HZ. PEYGAMBER’İN YAŞADIĞI ORTAM | Siyer Programı – 4. Bölüm
PEYGAMBER’İN YAŞADIĞI ORTAM
Her araştırmacı ve her mütefekkir bilir ki; Resulullah’ın gönderildiği dönem, çâhiliyyet dönemleri arasında Hz. Muhammed (s. a.v.) ‘in hidâyetine en uzak dönemdir. Hz. Muhammed’in bi’seti zamanında Hanîfliğin prensip ve yol gösterici mahiyette olan izlerinden Araplarda bulunan en eski âdetler; putlardan nefret ve onlara tapmaktan uzak kalma, (İslâm’ın da kabullendiği bir kısım değer ve faziletle doğru yönelme şeklinde bir pırıltı halinde kendini temsil ettiren bu Haniflik kalıntıları) Araplarda birkaç asır önce de bulunan bu âdetlerin onda birine bile ulaşamaz. Bu kişiler, nübüvvetin ve bi’setin anlamını böyle düşündüklerine göre; risâletin, Hz, Peygamber’in bi’setinin başladığı dönemden çok daha önceki asırlar ve nesillere gönderilmiş olması gerekirdi.
Diğer bir grub insana gelince; şunu söylemek çok hoşlarına gidiyor: Hz. Muhammed, Araplarca bilinen örf ve âdetlerin, törenlerin ve gaybî inançların çoğunu ortadan kaldıramayınca; kızıp, onların tümüne, diyanet elbisesini giydirdi ve bunları ilâhî tekliflermiş gibi ortaya çıkardı. Başka bir deyişle: Hz. Muhammed, Araplardaki gaybî inançlara bir murAkâbe (kontrol) eklemek için gelmişti. Bu murAkâbenin kıvamı, dilediğini yapan, istediğine kadir bir ilâh şahsiyetidir. Ama Araplar Kâbe’yi tavaf etmek, onu takdis etmek, belirli tören ve âdetleri yerine getirmek gibi şeylere devam ettikleri gibi, cinlere, büyüye ve diğer benzeri inançlara, müslümanlıktan sonra da, inanmaya devam ettiler.
Bu kişiler, iddialarında iki varsayımdan hareket ediyorlar. Ama aynı anda, bu iki varsayımın isabetsizliğini düşünmek dahi istemiyorlar. Birinci varsayım: «Hz. Muhammed, peygamber değildir.» İkinci varsayım da şöyle: «Hz. İbrahim döneminden arta kalan şeyler, Arapların sadece, kendi icatları ve zaman içerisinde kendilerinden uydurdukları geleneklerdir. Kâbe’ye hürmet, onu kutsal sayma gibi şeyler, Hz. İbrahim’in Allah’tan getirdiği şeriatın kalıntıları değil de Arap toplumunun ortaya çıkardığı şeylerdir.» Bunları yukarıda da söylemiştik. Bu varsayıma göre; Kâbe’ye hürmet ve benzeri şeyler, Arap gelenek ve göreneklerinin bir neticesidir.
Bu varsayımları ileri sürenler, kendi varsayımlarının devamı ve korunması uğrunda; düşüncelerini geçersiz kılacak, sahteliklerini ortaya dökecek bir yığın apaçık tarihî olaylara ve kesin delillere gözlerini kapatıyorlar.
Şurası da bilinen bir gerçektir ki; bir araştırmacı yapacağı araştırmada, kafasındaki peşin fikirlerin tümünü atmadıkça; yapacağı çalışmanın kendisini gerçeğe götürmesi mümkün değildir. Yine bu tür bir araştırmanın abes ve gülünç olduğunu söylemeye lüzum yoktur.
Bundan dolayıdır ki; biz bir hakikata ulaşmaya gayret ediyorsak ve yalnızca hakikati gaye ediniyorsak ya da insanlara karşı yalan söylemek istemiyorsak; her aklî delili ve tarihî olayı ibret gözüyle ele alıp, değerlendirmemiz gerekir. Aksi halde, araştırmamızın durumu ve gerçekle ilgisi ne oranda olursa olsun; eğer biz, diğer insanları muayyen bir fikre sevketmeyi amaç edinmişsek, taassup türünden bir araştırma yapmış oluruz
Biz, her halükârda, *Hz. Muhammed, peygamber değildir» varsayımının, bize kabul ettirilme gayreti karşısında, vahyin zahirini, Kur’ân’ın mucize oluşunu; Hz. Muhammed’in daveti ile geçmiş peygamberlerin daveti arasındaki münâsebeti; Hz. Muhammed’in ahlâkını ve çeşitli özelliklerini; bir de nübüvvetine delâlet eden diğer hususları görmemezlikten gelemeyiz.
Nitekim yine, câhiliyyet döneminde «Hz. İbrahim dönemi kalıntıları» diye isimlendirdiğimiz şeylerin Arap düşüncesinin ortaya çıkardığı birtakım geleneklerden ibaret olduğu; Hz. Muhammed’in ise onlara sadece dini bir veçhe verdiği gibi iddiayı şöyle kolayca reddederiz: Hz. İbrahim’in Kâbe-i Şerifi, Allah’tan aldığı vahye dayanarak inşâ ettiğine dair tarihî metinler, Hz. İbrahim’den sonra bütün peygamberlerin Allah’ın birliği esasına iman; haşir, ceza, cennet ve cehennem gibi gaybî hakikatlara çağırdıklarını isbat eden eski semavi kitablar. Geçmiş bütün nesillerin her devirdeki tarihî şehadeti… Öyle iddiaları bir nefeste çürütür.