sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

GÜNÜN AYET VE HADİSİ

GÜNÜN AYET VE HADİSİ
A+
A-

وَالَّذٖينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاًۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعاً اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فٖي مَا فَعَلْنَ فٖٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ

İçinizden vefat edip de geride eşler bırakanlar, bir yıla kadar evlerinden çıkarılmaksızın eşlerinin geçimliğini vasiyet etsinler. Onlar çıkar giderlerse kendiliklerinden yaptıkları uygun şeylerde sizin için bir vebal yoktur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

(Bakara Suresi 240. Ayet)

GÜNÜN HADİSİ

149-…Bize Abdullah ibn Mesleme tahdîs etti: Bize Abdulazîz, babası Ebû Hâzim’dan tahdîs etti ki, Sehl ibn Sa’d (R) şöyle demiştir: İslâm târihine başlangıç ta’yûı ederlerken, sahâbîler, bu başlangıcın Peygamber’in peygamber gönderildiği zamandan veya vefatı ânından i’tibâr edilmesi hususunda sayılıp dökülen görüşlerden hiçbirine kıymet vermediler. Yalnız Peygamber’in Medine’ye gelmesi ve hicreti vak­tinden başlamasına i’tibâr ettiler [176].

Hicrî Târîh Başlangıcının Kur’ân’dan Alınışı

es-Suheylî (581/1185), “İlkgününden…” (et-Tevbe: 108) âyeti hakkında şöyle dedi: “Bu âyette fıkıh, yânı ilim yönünden, Umer(R)’nin târîh başlangıcı hususun­da kendileriyle istişare ettiği zaman bütün sahâbîlerin Umer ile beraber üzerinde ittifak ettikleri başlangıcın sahîhliği vardır. Onların re’yleri târihin hicret yılından olması (fikri) üzerinde ittifak etti. Çünkü o yıl, İslâm’ın izzet bulduğu, Peygam-ber’in emniyette (yânî korkusuz) olduğu, mescidlerin bina edildiği yıldır. İşte onla­rın bu hicret yılını târîh başlangıcı yapma görüşleri tenzilin zahirine uygun düşmüştür. Şimdi biz onların bu fiilleriyle Yüce Allah’ın “Min evveli yevmin” kavlindeki “İlk gün”ün, zaman ta’yîni kendisiyle yapılagelen (hicrî) târih günlerinin birincisi oldu­ğunu anladık. Eğer sahâbîler bunu bu âyetten aldılarsa, bu onlardaki bir ilimdir. Çünkü sahâbîler, Kitâbullah’ın te’vîlini en iyi bilen ve Kur’ân’daki işaretleri en iyi anlayan kimselerdir, Şayet bu bir re’y ve ictihâdla olduysa, muhakkak ki Allah onu, yapılmasından önce hissettirip belli etmiş ve doğru olduğuna işaret eylemiştir. Çünkü bilinen bir yıla yâhud bilinen bir aya yâhud bilinen bir târîhe izafe etmeden “Ben onu ilk gün yaptım” diyen bir kimsenin bu sözü ma’kûl olmaz. Hâlbuki burada ma’nâda o belli târîhe olandan başka hiçbir izafet yoktur. Çünkü ne lâfız, ne de hâl karinesi olarak başkasına delâlet edici karineler yoktur.

İşte bunu iyi düşün, iyi anla. Çünkü bunda hatırda tutup ezberleyen için taac-cüble ibret ve öğüt alınacak birşey, gönül gözüyle gören ve iyice görüp bilmek iste­yen kimse için de bir ilim vardır.” (Muhammed Cemâlüddîn el-Kaasımî, Me-hâsinu’t-Te’vîi, VIII, 3266).

Mağara Günü

Kamerlerden sonra kamerler doğacak. Her kamerî seneden sonra bir kamerî sene gelecektir. Zaman dâiresi döndükçe, her görünüşünde sanki yeryüzünün tek noktasına işâretedecek, ışıklarını oraya tutup, orayı gösterecektir. Orası Hicret Ma- -ğarası’dır!

Veya kamer her dönüşünde o günün, Muhammed’in en güzel günü olduğunu gösterecektir. Çünkü “gün”ler içinde risâletine en fazla delâlet eden gün, o gün; inancının en mes’ûd günü, kalbinin en fazla ümîdle dolduğu gün, o gündür.

Ve o gün, müslümânlarm tereddüd etmeden, düşünmeden ve kendilerine işa­ret edilmeden takvimlerinin başlangıcı olarak kabul ettikleri gündür.

İslâm’da târih başlangıcı niçin Hicret Günü’dür de da’vete ilk başlandığı gün değildir? Ve niçin Bedir günü veya Hz. Muhammed aleyhi’s-selâmm doğum günü veya Veda Hacci günü târih başlangıcı değildir?

Dış görünüşe göre ilk bakışta bu günler tebcile ve târîh başlangıcı olmaya, ca­nını ve îmânını kurtarmak için karanlıkların örtüsüne, himayesine sığınarak terki diyar etme günündendaha lâyıktır, diye düşünürüz.

İslâm’ın târîh başlangıcı olarak Hicret Günü’nü seçen adam, “Akîde, îmân. ve edebiyat” mefhûmlarına bütün tarihçilerden ve başka görüşte olan mütefekkir­lerden hem daha vâkıftır, hem mes’elenin ruhunu ve hikmetini anlamıştır. Çünkü inançlar, her bakımdan zorluklarla ölçülür, kurtuluş ve gâlibiyyetlerle değil! Çün-

kü dîn gâlib geldiği, da’vet netice verdiği zaman herkes îmân eder. Fakat hakka, hakîkate bağlanan ve zâtında îmânının zaferi tecellî eden insan, zorluk ânında da îmân edip etrafından başına gelecek belâları da hesaba katarak yola çıkan insan­dır. Onun için, Hz. Peygamber’in hicret ettiği gün, târîh başlangıcı olmaya başka günlerden daha lâyıktır; âyetin ifâdesine bakınız:

“Kâfirler O’nu Mekke’den çıkardıkları zaman bizzat Allah O’na yardım etti. O, o zaman ikinin ikincisi idi. Onlar mağarada iken Peygamber arkadaşına: Tasa­lanma, muhakkak Allah bizimle beraberdir, diyordu. Allah O’nun üzerine sekîne-tini (ma’nevî kuvvetlerini) indirmiş, O’nu sizin görmediğiniz ordularla te’yîd etmiş, kâfirlerin kelimesini alçaltmtştı. Allah ‘m Kelimesi ise: O en yücedir. Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir” (et-Tevbe: 40).

Hicret’ten Önceki takvimin, Peygamber zamanında da tabiî olarak takvîm ol­ması gerektiğini söyleyen söylesin, “Hicretten maksad Medine’ye gitmekti (?). Onun için Medine’ye gidildiği gün târîh başlangıcı olmalıdır, çünkü o gün fevkalâde bir gündür” desin… Ne denirse denilsin, şu kesindir ki, Kur’ân’m açıkça belirttiği “Zafer târihi”, O’nun Mağara’da “İkinin ikincisi” olduğu gündür.

O açık kalbli Hattâb oğlu Umer ki -ister târîh başlangıcını tesbît eden o olsun, ister yapılan tesbîti kabul etmiş bulunsun, müsâvîdir- târîh günü olarak gözlerini “Sevr” Mağarası’na dikti ve ayırmadı. Ne Medine’ye-giriş gününü, ne Bedir zafe­rini, ne İran’ın fethi gününü târih başlangıcı olarak seçti! Sabit nazarla baktığı tek nokta “Görmediğiniz ordular…” idi. Şimdi onları biz de görüyoruz.

İslâm’a ilk da’vet günü de İslâm’ın ilk günü değildir. Çünkü îsâ’nın doğumu­nun Hristiyânlığın mu’cizesi olduğu gibi, Muhammed’in doğumu İslâm’ın mu’ci-zesi değildir. Çünkü Muhammed doğumunda da bizim gibi bir beşerdir. Fakat o ilk da’vet gününde de, da’vetin semere verip O’nun efendiliğini izhâr ettiği günde de, ve o da’vetin sahibinin ve arkadaşı Sıddîk’ın kalbinde ilk ağır imtihanını geçir­diği gün de, Mağara’da iki kişilerken de Peygamber’in Efendisi idi.

İnançların ve dînlerin târih başlangıçları böyle tesbît edilir. En zor günü ilk târîh günüdür. Garnîmetlerin alındığı, fetihlerin yapıldığı gün değil. Çünkü bunlar kalblerde basit, küçük sevinçler doğuran şeylerdir. O hâlde bir zaman, sâdece kalb-lerde gizli iken bir lâhzada güneş gibi zuhur ettiği ânı iyi tesbît etmemiz lâzımdır. Bir zamanlar inkâr edilirken varlığı ortadan kaldırılmağa çalışılırken, artık bugün kalblerin derinliklerinde yerleşmiştir.

imân ve Ümîd Günü: Mağara günü, Rasûlullah’ın günleri arasında hiç bir za­man unutamadığı, o muazzam sabrını gösterdiği ve özellikle üzüntü, hayret ve bek­leyiş günüydü. îmân günü, ümîd günüdür. İçinde bulunduğu anda gönül huzuru olmayan insanın nazarlarını istikbâle çevirdiği gündür. Hiçbir insanını memnun ede­meyen âlemin ümîdle beklediği gün… Âlemde hüzün ve hayret (şaşırma) ağır bastı­ğı zaman, mutlakaa uzakta, gözlerden uzak, gizlenmiş birşey var demektir. Evet, mutlakaa gizlenmiş… Çünkü bütün bir kâinat, bütün bir insanlık âlemi ruhunu tatmin edecek bir îmân manzumesi aramaktadır. Bu sebeble îmân, istikbâl.içindir. Bun­dan dolayı da müstakbel, îmâmn olacaktır. Ve ümîdle bekliyoruz: Bütün insanlık, tesellisini “Mağara Gününün Sâhibi”nden bulacak, şayet O’nu tanırsa, insanca bir hayâta kavuşacaktır. (Abbâs Mahmûd el-Akkaad, Abkariyyetu Muhammed, Ter-ceme Alî Husrevoğlu, ızmir-Yeşiiyurt 1400/1979; s. 300-306).

( KİTABU MENAKIBİ’L-ENSAR – BUHARİ – 149. HADİS)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.