanların kendilerine Allah ile beraber hüküm koymada ortak kabul ettiği kimseler kastolunmaktadır. Öyle ki, onların ortaya attıkları düşüncelere, akidelere, nazariyelere iman edilir ve ahlâkî kaideler, kültürel normlar şeklinde ihdas ettikleri değerler ölçü olarak kabul edilir. Onların icad ettikleri kanunlara, dini törenlere, örf ve adetlere uyulur. Kişisel ve toplumsal hayatı düzenlemede, alış verişte, mahkemelerde, siyasette, yönetimde hep onların kararları esas alınır. İşte bu, o insanların tabi oldukları şeriatlarıdır. Yine bu, Allah’ın dininin karşısında kendi başına müstakil bir dindir. Onlar nasıl ki Allah’ın rızası olmadan bir ‘din’ ortaya koymuşlarsa, onlara uyanlar da Allah’ın rızası olmadan uymuşlardır. İşte Allah’dan gayrısına kulluk nasıl şirkse, bu da öyle şirktir. Daha fazla izah için bkz. Bakara an: 172 ve 288, Al-i İmran an: 57, Nisa an: 90, Maide an: 1-5 ve 104-105, En’am an: 86-87, 106-107, Tevbe an: 31, Yunus an: 60-61, İbrahim an: 30-32, Nahl an: 114-116, Kehf an: 49-50, Meryem an: 27, Kasas an: 86, Sebe: 41 ve an: 63, Yasin: 60 ve an: 53.
39. Yani, bu o kadar büyük bir cürümdür ki, şayet Allah son hükmünü vermeyi kıyamete kadar ertelememiş olsaydı, bunları dünyada da azaba çarptırırdı. Çünkü onlar Allah’ın kulu oldukları halde ortaya bir ‘din’ atmışlar ve onlara uyanlar da Allah’ın dinini bırakarak onlara tabi olmuşlardır.