EZİYET VERİCİ SÖZLER KARŞISINDA ‘YÜKSEK KARAKTER’
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah cc’a mahsustur. Salat ve Selam kendisine uyulmadığı müddetçe kurtuluşun asla mümkün olmadığı HATEMÜ’L ENBİYA olan HZ. MUHAMMED (SAV)’e âline ,ashabına ve ona inanan, tabii olan şeksiz ve şüphesiz müminlerin üzerine olsun İNŞALLAH
“Mallarınız ve canlarınız husûsunda mutlaka imtihan edileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve günahlardan sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim işlerdendir.” (Ali İmran 186)
Resûlullah (s.a.s.), Bedir savaşından önce bir gün, hasta olan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyârete gitmek üzere bir merkebe binmiş, Üsâme b. Zeyd’i de terkisine almıştı. Yolda, münafık başı Abdullah b. Übey’in de bulunduğu bir meclise uğradı. Abdullah o sırada henüz müslüman olmamıştı Küfrünü açıkça ortaya koyuyordu. Meclis; müslümanlar, yahudiler ve puta tapan müşriklerden oluşuyordu. Abdullah b. Revâha (r.a.) da oradaydı. Resulullah Efendimiz’in bineğinin tozu meclise ulaşınca, Abdullah b. Übey burnunu elbisesinin ucuyla kapatarak:
“−Bizi tozutma!” dedi.
Allah Resûlü (s.a.s.) onlara selâm verip durdu, bineğinden indi, onları Allah’a imana davet etti ve kendilerine Kur’ân okudu.
Abdullah b. Übey:
“–Be hey adam! Bunları söylemekle iyi yapmıyorsun. Eğer söylediklerin doğruysa meclisimizde bize eziyet verme, git evine, seni dinlemeye gelenlere bunları anlat!” dedi.
Abdullah b. Revâha (r.a.):
“–Bilâkis ey Allah’ın Rasûlü, sen bizim meclislerimize gel, biz bunu çok seviyor ve istiyoruz” dedi.
Müslümanlar, müşrikler ve yahudiler atışmaya başladılar. Neredeyse birbirlerine hücûm edeceklerdi ki, Allah Resûlü (s.a.s.) onları sâkinleştirdi. Gerginlik bitince, Resûlullah (s.a.s.) hayvanına binip yoluna devam etti ve Sa‘d bin Ubâde’nin yanına geldi. Ona bu hâdiseden bahsetti. Sa‘d (r.a.):
“–Yâ Resûlallah! Onu affet, hoş gör! Sana kitâbı indiren Allah’a yemin ederim ki, Allah seni peygamber olarak gönderdiğinde bu belde halkı onu başkan yapmak ve başına krallık tâcını giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah seni hak dîn ile gönderip onun krallığını suya düşürünce, buna çok üzüldü, âdeta yeryüzü ona dar geldi ve nefes alamaz oldu. Herhâlde bu yaptıkları ondandır” dedi.
Allah Resûlü de Abdullah b. Übey’in davranışını affetti. Bu hâdise üzerine 186. âyet-i kerîme nâzil oldu.
Kötülüğe, aynıyla karşılık vermek, kötülüklerin artmasına sebep olur. Bundan dolayı Allah Teâlâ, dünya zararlarını azaltmak için sabrı, âhiret zararlarını azaltmak için de takvâyı emretmiştir. Bu durumda âyet-i kerîme, dünya ve âhiretin tüm âdâbını öz olarak ifade etmektedir. ( Râzî, IX, 105 )
Allah azze ve celle müminleri malları ve canları hususunda devamlı imtihana tâbî tutar. Ashâb-ı kirâm da gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde pek çok imtihanlardan geçmişlerdi. Canlar ve mallar bir imtihan vesilesidir ve insanın hayatında değer verdiği iki önemli esastır. Akide bu iki unsuru Allah’a feda etmekle kanıtlanır. Mal ve can hususunda eziyet çekmek zorunludur. Müslümanların başka bir imtihan şekli daha vardır ki Ayette ilahi bir yasa gündeme gelmekte , Allah Müslümanlara istikametlerinde vuku bulacak ilahi yasayı önceden haber vermektedir. Bu ayet Sünnetullah’ın içerisinde işkence , hapis, ölüm, tehdit vs dışında bir de eziyet verici sözleri işitmenin de olduğunu göstermektedir. Sünnetullahın ancak Allah’ın dosdoğru yoluna ve dinine teslim olmuş müminler üzerinde gerçekleştiği görülür. O halde yoldaki işaretlerden birisi eziyet verici sözleri işitmektir.
Sure, ehl-i kitap ve müşriklerin tuzaklarını , davanın temellerini ve hakikatini ,inananlar ve önderlerine ilişkin karışıklık ve kuşkulandırma amacıyla yaydıkları birçok propaganda şekillerini içermektedir. Bu propaganda şekilleri zamanla değişir. Ancak hepsi de İslâm’a, inanç temellerine, müslüman kitleye ve onun önderliğine yöneltilir. Bu Yüce Allah’ın müslüman kitleye gösterdiği , onlar için yolun özelliğini ve yolda pusuya yatmış düşmanlarının niteliklerini ortaya çıkardığı ilahi bir kuraldır.
– Bu Kur’anî direktif; bu akideyle hareket etmeye ve yeryüzünde Allah’ın metodunu gerçekleştirmek için çaba sarf etmeye başlayan ve böylece hedeflerini şaşırtmak ve bağlarını koparmak için aleyhlerinde hile, fitne ve propaganda yöntemleri ile biraraya gelenleri öğretmek ve müslümana fonksiyonunu nasıl yerine getireceğini öğretmektedir.
– Bu Kur’anî direktif; davanın, davayı gerçekleştirme yönteminin ve yol boyunca pusuda bekleyen düşmanlarının tabiatını, gözler önüne getirmeye ve Allah’ın bu vaadleriyle yüzyüze geldiklerinde kalplerine güven duygusunu serpmeye devam etmektedir. Böylece eziyet etmek için üzerine kurtların üşüştüğü, propagandalarıyla havladıkları ve imtihan ve fitneye maruz bıraktıkları zaman bu yolu takip ettiklerinin belirtisi ve gördükleri şeylerin yoldaki işaretler olduğunu bilirler. (Seyyid Kutub)
Bu yüzden müslümanlar aleyhlerindeki imtihan, fitne, boş iddia, hoşlanılmayan ve eziyet verici şeyler işittikçe sevinirler… Bunlarla sevinirler; çünkü, önceden yüce Allah’ın kendilerine vasfettiği yolu takip ettiklerine iyice inanırlar. Sabır ve takvanın, yol azığı olduğunu da bilirler. O zaman tüm hile ve kargaşalar onların yanında boşa çıkar. İmtihan ve işkenceler çok küçük kalır. Vaadedilen yolda belirlenen hedefe doğru yol alırlar. Sabır ve takva ile… Kararlılık ve sebat ile…
Bu beşer nefsinin gizliliklerini kitle ve toplumların hakikatini öğrenmeleri için de bir araçtır. Böylece onlar davalarının ilkeleriyle, kendi nefislerinde ve tüm insanların nefislerindeki şehvetlerinin nasıl dolaştığını görürler. Nefislerde şeytanın etkilediği açıkları, yolun kaygan kısımlarını ve sapıklığın izlerini öğrenirler. Davanın kuralı budur.. Kararlı ve güçlü kimselerin zorluklara sabretmesi, acı sarsıntılar esnasında Allah’tan korkmayı sürdürmesi..Haksızlık edip haktan uzaklaşmaktan yüz çevirmek, Allah’ın rahmeti hususunda ümitsizliğe kapılmamak, zorluklarla karşılaşırken Allah’ın yardımından ümitsiz olmamak… Bütün bunları kararlı ve güçlü kimselerden başkası gerçekleştiremez. Amaca ulaşmak için tutulacak yol, her insanın görebileceği şekilde açıktır. Bu davanın düşmanları asırlar ve nesiller boyu süregelen düşmanlardır. Asırlar ve nesillerden beri ona karşı tuzaklarını kurmaya devam ediyorlar. Kuran da hala aynı Kuran, bahsettiği düşmanlarda hala aynı niyetteki düşmanlardır.
İnananların ve bu yolda yürüyenlerin ilahi tecelliler gözleri önünde sergilenir. Davanın ilkelerini görmek, hakikatleri seyretmek ve nefislerin gizli hallerinin neler olduğuna şahitlik etmek Allah’ın layık görüp seçtiği kullara lütfudur. Bu lütuf insanı inandığı yolda ve ilkelerde daha mutmain, sebatkar ve inançlı kılmaktadır.
Mevdudi (Tefhimul Kuran) bu ayet için ;
“ YÜKSEK KARAKTERİNİZİN sağlamlığını, tahrikler karşısında bile hiddetinizi kontrol ederek ispat etmelisiniz. Onların suçlamalarına, sataşmalarına, alaylarına, kötü laflarına ve propagandalarına sabırla karşılık verin. En zor durumlarda bile yanlış, adaletsiz, gayri medenî ve ahlak dışı söz ve hareketlerde bulunacak şekilde hiddetlenmeyin.”
Evet.. bu ancak yüksek karakterli insan işidir. Ancak yüksek karakterli şahsiyetler iradelerini kontrol eder ve sabır gösterirler.. Dikenli dillere ancak azim sahibi müminler sabreder..Ancak onlar takvaya sarılırlar ve Kurani ahlaktan uzaklaşmazlar..Çünkü bilirler ki bu Sünnetullahtır, yaşanması kaçınılmazdır ve yolun değişmez hakikatidir.
“Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz izzet ve gücün tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir.” (Yunus 65)
İbn Kayyım el Cevziyye de bu tür taklitçi , Ehli kitap ahlaklı insanlara , onların asılsız suçlama ve eziyetlerine karşı şöyle demiştir;
“ Mukallid cahile gelince , ona aldırış etme. Onun sövmesi, tekfiri ve dalalet suçlamaları seni rahatsız etmesin. Zira onun bu durumu köpeğin havlaması gibidir. Her havlayışında karşılık vererek köpeğe katından bir değer verme. Bırak onu havlaması ile mutlu olsun. Sende ona üstün tutulduğun ilim, iman ve hidayet ile mutlu ol. Ondan yüz çevirmeyi de Allah’ın sana sunduğu nimetlerine şükürden say. “ (es-Sevaiku-l Mursele)
İşte yol ve yordamı belli müslüman tavrı budur. Mukallid (taklitçi) cahillere aldırış etmemek, cahilliklerini ilmen bilmek, alçak karakter yapılarına (Allah için) tahammül edebilmek.. Üstün karakter ve üstün hidayetleriyle onlara selam deyip geçebilmek..
“Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler; cahiller kendilerine sataştığında da “Selâmetle” der, geçerler.” (Furkan 63)
“Alçakça söylenen bir söze sakın karşılık vereyim deme. Çünkü o sözün sahibinde daha nice düşük sözler vardır.” (Hz Ali)
Düşük karakterlerden elbette düşük sözler sâdır olur. Tıpkı Yüksek karakterden sabır sâdır olduğu gibi.. Çünkü Yükseklik ve Düşüklük ancak Kurani şahsiyete sahip olup olmamakla ilgilidir.
“İnsanlar seni dilleriyle yaralasa da , sen onları güzel ahlakınla iyileştir” (İmam Şafi)
Rabbimiz “De ki” emriyle şöyle buyurmaktadır;
“ De ki: “O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız.” (Bakara 139)
O’na gönülden bağlanan tüm muhlis kullara Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah