sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

GÜNÜN AYET VE HADİSİ

GÜNÜN AYET VE HADİSİ
A+
A-

وَهُوَ الَّذٖي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَؕ كُلٌّ فٖي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.

(Enbiya Suresi 33. Ayet)

GÜNÜN HADİSİ

38.-…(Buhârî dedi ki:) Ve bana Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Abdurrazzâk tahdîs etti: Bize Ma’mer ibn Râşid, Eyyûb es-Sahtıyânî’den ve Kesîr ibn Kesîr ibni’l-Muttalib ibn Ebî Vedâa’dan -bunların biri diğeri üzerine artırma yapıyordu-, bunlar da Saîd ibn Cubeyr’den haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail’in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer (kıskanç ortağı) Sâre’den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti.

İbrahim, Hâcer’le evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre’nin saldırısından korumak için Şam’­dan çıkıp) Mekke’ye geldi. Nihayet Hâcer’le İsmail’i Mescid’in (bu­gün bulunduğu) yerin ve Mescid’in yüksek bir yerindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke’de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâ­hîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam’a) gitmek üzere döndü. İsmail’in anası Hâcer de arkasından onu ta’kîb etti de:

— Yâ İbrâhîm! Bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek bir ins var, ne de başka bir hayât ese­ri şey var, dedi.

Hâcer bu sözlerini tekrar tekrar söyledi ise de ibrâhîm ona dö­nüp bakmadı. Nihayet Hâcer ona:

— Bizi burada birakmayr sana Allah mı emretti? diye sordu.

İbrâhîm:

—Evet, Allah emretti! diye cevâb verdi.

Bunun üzerine Hâcer:

— Öyleyse O bizi zayi’ etmez, korur! dedi.

Sonra (Ka’be’nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mek­ke’nin üstündeki Seniyye mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulu­nunca yüzünü Ka’be tarafına döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti:

— ‘Ey Rabb ‘imiz, ben evlâdımdan kimini Sen Un mukaddes olan evinin yanında ekimiz bir vâdîye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabb -imiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kıs­mının gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri ümîd edildiği için, kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır! dedi” (îbrâhîm: 37).

Artık İsmail’in anası,oğlu İsmail’i emziriyor ve kendisi kırba­daki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızla­narak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâli­ne bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntıkada Ka’be’ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir mi­yim diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi. Vâdîye varınca (ayağına dokunmamak için) en­tarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil bir işle karşılaşan bir insan az­miyle koştu, vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu suretle (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (S): “Bunun için insanlar Safa ile Merve arasında sa’y ederler” buyurdu.

Son defa Merve üzerine çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsi­ne hitâb ederek: Sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer:

—Ey ses sahibi, sesini duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen bize yardım et! dedi.

Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir me­lek göründü. O melek ayağının topuğu ile yâhud kanadıyle yeri kazı­yordu. Nihayet su göründü. Hâcer (su başka tarafa akmasın diye) suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle yapıyor­du, bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise avuç avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (S): “Allah İsmail’in anası Hâ­cer’e rahmet etsin! O, Zemzem 7 kendi hâline bıraksaydı da suyu avuç-

lamasaydi, muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu” buyurdu.

İbn Abbâs devamla dedi ki: Hâcer bu sudan içti, çocuğunu era-zirdi.

Melek, Hâcer’e:

— Zayi’ ve helak oluruz diye sakın korkmayın! İşte şurası Al­lah’ın evidir. O evi şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Al­lah o işin ehlini zayi’ etmez! dedi.

Beyt’in yeri tepe gibi olup yerden yüksekçe idi. Uzun zaman sel­ler sağını solunu kazıp götürmüştü.

Hâcer bu suretle yaşarken günün birinde Cürhüm’den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke’nin alt tarafına indiler. Cür-hümlüler oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşlerdi de:

— Hiç şübhesiz şu kuş bir suyun başında döner dolaşır. Hâlbu­ki biz de bu vâdîde su bulunmadığını biliyorduk, demişlerdi.

Ve anlamak için çevik bir yâhud iki kişi göndermişler. Onlar ora­da su bulunduğunu anlayınca dönüp gelmişler ve su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke mevkiine gelmişlerdir.

İbn Abbâs dedi ki: Cürhümlüler geldiğinde İsmail’in anası da su başında idi. Cürhümlüler ona:

— Bizim de gelip şuraya senin yakınına inmemize izin verir mi­sin? dediler.

Hâcer de:

—Evet, inebilirsiniz (bu sudan da kullanabilirsiniz), şu kadar ki, bu suda sizin mülkiyet hakkınız yoktur, dedi. Onlar da:

— Evet, diyerek Hâcer’i tasdik ettiler.

Ünsiyete muhtâc olduğu bir sırada Cürhümlüler’in bu gelişi Hâ-cer’in arzusuna uygun oldu. Cürhümlüler Mekke civarına inip kon­dular. Sonra Cürhümlüler’in asıl kalabalık kısmına da haber gönder­diler. Onlar da gelip kondular. Nihayet Mekke’nin bulunduğu yer me­denî bir ma’mûre hâline gelmeye başladı. Hâcer’in oğlu İsmâîl yiğitlik ve gençlik çağına girdi. Cürhümlüler’den Arabça öğrendi. Artık İs­mâîl gençlik çağında Cürhümlüler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, güzelliği Cürhümlüler’i hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeble İsmâîl bulûğ devresine erişince Cürhümlüler onu kendilerin­den bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu mes’ûd safhası devam ederken günün birinde İsmail’in anası öldü. (Hâcer’in doksan yaşına girdiği ve Ka’be’nin bitişiğindeki Hıcr denilen yere gömüldüğü söylenir.)

ismâîl evlendikten sonra İbrâhîm bırakıp gittiği oğlunu ve kadı­nını arayarak görmeye geldi. İsmâîl o sırada evde yoktu, ismâîl’i ka­rısına sordu. O da:

— Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı gitti, diye cevâb verdi. Sonra İbrâhîm:

— Maişetiniz, hâliniz nasıldır? diye sordu. İsmail’in kadını:

— Şiddetli darlık içindeyiz, fena bir hâldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm:

— Kocan geldiğinde benden selâm söyle ve ona de ki: Kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin! dedi.

İsmâîl geldiğinde babasının gelip gittiğini sezer gibi oldu da ka­rısına:

— Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da:

— Evet, şöyle şöyle şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevâb verdim. Maişetimizi sordu. Ben de şiddetli darlık içinde bu­lunduğumuzu söyledim! dedi.

Bunun üzerine İsmâîl:

— Sana birşey vasiyet ve bir söz emânet etti mi? dedi. O da:

— Evet bana, sana selâm söylememi ve kapının basamağını de­ğiştir dememi tenbîh etti, dedi.

Sonra İsmâîl kadınına:

— O gelen ihtiyar, babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen kendi ailenizin evine gidebilirsin! dedi.

Ve ondan ayrılarak Cürhümlüler’den başka bir kadınla evlendi.

İbrâhîm, Allah’ın dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde ismâîl’i bulamadı. İsmâîl’in karısının yanına girdi. Ona da İsmail’i sordu. O da:

— Maişetimizi tedârik etmeye gitti, dedi. İbrâhîm:

— Nasılsınız; maişetiniz, hâliniz iyi midir? diye sordu. İsmâîl’in karısı:

— Biz hayır, saadet ve bolluk içindeyiz! diye Allah’a hamd ve sena etti.

İbrâhîm:

— Ne yiyip içiyorsunuz? diye sordu. Kadın:

— Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm Peygamber:

— Yâ Allah! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, hayır ve bereket ihsan eyle! diye duâ etti.

Peygamber (S) şöyle buyurdu: “İbrahim zamanında Mekke ci­varında hububat yoktu. Av etiyle gıdalanıyorlardı. Eğer o târihlerde

ve oralarda hububat olsaydı, İbrahim hububat hakkında dua ederdi”, İbn Abbâs dedi ki: İbrahim’in bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke’den başka yerlerde (o sıcak muhitte) Mekke’deki kadar hiç­bir kimsenin sıhhatine uygun düşmez.

Yine İbn Abbâs dedi ki: İbrâhîm Peygamber’e gelince:

— Kocan geldiğinde ona selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun diye emreyle! demiştir. (Sonra İbrâhîm Şam’a dönmüştür.)

İsmâîl geldiğinde:

— Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı:

— Evet, güzel yüzlü bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm’i medhetti. Sonra kadın:

— Seni sordu, ben de rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Ge­çiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır ve saadet içindeyiz, dedim.

Sonra İsmâîl:

— Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. Kadın da:

— Evet, o ihtiyar sana selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tut­manı emreyledi, dedi.

Bunun üzerine İsmâîl, kadınına:

— İşte o, babamdır; sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam ba­na seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi emretmiştir, dedi.

Sonra îbrâhîm yine bir müddet daha oğlundan ve ailesinden uzak­ta yaşadı. Ondan sonra Mekke’ye geldi. O sırada İsmâîl Zemzem ku­yusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. İsmâîl babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı vardı. Ve bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı yapagel-dikleri sarılmalarla, el, yüz, göz öpmelerinde bulundular. Sonra İb­râhîm oğluna:

— Yâ İsmâîl! Allah bana büyük bir iş emretti, dedi. İsmâîl de:

— (Babacığım) Rabb’in ne emretti ise onu yerine getir, dedi. İbrâhîm:

— Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin, dedi. İsmâîl:

— Ben sana her türlü yardımı yaparım, dedi. İbrâhîm:

— Allah burada bir Beyt yapmamı emretti, diye etrafından yük­sekçe bir tepeye işaret etti.

İbn Abbâs dedi ki: îbrâhîm’le İsmâîl, işte orada Ka’be’nin esâ­sını kurup duvarlarını yükselttiler. İsmâîl taş getirirdi, İbrâhîm de bina ederdi. Nihayet Beyt’in binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâîl

(bugün ziyaret edilen ma’lûm) taşı getirdi. îbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu, üzerinde inşâata devam etti. İbrâhîm, yapar, İsmâîl de taş sunardı. Nihayet inşâat tamam olduktan sonra, baba oğul Beyt’in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: “Ey Rabb ‘imiz, bizden (şu hizmeti) kabul et, şübhesiz hakkıyle işiten, ke­mâliyle bilen Sen’sin Sen… ” (ei-Bakara. 127)

(KİTABU’L ENBİYA – BUHARİ – 38. HADİS)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.