sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

HANGİ İKİ KADINDAN BİRİSİN ?

A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Gerçekten Hamd Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız. Allah(Celle Celaluhu), kimi hidayette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiş­tir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Al­lah’ın kulu ve Resulüdür. Salât ve selam O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.

Allah(Celle Celaluhu), Tahrim suresinde şöyle buyurmaktadır;

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ

Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun (nikahı) altında idiler, onlara hıyanet ettiler. (Kocaları,) Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. (Onlara): “Haydi girenlerle birlikte siz de ateşe girin!” denildi. (Tahrîm – 10)

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ

Allah, inananlara da Firavun’un karısını örnek gösterdi. O şöyle demişti: “Rabbim! Bana yanında cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Ve beni şu zalim toplumdan kurtar!” (Tahrîm – 11)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ

Irzını korumuş olan, İmrân kızı Meryem’i de Allah örnek gösterdi. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi. (Tahrîm – 12)

Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koyması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah(Celle Celaluhu), peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah(Celle Celaluhu)’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. ayette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır.

 

İnsanın hem kendisini hem de ailesini ateşten koruması emredildikten sonra burada asıl vurgulanmak istenen sorumluluğun bireyselliği ilkesidir. Ayrıca Peygamber Efendimizin ve müminlerin eşlerine şöyle denmek isteniyor: Bütün bunlardan sonra sorumluluk size aittir. Kendinizden siz sorumlusunuz Peygamberin veya salih Müslümanların eşleri olmanız sizi sorumluluktan kurtarmaz. , işte Hz. Nuh’un karısı… Hz. Lut’un karısı da öyle. “Onlar, kullarımızdan iki salih kişinin nikahında iken”… “Onlara hainlik ettiler”… “Kocaları Allah’ tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı”… “Bu iki kadına `Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.”

Allah(Celle Celaluhu), kâfirlere Hz. Nûh ve Hz. Lut’un hanımlarını örnek gösterir. Bunlar iki sâlih kişinin, iki Peygamber’in nikahlı hanımları idiler. Dolayısıyla dünya ve âhiret mutluluğunu kazanabilecek bir mevkide bulunuyorlardı. Fakat onlar bulundukları bu mevkiin kıymetini bilemediler ve fırsatı değerlendiremediler. Bilakis onlara hıyanet ettiler. Nankörlük, küfür ve imansızlık yolunu tercih ettiler. Nûh’un karısı ona deli demiş, arabozuculuk yapmış ve Nûh’un sır olarak telakki ettiği vahiy haberlerini müşriklere duyurmuştu. Lût’un karısı da münafıklık etmiş, evinde duyduğunu kavmine ulaştırmıştı. Lût’un gizli gelen misafirlerini de haber vermişti. Dolayısıyla bunların yaptığı “hıyânet”ten maksat, münafıklık ederek emanete hıyanet etmeleridir. Yoksa “ahlâksızlık ve zina” değildir. Fakat bir peygambere karşı en küçük bir hıyanet bile küfür olacağından, bunlar az önce belirtildiği gibi, imana karşı küfrü tercih etmek ve peygambere karşı kâfirlere destek olmak suretiyle en büyük hıyâneti yapmışlar ve böylece Allah(Celle Celaluhu)’ın gazabına uğramışlardır.

 

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah(Celle Celaluhu),’ın sâlih kulu olan o iki peygamber, hanımlarını Allah(Celle Celaluhu),’ın azabından kurtaramamışlardır. O kadınlara, kocalarının iyi kimseler olması, peygamberliği ve kurtarmak için gösterdikleri gayretler zerre kadar fayda vermemiştir. Nûh (a.s.) hanımını gemisine alamamış (bk. Hûd, 11/40), Lût (a.s.) da hanımını kendi şehrinden, helak olacakların arasından dışarı çıkaramamıştır. (bk. Hûd, 11/81) Her ikisi de cehennemlik olmuştur. İşte bu, bütün kâfirler için darb-ı mesel olmuş bir nümûnedir. Peygamberler her ne kadar küfredenleri ıslah etmek, kurtarmak isteseler de imana gelmeyen, küfür ve hıyanete tevbe etmeyenleri, eşleri bile olsa Allah(Celle Celaluhu),’ın azabından kurtaramazlar. Herkes kendi ameline göre karşılık görür. Onun için gerek peygamberlerin, gerek diğer iyi insanların eşleri, bütün kadınlar, kocalarının ve yakınlarının derecelerine, Allah(Celle Celaluhu),  katındaki makamlarına aldanmayıp Allah(Celle Celaluhu),’tan korkmalı ve kendileri iyiliğe çalışmalıdırlar.

 

Cenab-ı Hakk’ın, iman edenler için verdiği iki misalden birincisi, Firavun’un hanımıdır. İsmi, Müzâhim’in kızı Âsiye olarak bilinir. Hz. Mûsâ Firavun’a karşı âsasını salıverdiği zaman iman etmiş, Firavun da iman etmesinden dolayı onu şiddetli bir şekilde cezalandırmıştı. Nakledildiğine göre güneşe karşı dört çivi ile çiviletip üzerine kocaman bir kaya koydurtmuştu. İşte o vakit Hz. Asiye: “Rabbim! Benim için katında, cennette bir köşk yap!” (Tahrîm 66/11) diye yalvarmıştı. Ruhunun, Allah(Celle Celaluhu) yolunda iman ile şehîd olarak alınıp, bu sebeple Allah(Celle Celaluhu)’ın yanında rahmete erişmesini ve cennette kendisine ebedi bir dinlenme yeri inşâ edilmesini istemişti. Devamında da Rabbine, kendisini hem Firavun’un pis nefsinden, hem onun kötü işinden, hem de Firavun’a taraf olan zalim kavimden koruması için yalvarmıştı. Rivayete göre bu duası üzerine ona derhal cennetteki makamı gösterilmiş ve hiçbir acı duymaksızın ruhu alınmış, üstüne konulan kaya ruhsuz kalan cesedinin üstüne düşmüştür. Bu da, doğrudan doğruya cennetlik olarak Allah(Celle Celaluhu)’ın rahmetine ve rızâsına kavuşmuştur.

Ebû Hureyre’den nakledildiğine göre güneşe karşı dört çivi ile çiviletip üzerine kocaman bir kaya koydurtmuştu. O vakit o hatun demişti ki Ya Rab! Benim için katında, cennette bir ev yap! Ruhunun, Allah(Celle Celaluhu) yolunda iman ile şehid olarak alınıp, bu sebeple Allah(Celle Celaluhu)’ın yanında rahmete erişmesini ve Arş’a en yakın olan Sidre-i Müntehâ’nın yanında, Cennetü’l-Me’vâ’da kendisine ebedi bir dinlenme yeri inşâ edilmesini istemiş. demişti ki: Bu suretle beni hem Firavun’dan ve onun işinden koru. Hem onun pis nefsinden ve hem kötü işinden; şirk ve zulümle icra ettiği hüküm ve sataşmasından kurtar. Hem de beni o zalimler kavminden koru; zulümde Firavun’a uyup Firavun ailesi ünvanını almış olan Kıptîler’den kurtarıp ebedi olarak kurtuluşa çıkar! Böyle söyleyince rivayet edildiğine göre ona derhal cennetteki makamı keşf yoluyla gösterilmiş ve hiçbir azab duymaksızın ruhu alınmış, üstüne konulan kaya ruhsuz kalan cesedinin üstüne düşmüştür.

Bu da, sahib (Habîb b. Mûsa en-Neccâr) gibi doğrudan doğruya cennetlik olarak Allah(Celle Celaluhu)’ın rahmetine ve rızasına kavuşmuştur. Evet öbürleri de dünyadan gitmiş, bu da gitmiştir. Fakat arada ne büyük fark vardır! Onlar, kavimlerini cennete götürmek isteyen iki peygamberin elinde, hayır ve iyilik içinde cennete götürülecek halde iken, küfürleri yüzünden cehenneme, ateşe gittiler. Bu hanım ise, kavimlerini ateşe sürükleyenlerin başı, şirk ve zulmün en büyük timsali olan Firavun’un elinde ateşe sürüklenmek istenirken imanı ve ihlası sebebiyle cennetin en yüksek makamına, Rahmân’ın yanına uçmuştur. Herkes kendi yaptığından sorumlu olduğu için kötü kocaların eline düşmüş Saliha (iyi) kadınlar her tehlikeye rağmen fenalıktan sakınarak Allah’a karşı iman ve samimiyetlerini korudukları müddetçe kocalarının kötülüklerinden sorumlu olmazlar. Allah, onları sonunda kurtarır.

İşte bu da Firavunun karısı… Firavunun sarayında içinde yaşadığı küfür tufanı O’nun yalnız başına kurtuluş istemekten alıkoyamıyor. Bu mümin kadın Rabbinden cennette bir ev isteyerek Firavun’un sarayından vazgeçmişti. Rabbinden kurtuluş isteyerek Firavun’la olan ilişkisini koparmıştı. Firavun’un yaptıklarının sorumluluğuna ortak olurum endişesiyle onun uygulamalarını onaylamadığını belirtmiş, yaptıklarından uzak durmuştu. Oysa Firavun’a en yakın insandı: “Beni Firavun’dan ve O’nun kötü işinden kurtar.” Aralarında yaşadığı halde Firavun’un kavmi ile de ilişkisini kesmişti: “Ve beni şu zalimler topluluğundan kurtar.”

Firavun’un karısının duası ve tavrı, dünya değerlerini hem de en göz alıcılarını elinin tersi ile itip Allah(Celle Celaluhu) katındaki kalıcı değerlere yönelmenin güzel bir örneğidir. Nitekim bu mümin kadın o gün için yeryüzünün en büyük hükümdarı Firavun’un karısıydı. Bir kadının arzulayabileceği her şeyi bulabildiği Firavun’un sarayında yaşıyordu. Fakat bu kadın iman sayesinde bütün bunları ayaklarının altına almış, elinin tersiyle itmişti. Üstelik bu dünya nimetlerinden, dünyanın geçici değerlerinden yüz çevirmekle yetinmemiş, bunları Allah’a sığınılması gereken bir kötülük, bir pislik, bir musibet olarak algılamıştı. Bütün bunlardan vazgeçip yüce Allah(Celle Celaluhu)’tan kendisini bu hayattan kurtarmasını istemişti.

Öte yandan bu mümin kadın geniş ve güçlü bir devlette tek başınaydı. Hiç kuşkusuz bu da yüce Allah(Celle Celaluhu)’ın O’na yönelik bir başka büyük lütfudur. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi kadın toplumun baskısı karşısında daha duyarlıdır, toplumun düşüncesinden daha çok etkilenir. Fakat bu kadın tek başına… Toplumun baskısına, sarayın baskısına, hükümdarın baskısına, saray çevrelerinin baskısına, hükümdarlık makamının baskısına rağmen başını göğe kaldırmıştı. Hem de tek başına ve bu azgın küfür ortamında.

Bu mümin kadın, Allah(Celle Celaluhu)  için bütün etkenlerden, bütün bağlardan, bütün engellerden ve bütün yanıltıcı çağrılardan soyutlanmanın üstün bir örneğidir. Zaten cümleleri evrenin her tarafında yankılanan, yüceler aleminden inen, Allah(Celle Celaluhu)’ın kalıcı kitabında kendisine işaret edilmesini bu yüzden hakketmiştir. “İmran kızı Meryem de…” O da doğduğundan itibaren -yüce Allah(Celle Celaluhu)’ın başka surelerde anlattığı gibi kendini Allah(Celle Celaluhu)’a adamanın, onun için her şeyden soyutlanmanın bir örneğidir. Burada O’nun temizliği, iffetliliği anlatılıyor: “Irzını korumuştu.”

Meryem, ırzını sağlam korumuş, iffetini iyi muhafaza etmiş, yakasını ve eteğini kale gibi sağlam tutup kimseye açmamıştı. Hatta Cebrâil kendisine göründüğü vakit bile: “Şüphesiz ben senden Rahman’a sığınırım! Eğer sende Allah korkusu varsa çekil yanımdan!” (Meryem 19/18) diyerek yüce dergâha sığınmıştı. O, kendisine iftira etmek isteyenlerin zannettikleri gibi değil, bilakis son derece temiz ve iffetli bir kızdı. Allah Teâlâ ona ruhundan üfürdü. Cebrâil (a.s.) tam bir beşer sûretinde gelip ona İsa’yı hibe etti. (bk. Meryem 19/17-21) Hz. Meryem, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmiş, onlara inanmıştır. Kitaplar, peygamberlere indirilmiş bütün kitaplardır. Kelimeler de, onlarda ifade edilen ve Allah(Celle Celaluhu)’ın her şeye kadir olduğunu, dilediğini yaratıcı olduğunu anlatan olağanüstü olaylar ve mûcizelerle ilgili vahiy haberleridir. Hz. Meryem bütün bunlara inanmış olduğu gibi bu şekilde İsa’ya hamile kalarak kendisi de onlardan bir kısmına fiilen muhatab olup o haberleri doğru çıkarmıştır. Hz. Meryem aynı zamanda “kânitîn”den, yani itaate, namaz ve ibâdete devam eden itaatkâr kullardandı. Nitekim “Meryem! Rabbine gönülden itaat et, secdeye kapan ve rukû edenlerle beraber sen de rukû et” (Al-i İmrân 3/43) âyetinde de Hz. Meryem’in ibâdet ve kulluğa müdavim biri olduğu zikredilir.

İşte yüce Allah(Celle Celaluhu), surenin başındaki ayetlerin ele aldığı olay münasebetiyle onları Peygamber Efendimizin eşlerine ve bundan sonra da her kuşaktan gelecek mümin kadınlara örnek gösteriyor.

Muhakkak ki Peygamber’in ailesi; müminlerin anneleri olan eşleri ve kızları ile ehl-i beyti, Ahzâb Sûresi’nin (33/33) âyetinde “Allah sizden, sadece şek ve şüpheyi gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” buyurulduğu üzere en güzel örnek ve ibret alanların önündedirler. Hazret-i Hatice, Hazret-i Aişe ve diğer Peygamber eşleriyle Hazret-i Fatıma’nın fazilet ve menkıbeleri hakkında hadis ve tefsir kitaplarında nice sözler zikredilmiş ve nice müstakil eserler yazılmıştır. Binaenaleyh, bütün müminler ve aileleri bunları hiçbir zaman dikkat nazarlarından uzak tutmayarak kendilerini ve ailelerini o dehşetli ateşten koruyup Allah’ın nurundan tam istifade etmek için gayret sarfetmelidirler. Bu suretle Tahrim Sûresi’nde aile hukuku ve terbiyesi konusunda, Talâk Sûresi’nin bir tamamlayıcısı olarak Teğâbun Sûresi’nin sonundaki “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”….. “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah’ın yanındadır.” âyetlerini açıklayarak sözkonusu sûrenin tamamlayıcısı olarak son bulmuştur.

Bu dört örnekten çıkarılması gereken netice şudur: Her insan kendi yaptığından sorumludur. Dolayısıyla kişiyi kurtaracak olan da sadece kendi amelidir. Kendi imanı, sâlih ameli ve takvâsı olmadıktan sonra herhangi bir peygambere, veliye veya sâlih insana akraba olması ona bir fayda sağlamaz. Eğer imanı ve sâlih ameli varsa, bir kâfirin veya zorbanın akrabası olması da ona bir zarar veremez. O halde herkes kendi niyet, irade, azim ve gayretini ortaya koyarak Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olmaya çalışmalıdır.

Allah (Celle Celaluhu)’u niyetlerimizi gözden geçirip, gayretimizi doğru şekilde ve doğru yönde kullanmayı nasip etsin.

VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.