BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Rabliğe, İlahlığa, Yaratıcılığa, Yöneticiliğe, Övgüye bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan sıfatlarının tamamını kendinde toplayan ve bu makama tek layık olan Yüce Allah’a hamd olsun.
Çağrısı ile dosdoğru yolu bulduğumuz ve şefaatini umduğumuz, anamızın, babamızın yoluna feda ettiğimiz Rasulu Muhammed(sav)’e Salat ve O’nun izini takip edip bu şefaata layık olmak için çalışan Muvahhid, Mücahid, Mü’min hanım ve erkeklere Selam olsun
Bir önceki yazımızda fedakarlıktan bahsetmiş, örneklere geçmiştik,. Bu yazımızda da inşallah birkaç misalle daha fedakârlığın önemini ve gereğini anlamaya çalışacağız. Ashaptan bahsetmiştik onlardan devam ediyoruz.
Bizlere bugün rahatımızdan vazgeçip namazı bile kılmak zor geliyor. Hatta bazılarımız alışveriş, temizlik ya da iş sebebiyle namazını terk ediyor. Ashab ise zevklerinden, eşlerinden, evlatlarından hatta ve hatta hayatlarından vazgeçmişti. Dertleri neydi, ne için yaptılar bunu?
Hangimiz namaz kıldık diye dövüldük, hangimiz Müslümanız diye kızgın kumlara yatırıldık, hangimiz sırtında sırf Müslüman oldu diye müşrikler tarafından demir cağlar kızdırılarak batırıldı da sırtımızdan akan yağlarımız hangi ateşi söndürdü? Var mı bugün Müslümanım dediği için bu tür eziyetlere katlananlar? Elbette nadirde olsa vardır da sen bunlardan mısın mesela?
Hasan Basri (Rh.a.)’nın şu sözü ne kadar da manidar;
“Vallahi yetmiş Bedirliye yetişmiştim, çoğu kez giydikleri sof (sert kumaş) idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi. “Bunların Ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görselerdi “bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi. ”(Ebu Nuaym)
Subhanallah bu nasıl tespittir. Düşünün ki Alim bu sözü selef döneminde Sahih Müslümanların çok olduğu dönemde söylüyor. Peki İslam’ın neredeyse zerrelerinin kaldığı bu toplumun insanlarını, bizleri görselerdi ne derlerdi?
Bizim eksiğimiz nedir ashaptan ? bizler neden onlar gibi olamıyoruz? Ebu Cehiller, Firavunlar hala yaşıyor bunu kabul ediyoruz da neden Fatımaların, Aişelerin, Sümeyyelerin, Nesibelerin, Zeyneblerin olabileceklerini ve yaşaya bileceklerini kabullenemiyoruz? Nedenini ben söyleyeyim. Biz fedakarlık yapmaktan korkuyoruz, fedakar değiliz, o kadar bencilleşmişiz ki sadece kendimizi beğeniyoruz, sadece kendimizi düşünüyoruz. Sakın bana yok öyle deme, evladını düşünen nice fedakar anne babalar var demeyin. Fedakar anne mi? gelin birde psikolojik olarak bakalım ve görelim gerçekten annelerimiz fedakar mı?
Bir anne düşünün ! çocuğunu sabah namazına kaldırmıyor, Kur’an’ı anlaması için çabalamıyor. İslam’ı yaşasın diye bir derdi yok. Ahiret için bir hazırlık yok ne kendine ne de evladına olsun isteği yok. Ama gitmesi için zorluyor, hasta da olsa işe gönderiyor. Kendisi de küçük çocuğunu her gün okula götürüyor getiriyor. Hatta bazıları sırf çocuğu okusun diye temizlikçilik yapıyor. Biz de bunları görünce fedakarlık zannediyoruz. Ama bakın psikolojik olarak ebeveynlerin düşüncelerinde, bilinç altlarında ne var?
Onlar sırf evlatlarının karını düşündükleri için yapmıyor bunu çünkü şöyle düşünüyor; benim evladım başarısız olamaz, sonuçta o benim oğlum, benim kızım. Onlara bir laf gelmesi demek bana gelmesi demektir. Bana laf gelmemesi için onlara da gelmemesi gerekir. Bu yüzden elimden geleni yapmalıyım? Ya da kendi yaşamak isteyip de yaşamadıkları hayatı çocuklarında görerek tatmin etme çabası yatıyor. Yani arkadaşlar üzgünüm ama anne babanız da kendini düşünüyor. Fedakar değiller.
Halbuki yazımızın başında da değindiğimiz gibi fedakarlık kendi çıkarından vazgeçip başkasının karını düşünmektir. Bakın size sahabe hanımlarından bir anne misal vereyim de kıyası siz yapın bugün ki anneler mi fedakar yoksa saadet asrının anneleri mi? Bunlardan biri Nesibe binti Ka’b’tır. Lakabı Ümmü Umara’dır. Medine’deki İslam davetine ilk icabet eden hanımlardandı. Akabe’de ve Rıdavan biatındaki ilk kadınlardandı. Tüm gayesi Allahu Teala’nın rızası ve Rasulullah(sav)’in hoşnutluğuydu. Bu uğurda zamanını çocuklarının İslam terbiyesi üzere yetişmesine, çevresindeki insanları Allah’a ve Rasulüne davete ve ev işlerine harcıyordu. Öyle bir anne ki çocuklarına siyer dersi veriyor, onların inançlarını tevhid üzere olması için bildiklerini tek tek onlara öğretiyordu. İki oğlu vardı. Bunları gerçek bir Müslüman olarak yetiştirmişti ve vakti geldiğinde Uhud’a savaşa göndermişti. Kendi de savaşa katılanlardandı. Ailece savaşa girdiler.
Uhud’un o zor anlarında sağa sola koşturan Ümmü Ümara, Rasulullah(sav)’in övgüsünü ve duasını kazanmıştı. Çıkarı yokta tek derdi Allah(cc)’nın rızasıydı. Kendisini feda etmişti bu da yetmediği gibi evladını ve kocasını da feda etti. Çünkü bir karşılık beklemiyordu onlardan, bu dünya umurunda değildi. Uhud’da oğlu Abdullah b. Zeyd yaralandı bunu gören Ümmü Umara oğlunun yarasını sardı ve “Kalk oğlum, çarpışmaya devam et” dedi. Diğer oğlu Hz. Habib yalancı Peygamber Müseylemetül Kezzab tarafından bütün azaları tek tek kopartılarak şehid edildi. Bunun haberini duyduğunda “Elhamdulillah ki şehid anası oldum” dedi. Ve daha nice güzel örnekleri var bu güzide hanımın, şimdi tekrar bakalım asıl fedakar kimmiş? Bugünkü sıcak yatağında süt çocuğu büyüten anneler mi, o gün savaşın ortasında yarasını sarıp kalk çarpışmaya devam et diyen Mücahide anneler mi? o güzide anneler kendilerinin de çocuklarının da sonsuz yaşam olan ahiretlerini düşünmüş ve bu dünyalarını feda etmişlerdi ahiret hayatlarına bugünkü annelerimiz ise üç günlük dünya dedikleri şu geçici dünyaya kazık çakacakmış gibi hırslı evlatlar yetiştiriyorlar. Karları mı? aslında hiç yok. iki cihanda da zarar. Ebedi mutsuz bir hayat, bu dünyaları da zaten çalışıp yorulmaktan ibaret.
Rabbim bizleri önce kendisine kul eylesin. Sonra da bu kulluğun gereği olarak fedakarlık yapan Salih insanlardan, Saliha kadınlardan olmayı bizlere nasip eylesin.
Velhamdulillahi Rabbil Alemin.