sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TAHRİM SURESİ (GİRİŞ)

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TAHRİM SURESİ (GİRİŞ)
22.02.2023
371
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

TAHRİM SURESİ
GİRİŞ
Adı: Sure adını 1. ayetten almıştır. Ancak bu adın, surenin muhtevasıyla doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır. Yani, surede birtakım haramlar bildiriliyor değildir. Sadece, Hz. Peygamber’in (s.a) birşeyi nefsine yasaklama teşebbüsü ele alınmaktadır.
Nüzul Zamanı: Bu vak’a ile ilgili olarak, hadislerde Hz. Peygamber’in (s.a.) , birisi Hz. Safiye, diğeri Hz. Mariye olmak üzere iki hanımının adı zikredilmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.) , Hz. Safiye ile Hayber’in fethinden sonra evlendiği ve Hayber’in de hicretin 7. yılında fetholunduğu hususunda ihtilaf yoktur. İkinci hanımı Hz. Mariye’ye gelince, Mısır hükümdarı Mukavkıs, O’nu hicretin 7. yılında Hz. Peygamber’e (s.a.) hediye olarak göndermiştir. O’ndan da Hz. Peygamber’in (s.a.) 8. hicrî yılın zilhicce ayında İbrahim adlı bir oğlu olmuştur. Bu tarihî bilgilerden surenin, hemen hemen hicrî 7. ve 8. yılları arasında nazil olduğu kesinlik kazanmaktadır.
Konu: Bu surede Hz. Peygamber’in (s.a) hanımları ile arasında geçen birçok önemli hadiseye işaret edilmekte ve bunlar da aşağıda zikredeceğimiz birtakım mühim meselelere ışık tutmaktadır:
a) Haram-helal, caiz olan-olmayan, had koymak-koymamak hususunda hüküm sadece ve sadece Allah’a aittir. Değil sıradan bir insana, Allah’ın Rasulü’ne dahi, bu tür bir yetki tanınmamıştır. Bir peygamber eğer bir şey hakkında haram veya helal kararı veriyorsa, bu muhakkak Allah’ın O’na bir işareti iledir.
Bu işaret, Kur’an’da olduğu gibi açık bir şekilde de, vahy-i hafi ile de olabilir. Ancak Allah’ın mübah kıldığı bir şeyi haram kılmak, değil sıradan birinin, bir peygamberin yetkisi dahilinde bile değildir.
b) İslâm toplumu içinde Hz. Peygamber (s.a) tabiatı icabı çok hassas bir konumda bulunuyordu. Öyle ki, O’nun herhangi bir davranışı bile -ki bir başkası yaptığında bir anlam taşımaz- yasal nitelik taşıyabiliyordu. Bu bakımdan Allah Teâlâ, peygamberlerin hayatını çok yakından sürekli bir denetim altında tutmuştur. Allah kendi rızası dışında birşey sokulmasın diye ve İslâmî kaide ve usullerin sahih bir biçimde sadece Allah’ın Kitabı’nda değil, yanısıra Peygamber’in (s.a) “güzel bir örnek” olan hayatında da sergilenmesi için, peygamberlerin yollarından biraz sapmaları halinde bile onları hemen düzeltmiştir.
c) Yukarıdaki hususun açıklanmasından sonra, ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Şayet Hz. Peygamber (s.a) küçük bir zaaf için bile uyarılmış, tenkid edilmiş ve bunlar Kur’an ile de kayıtlanmışsa, Hz. Peygamber’in (s.a.) bize kadar ulaşabilen tertemiz hayatı boyunca işlediği fiil ve davranışları, emir ve irşadları içinde Allah’ın tenkid ve tashih etmediklerinin tümü haktır ve Allah’ın rızasına uygundur. Dolayısıyla bizler, tereddüt etmeksizin, güvenle onları yol gösterici olarak alabiliriz.
d) Kur’an’da Hz. Peygamber’e (s.a) saygı gösterilmesi, Allah’a imanın bir şartı olarak bildirilmiştir. Bu surede ise, aynı Peygamber, hanımlarını memnun etmek için helal bir şeyi kendisine haram kıldığından ve Allah’ın kendilerini “müminlerin anneleri” şeklinde niteleyip, Müslümanlara onlara saygı göstermelerini emrettiği Peygamber hanımları, taşıdıkları bazı zaaflardan dolayı şiddetle ikaz edilmişlerdir. Üstelik Hz. Peygamber’e (s.a.) ve temiz eşlerine bu ikaz gizlice değil, açıktan yapılarak, İslâm ümmetinin gece-gündüz okuyacağı Kur’an-ı Kerim’e de kaydedilmiştir. Burada, Allah’ın maksadının Hz. Peygamber’i ve eşlerini Müslümanların gözünden düşürmek olmadığı açıkça ortadadır. Ayrıca Kur’an’ın bu suresini okumalarının Müslümanların kalbinde onlara karşı varolan saygı ve hürmeti azaltacağı da düşünülemez. Peki o halde bu meselenin Kur’an’da zikredilmesinin sebebi nedir? Bunun sebebi, Allah Teâlâ’nın müminlere, kendi önder ve büyüklerine saygı ve hürmetin sınırlarını öğretmek istemesidir. Yani, Hz. Muhammed (s.a) sadece bir peygamberdir. O (hâşâ) kendisinden hiçbir zaafın sudur etmeyeceği bir ilah değildir! Hz. Peygamber’e (s.a.) gösterilen saygı, kendisinden hiçbir zaaf ve kusurun sudur etmemesi nedeniyle değil, Allah’ın insanlara gönderdiği bir nümune-i imtisal olduğu içindir.
O’ndan küçük bir hata bile sadır olduğunda, Allah O’nu düzeltmeksizin bırakmamıştır. Bu bakımdan biz, Hz. Peygamber’in (s.a) güzel örnekliğinin Allah’ın rızasına uygun olduğuna, huzur-u kalp ile inanırız. Bunun yanısıra sahabe ve Ümmü-l Müminin de ne melektir, ne de insan üstü varlıklar!… Pekalâ onlardan da hatalar sudur edebilir. Onlara bu makamın verilmesi, onların Allah’ın Rasulü’nün, terbiyesi altında yetişip, insanlığın en güzel örnekleri olmaları nedeniyledir. Dolayısıyla onlara gösterilen saygı, her hatadan münezzeh olmalarından değil, bunun içindir. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a.) döneminde sahabelerden ya da müminlerin annelerinden hatalı bir davranış sudur ettiğinde, açıkça onlar da ikaz edilmişlerdir. Hz. Peygamber’in (s.a.) düzelttiği, onların bazı hataları hadislerde kayıtlıdır. Ayrıca Müslümanların, büyükleri aşırı yüceltme hususunda ileri gitmemeleri, onları beşer hüviyetinden çıkarmamaları ve onları ilahlaştırmamaları için, onların hatalarına bizzat Allah dikkat çekerek, onları düzeltmiştir.
Kur’an’ı dikkatle mütalea eden bir kimse, bu konuda birçok örnek bulabilir. Al-i İmran Suresi’nin 152. ayetinde Allah Uhud Savaşı’ndan bahisle, sahabeye şu şekilde hitap etmiştir. “Kendi izniyle onları öldürdüğünüz sürece, Allah size va’dini doğruladı; nihayet siz korktunuz. Allah size arzu ettiğiniz galibiyeti gösterdikten sonra verilen emir hakkında çekişip, isyan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminizse ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi denemek için onlara sizi mağlup ettirdi, sizi bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkardır.”
Nur Suresi’nin 12-17. ayetlerinde ise, Hz. Aişe’ye yapılan iftiradan bahisle, sahabeye şöyle seslenilmiştir.
“Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların kendiliklerinden güzel zanda bulunup, “bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? (…) Eğer size dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu olmasaydı, içine daldığınız bu yaygarada, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Çünkü siz onu dillerinize alıverdiniz ve hakkında hiç bilginiz olmayan birşeyi ağızlarınızla söylediniz ve onu önemsiz bir iş sandınız. Oysa o, Allah yanında büyük bir günahtı. Onu işittiğiniz zaman “Bunu konuşmamız bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi? Allah size öğüt veriyor ki, eğer inananlar iseniz böyle bir şeye asla dönmeyesiniz.”
Ahzap Suresi’nde (28-29) müminlerin annelerine seslenilerek şöyle buyurulmuştur:
“Ey peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayayım ve sizi güzellikle salıvereyim. Eğer siz, Allah’ı ve ahiret yurdunu istiyorsanız, Allah sizden güzel hareket edenlere büyük mükafat hazırlamıştır.”
Cuma Suresi’nde (11) sahabe hakkında şunlar söylenmiştir
“Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp, ona gittiler ve Seni ayakta bıraktılar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Mümtehine Suresi’nde ise, Mekke’nin fethinden önce Hz. Peygamber’in (s.a.) Mekke’ye saldırı planlarını, Kureyşlilere gizlice haber vermek isteyen Bedir ashabından Hatip bin Ebi Belta’nın bu davranışı, şiddetli bir şekilde eleştiri konusu olmuştur.
Buna benzer daha birçok örnek Kur’an’da zikredilmiştir. Yine Kur’an’da Allah Teâlâ, sahabenin ve müminlerin annelerinin yüce faziletlerini beyan ederek, kendilerinden razı olduğunun müjdesini vermiştir. İşte bu denge dolayısıyladır ki Müslümanlar; yahudi ve hıristiyanların kendi büyüklerini ilahlaştırdıkları gibi bir hataya düşmemişlerdir. Bu bakımdan hadis, tefsir ve siyer konusunda Ehl-i Sünnet’in ileri gelenleri yazdıkları eserlerde, sahabe, müminlerin anneleri ve Müslüman büyüklerin faziletlerini anlatırlarken, onların zaaf, hata ve yanılgılarını da açıklamaktan kaçınmamışlardır. Oysa bu kimseler, günümüzde onları yüceltenlerden daha kadir kıymet bilir kimselerdi.
e) Bu surede açıkça, Allah’ın insanlar hakkındaki kararlarının objektif olduğu beyan edilmiştir. Herkes imanının ve amelinin karşılığını alacaktır. İleri gelen büyük bir zat ile yakınlığı dolayısıyla hiç kimsenin ayrıca bir hak kazanması mümkün olmadığı gibi, kötü bir zat ile olan yakınlığı nedeniyle de hiçbir kimseye zarar gelmez. Bu bölümde müminlerin annelerine, Üç tip kadın örnek verilmiştir. Birincisi, Hz. Nuh ile Hz. Lut’un (a.s) hanımlarıdır. Şayet iman etmiş olsalardı, Hz. Muhammed’in (s.a) hanımları gibi, onlar da Peygamber olan kocalarının vesilesiyle Müslümanların anneleri olacaklardı. Ancak onlar tam aksi davrandıklarından, Peygamber hanımı olmalarına rağmen, cehenneme hak kazanmışlardır. İkinci olarak Allah’ın en büyük düşmanlarından Firavun’un hanımı örnek verilmiştir. O iman ederek, Firavun ve kavminin yaptıklarından kendisini ayırmıştır. Ve onlardan ayrı bir yol izlediği için, Firavun’un karısı olmasına rağmen, bunun kendisine bir zararı dokunmamıştır. Allah O’nu Cennetine layık kılmıştır. Üçüncü örnek ise, Hz. Meryem’dir. Allah O’na en yüce makamı, kendisini en şiddetli imtihana soktuğunda bile, Allah’ın emirlerine uyduğu için ihsan etmiştir. Gerçekten de Hz. Meryem’in dışında yeryüzünde hiçbir kız böylesine zor bir imtihana tabi tutulmamıştır.
O bir bakire iken, Allah kendisini mucize olarak hamile kılar ve O’ndan, bu görevi yerine getirmesini ister. O da hiç şikayet etmeksizin, gerçek müminler gibi bu görevi kabullenir ve Allah’ın emrini yerine getirir. Sonuçta Allah kendisini Cennetteki kadınların seyyidesi kılmıştır. (Müsned-i Ahmed)
Bir başka önemli gerçek ise, Allah tarafından Hz. Peygamber’e (s.a) gönderilen vahiylerin sadece Kur’an ile kayıtlanmış olmadığıdır. Yani Hz. Peygamber’e Kur’an’ın dışında da vahiy geldiği bir vakıadır. Nitekim bu surenin üçüncü ayeti, bu konuda bir delildir. Bu ayete göre, Hz. Peygamber, hanımlarından birine bir sır vermiş ama O, bu sırrı Hz. Peygamber’in (s.a.) bir başka hanımına daha açıklamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ’da bu muhabereyi Rasulü’ne bildirince, hanımı “bunu sana kim haber verdi” diye sorar. Rasulüllah, “Bunu bana Alim ve Habir olan Allah haber verdi” şeklinde cevaplar. Bu noktada, “Ey peygamber, hanımın senin kendisine verdiğin sırrı filan kimseye söyledi” biçiminde bir ayetin Kur’an’ın neresinde kayıtlı bulunduğu gibi bir soru akla gelmektedir. Şayet Kur’an’da böyle bir ayet yoksa -ki yoktur-, bu Hz. Peygamber’e (s.a.) Kur’an’ın dışında da açıkça vahiy geldiğini ispatlar. Dolayısıyla hadis inkarcılarının “Rasulullah’a Kur’an dışında vahiy inmemiştir” şeklindeki iddiaları da çürümektedir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.