EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TEĞABUN 8. VE 9. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
8- “Şu halde Allah’a, O’nun Resulüne ve indirdiğimiz nur (Kur’an) a iman edin.(18) Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”
9- Sizi toplanma günü için bir arada toplayacağı gün;(19) Kim Allah’a iman edip salih bir amelde bulunursa,(21) (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş (fevz) ‘ budur.
AÇIKLAMA
18. Yani, “Toplumların helâk olmalarının nedeni, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamaları ve ahireti inkâr etmeleriydi. Bu bir gerçektir ve insanlık tarihi de bu gerçeğe şahitlik etmektedir. Şimdi sizler aynı yolu izlemede ısrar ederek, kendinizi helâke davet etmiş olursunuz. Bu konuda boşuna ısrar etmeyin ve Allah’ın Rasulü ile Kur’an’ın davetine icabet edin. Burada siyak ve sibaktan “Nur” ile Kur’an’ın kastedildiği açıkça anlaşılmaktadır. Nur nasıl kendiliğinden görünür ve civarında daha önceden karanlıkta olan her şey meydana çıkarsa, Kur’an’ın ışığı da bir gerçektir ve nur gibi parlamaktadır. Böylece onun ışığından insan, ilmin ve aklın yetmediği meseleleri anlamaktadır. Kur’an’ın ışığı ile düşünce ve davranışların sayısız yolları arasında doğru yol açıkça görülür. Bu ışık hayatın her safhasında insanı sırat-ı müstakim’e iletir ve onu sapık yollardan, helâk olmaktan koruyarak, selâmet yollarına ulaştırır.
19. “Toplanma Günü” kıyamet günüdür. “Toplanma” ile ezelden kıyamete kadar tüm insanların diriltilmesi kastedilmektedir. Bu husus Kur’an’da pek çok yerde işlenmiştir. Örneğin Hud: 103’te “O öyle bir gündür ki, tüm insanlar onun için toplanmıştır ve o gün, herkesin göreceği bir gündür.” ve Vakıa: 50’de, “Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır.” buyurulmuştur.
20. “Yevm’ut-Teğabün” ifadesinin anlam sahası çok geniştir ve sadece Urduca’da değil, hiçbir dilde tam tercümesi yapılamaz. Kur’an’da da kıyamet hakkındaki ifadelerin en kapsamlı olanıdır. Bu nedenle bu ifadenin yeterince açıklanması gerekmektedir.
Teğabün G-B-N’den türemedir ve Gaben veya Gabn şeklinde telaffuz edilir. Gabn, daha çok ticari sahada kullanılırken, Gaben, fikri içerikli yerlerde kullanılır. Lugavî bakımdan, birçok anlamı vardır. Gaflet, unutmak, aldatmak, kendi hakkında mahrum kalmak, müşteriyi alışverişte belli etmeden zarara sokmak vs. Nitekim Hasan Basrî alışverişte bir başkası tarafından kandırılan kimseye, “O senin aklını çeliyor (ğ-b-n) ” demiştir. Teğabün bu kelimeden türemiştir. Ve iki veya daha çok insan arasında cereyan eden bir aldatmacayı ifade eder. “Örneğin “Teğabene’l-kavm” (kavim birbirini aldattı) denir. Yine bu fiil, başkasını zarara sokmak, birinin hakkını başkasına vermek, birini zarara sokmak başkasına kazandırmak, başkalarına karşı gafil ve zayıf olmak vs. anlamlarına gelir.
Kıyamet ile ilgili bu ayetin üzerinde düşünüldüğünde kıyametin, “Teğabün günü” şeklinde nitelendiği görülür. Dolayısıyla bu terkipten, dünyada gece gündüz “teğabün” ün vukubulduğu anlaşılmaktadır. Ama bu zahiri ve aldatıcıdır. Hakiki teğabün bu değildir. Asıl ve gerçek teğabün, kıyamet günü vuku bulacaktır. Ancak o gün, kimin kazanıp kimin kaybettiği, kimin hakkının kime geçtiği, kimin hakkından mahrum olduğu, gerçekten kandırılanın kim, akıllının kim olduğu anlaşılacaktır. Yine, kimin hayatındaki sermayeyi yanlış bir işe yatırarak iflas ettiği, kimin yeteneklerini, vaktini, malını kârlı bir işe yatırarak kâr ettiği, kimin ise dünya hayatının gerçeğini anlayıp hüsrana uğramadığı orada belli olacaktır.
Müfessirler, “Yevmu’t-Teğabün” ile ilgili birçok yorumlarda bulunmuşlardır ve bu yorumların hepsi de geçerlidir. Onlar bu ifadeyi farklı biçimlerde ele almışlardır. Örneğin bazıları bu günü, “Cehennem ehline, şayet Cehennemi hak etmemiş olsalardı, kendilerine Cennet ehlinin nimetlerinin verileceği, Cennet ehline de eğer cennete girmeseydiler, kendilerine cehennem ehline yapılan azabın verileceği gün” şeklinde anlamışlardır. Nitekim Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis, bu hususu teyid etmektedir. “Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: Cennete gidenlere Allah’a şükretmeleri için, şayet kötü ameller işleselerdi içine sokulacakları Cehennemdeki yerler gösterilecektir. Cehenneme gidenler de, daha çok hasretini çekmeleri için, eğer salih ameller işleselerdi oraya gidecekleri cennetteki yerler gösterilecektir.” (Buhari, Kitabu’r-Rikak)
Bazı müfessirler de, o günü, “Zalimlerin -eğer varsa- yaptıkları iyiliklerin sevabının, kendilerine zulmettikleri mazlumlara verileceği ve mazlumların günahlarının da -zulümlerine denk olmak üzere- zalimlere yükleneceği gün” olarak yorumlamışlardır. Çünkü kıyamet günü insan mal, mülk sahibi olmayacaktır. Bu bakımdan zalim, zulmettiği kimseye borcunu ancak amelleriyle ödeyebilecektir. Ve mazlum da, zalimden tazminat olarak onun iyi amellerini alır, günahlarını ise ona yükler. Bu konuda Hz. Peygamber’den (s.a.) birçok hadis nakledilmiştir. Ebu Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Kim kardeşine zulmetmiş olmanın yükünü taşıyorsa, onu burada ödesin. Çünkü öbür dünyada hiçbir dinar ve dirheme sahip olunmayacaktır. Orada kişiye borcu, ancak yaptığı iyi amellerle ödettirilir. Ya da -iyi amelleri yoksa- mazlumların günahları kendisine yüklenir.” (Buhari, Kitab’ur-Rikak) Cabir bin Abdullah’ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:”Hiçbir cennet ehli Cennete, hiçbir cehennem ehli de Cehenneme, yaptığı zulmün karşılığı ödettirilmeden giremeyecektir. Hatta bir kimse, bir başkasına vurmuşsa, onun karşılığını dahi ödeyecektir. Bunun üzerine biz, “Ya Rasulellah, o gün bizim hiçbir şeyimiz olmayacağına göre, biz borcumuzu nasıl ödeyeceğiz?” diye sorduk. O da şöyle cevap verdi: “Herkes iyi veya kötü amelleri ile borcunu ödeyecektir.” (Müsned-i Ahmed) Ebu Hüreyre’den rivayet olunduğuna göre bir defasında bir mecliste Hz. Peygamber (s.a) : Sizler kimin müflis olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Ya Rasulellah! Malı mülkü kalmamış kimse müflistir dediler. Rasulüllah (s.a) ümmetimin müflisleri, hergün namaz kıldığı, oruç tutup, zekat verdiği halde, diğer yandan başkalarına sövmüş, iftira atmış, başkalarının malını yemiş, kanlarını döküp bazılarını dövmüş olduğu için, kıyamet gününde yaptıklarına karşılık mazlumların kendisinin iyiliklerini alıp, daha fazlasını ödeyebilecek iyiliği kalmayan kimsedir. Daha sonra mazlumların günahları da bu kimseye yüklenir ve o da cehenneme sevkedilir.” dedi (Müsned-i Ahmed, Müslim) Hz. Büreyde’den nakledilen bir başka hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Cephedeki bir mücahidin arkasında bıraktığı eşine ihanet eden kimse, kıyamet günü o mücahidin karşısına getirilecek ve Allah o mücahide, “Bunun yaptığı iyiliklerinden dilediğini al” diyecektir. Daha sonra Rasulullah bize dönerek şöyle dedi:”O mücahidin ne yapacağını tasavvur edebiliyor musunuz?” (Müslim, Ebu Davud) Yani onun yanında bir iyilik bırakabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?
Bazı müfessirler ise, Teğabün kelimesini ticaretle alakalı bularak, mümin ve kafirlerin bu dünyada yaptıklarını bir ticarete benzetmişlerdir. Yani bir mümin, Allah’a isyan etmek yerine O’na tabi olup canını, malını ve tüm gayretlerini Allah yolunda sarfetmekle, zararlı bir ticareti bırakarak, sermayesini kârlı bir ticarete yatırmış olmaktadır. Yine bir kafir, Allah’a itaat etmek yerine, O’na isyan edip azgınlık yapmakla hidayeti yerine dalâleti satın alarak, kötü bir ticaret yapmış olmaktadır. Sonunda ise çok büyük zarar görecektir. Ancak her iki grubun da, gerçek kâr ve zararı kıyamet günü belli olacaktır. Dünyada bir mümin baştan başa zarar içinde görünürken bir kafirin her türlü faydayı yapıp, kimin zarar ettiği öbür dünyada ortaya çıkacaktır. Bu hususa Kur’an’ın birçok yerinde değinilmiştir. Örneğin aşağıdaki ayetlere bkz. Bakara: 16, 75, 207, Ali İmran: 77, 177, Nisa: 74, Tevbe: 111, Nahl: 95, Fatır: 29, Saf: 10.
Yevmu’t – Teğabün’ün bir diğer anlamı da şu şekilde olabilir. Dünyada küfr, fısk ve isyan edenler birbirleriyle çok rahat işbirliği yapar, yardımcı olurlar ve sıcak dostluklar kurarlar. Ahlâksız ailelerin bireyleri, fesad yayan liderler ve onların takipçileri, hırsızlar, haydut çeteleri, rüşvetçiler, zalim memurlar, imansız tüccar, fabrikatör, sanayici, toprak ağaları, dalâlet, şer ve habais yayan siyasi partiler, tüm dünyada büyük bir çapta fesada ve zulme yol açanlar ve bunların önderleri, yöntemleri ve toplumları arasında çok derin ve sıkı bir işbirliği vardır. Bunlar birbirleriyle çok iyi dost olduklarını ve başarılı bir işbirliği yaptıklarını sanıyorlar ama ahiret günü bütün bunların birer aldatmaca olduğunu anlayacaklardır. Çünkü orada, babasını, liderini, şeyhini, müridini vs.’yi en iyi yardımcısı sananlar, onların kendilerinin en büyük düşmanı olduklarını göreceklerdir. Onlarla aralarındaki dostluk, akrabalık ve sevgi, düşmanlıkla yer değiştirecek, hepsi birbirine lanet ederken, herkes yaptığı suçun sorumluluğunun en büyük cezayı görmesi için bir diğerine yükleme gayretinde olacaktır. Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde bu hususa değinilmiştir. Örnek için bkz. Bakara: 167, Araf: 37-39, İbrahim: 21-33, Fatır: 18, Saffat: 27, 33, Sad: 59, 61, Fussilet: 29, Zuhruf: 67, Duhan: 41, Mearic: 10, 14, Abese: 34, 37.
21. Allah’a iman etmek sadece Allah’ın varlığını kabul etmek değildir. Allah’a iman, O’nun emrettiği yani, Kitap ve Rasûl vasıtasıyla bildirildiği şekilde inanmakla olur. Dolayısıyla bu, aynı zamanda Kitab’a ve Rasule de imandır.
“Salih Amel” ile, insanların kendi uydurdukları ahlaki değerlere göre yapılan iyi işler değil, Allah’ın bildirdiklerine göre yapılan ameller kastolunmaktadır. Bu bakımdan hiç kimse, Kitap ve Rasûlü bir kenara bırakıp sadece Allah’a inanarak iyi ameller işlemekle, biraz ileride zikredilecek olan mükafatlara hak kazanacağını sanmamalıdır. Kur’an’ı dikkatle müteala eden bir kimse, Kur’an’a göre bu imanın Allah’a iman, yine bu amelin salih amel olmadığını kolayca anlar.