GÜNÜN AYET VE HADİSİ
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖي حَٓاجَّ اِبْرٰهٖيمَ فٖي رَبِّهٖٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۘ اِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّيَ الَّذٖي يُحْـيٖ وَيُمٖيتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْـيٖ وَاُمٖيتُؕ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْتٖي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذٖي كَفَرَؕ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَۚ
Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak rabbi hakkında İbrâhim ile tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrâhim “Rabbim hayat veren ve öldürendir” deyince o, “Hayat veren ve öldüren benim” dedi. İbrâhim “Allah güneşi doğudan getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir” dedi. Bunun üzerine inkârcı ne diyeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez.
(Bakara Suresi 258. Ayet)
GÜNÜN HADİSİ
5-…. İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Mâlik ibnu Evs ibnu’l- Hadesân haber verdi.
İbn Şihâb şöyle devam etti: Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut’im bana, Mâlik ibn Evs’in gelecek olan hadîsinden bir kısmını zikretmişti. Ben vasıtasız olarak bu hadîsi bizzat Mâlik ibn Evs’ten işitmek için gidip huzuruna girdim ve kendisine bu hadîsi sordum. O şöyle dedi: Ben gidib Umer ibnu’l-Hattâb’ın huzuruna girdim. Bu sırada Halîfe Umer’in kapıcısı (yânî teşrifatçısı) Yerfâ içeriye geldi.de:
— Ey Mü’minlerin Emîri! Usmân, Abdurrahmân ibn Avf, Zu-
beyr ibnu’l-Avvâm, Sa’d ibn Ebî Vakkaas geldi, içeri girmeye izin isterler, izin verir misin? dedi. Umer:
— Evet, dedi.
(Onlar girdiler, selâm verip oturdular.) Biraz sonra Yerfâ yine
geldi de:
— Alî ile Abbâs da geldiler, izin verir misin? dedi. Umer:
— Evet, dedi.
Bunlar da girdiler. Selâmdan sonra Abbâs:
— Ey Mü’minlerin Emîri! Benimle şu Alî arasında hükmet! dedi.
(Abbâs ile Alî arasında, Allah’ın fey’ olarak Rasûlullah’a tahsîs buyurduğu Benû’n-Nadr hurmalığından dolayı niza’ ve ihtilâf vardı da Alî ile Abbâs birbirlerine dil uzatmışlardı.)[7]
Umer, hazır bulunan topluluğa:
— Gök ve Yer izniyle ayakta durmakta olan Allah hakkı için sorarım: Sizler Rasûlullah’ın “Bizpeygamberler camiasının terekesi vâris olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır (vakıftır)” buyurduğunu ve bu sözüyle Rasûlullah’ın kendi nefsini kasdetmekte olduğunu biliyorsunuz değil mi? dedi.
Usmân ve arkadaşları topluluğu:
— Evet, Rasûlullah böyle buyurdu! diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Umer, Alî ile Abbâs’a dönüp:
— Rasûlullah’ın kendisini kasdederek böyle buyurduğunu siz de bilirsiniz değil mi? dedi.
Alî ve Abbâs:
— (Evet) Rasûlullah böyle buyurmuştur, dediler. Bunun üzerine Umer:
— Şimdi ben size bu malın hukukî vaziyetini söyleyip bildireyim! diye şöyle îzâh etti: Allah Taâlâ bu fey’de tasarrufu Rasûlü’ne tahsîs buyurdu. O’ndan başka kimseye bu hakkı vermedi. Azîz ve Celîl olan Allah: “Allah ‘in onlardan Rasûlü ‘ne verdiği fey’e gelince, siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah, rasûllerini dileyeceği kimseler üzerine musallat edip hâkim kılar ve Allah herşeye hakkıyle kaadirdir” (ei-Haşr: 6) buyurmuştur. Bu malda tasarruf sâde Rasûlullah’ın hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden başka kimse iştirak etmedi. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia etmedi. Rasûlullah bu fey’ malının nemasını sizlere vermiş ve aranızda taksîm etmiştir. Nihayet fey’den bu malın aslı mahfuz kaldı. Peygamber bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını ayırır, onları infâk ederdi. Sonra bundan arta kalanı alır, onu da Allah malının sarfedileceği yerlere sarfederdi (cihâd yoluna ve bütün müslümânla-rın yararlanacakları âmme işlerine harcardı). Bu malı Rasûlullah kendi hayâtında böyle kullandı. Ey topluluk, sizlere Allah adiyle soruyorum: Sizler bunun böyle olduğunu biliyor değil misiniz? dedi. Onlar da:
— Evet, böyledir! diye tasdîk ettiler. Sonra Umer, Alî ile Abbâs’a hitaben:
— Sizin ikinize de Allah adiyle soruyorum: Sizler de bunun böyle olduğunu biliyorsunnz değil mi? dedi.
Onlar da:
— Evet, deyip tasdîk ettiler. Umer şöyle devam etti:
— Sonra Allah, Peygamberini vefat ettirdi. Ebû Bekr: Ben Rasûlullah’ın velîsiyim, yânî vekîliyim, dedi ve o mallara el koydu ve Rasûlullah’ın kullandığı gibi kullandı. Sonra Allah Ebû Bekr’i vefat ettirdi. Ben de Allah Rasûlü’nün velîsinin velîsiyim dedim ve emirliğimin ilk iki yılında bu mallara el koydum. Ve Rasûlullah ile Ebû Bekr’in bu mallarda yaptıkları gibi kullanıp onları idare ettim. Sonra ikiniz müştereken bana geldiniz. Sözünüz bir idi, işiniz derli toplu idi (aranızda hiçbir çekişme yoktu. Sonra ayrı ayrı geldiniz). Ey Abbâs, sen bana geldin, benden kardeşinin oğlundan isabet eden hisseni istiyordun. Bu Alî de bana geldi, karısının babasından payına isabet eden hissesini istiyordu. Ben sizlere: İsterseniz bu hurmalıkları size bu şartla (Rasûlullah ile Ebû Bekr’in ve benim idare ettiğim şekilde idare etmek şartıyle) geri vereyim, dedim (ve böylece size verdim). Şimdi benden bundan başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve Yer izniyle, iradesiyle ayakta duran Allah’a yemîn ederim ki, ben kıyamet kopuncaya kadar bu mallar hakkında bundan başka bir hüküm vermem. Eğer siz idareden âciz olduysanız, mallan bana geri veriniz, ben onları sizin hesabınıza yeterlilikle idare ederim, dedi
(KİTABU’L-FERÂİZ – BUHARİ – 5. HADİS)