HAMD ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAHA MAHSUSTUR SELAT VE SELAM PEYGAMBERİMİZE VE ONUN ALİNE VE ASHABININ ÜZERİNE OLSUN İNŞALLAH
Şehâdet veya Tevhid Kelimesi iki bölümden meydana gelir.
Birinci bölümde Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik, ikinci bölümde ise Hz. Muhammed’in O’nun son elçisi olduğunu kabul etmek yer alır.
Şüphesiz her iki cümle de dilde tekrar edilen bir zikir’den çok daha geniş manası ve önemi olan bir iman itirafı ve iddiasıdır. Müslümanlar bunu her namazda, her et-Tahiyyatü’yü okuyuşta, her gün hatırladıkça söylerler. Böylece şehâdetlerini tazelerler, tanıklıklarını güçlendirirler.
Her iki cümledeki “lâ ilâhe illallah” da nefiy ve isbat olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir.
“La ilâh”a, uluhiyeti ilah sanılan şeylerden –bir anlamda- çekip almak, ya da onların ilahlığını şiddetli bir şekilde reddetmek; “illallah” ise, ulûhiyete (ilahlığa) ait ne varsa bunu sadece âlemlerin Rabbi Allah’a tahsis etmektir. “Lâ ilâhe” şüphesiz Tevhid ile şirk arasında bir sed’tir.
İslâm bir daire ise şehâdet o daire içinde olan her şeyi kapsar. Müslüman olmak isteyen bir gayri müslim öncelikle Şehâdet veya Tevhid kelimesini diliyle söyler ve kalbiyle tasdik eder. Müslümanlar da Şehâdet ile ne dediklerini bilirler, şehâdet etmenin gereğini yaparlar.Bu tasdîk sadece Şehâdet kelimesindeki ifadeleri tasdîk değil; İslâmı din olarak kabul etmek, dünya görüşü olarak, yaşama biçimi olarak seçmektir.
Bir kimse günde yüz defa, iki yüz defa, daha az veya daha çok diliyle Şehâdet/Tevhid Kelimesini tekrar etse, ama ne dediğinin farkında olmasa, maksat bu değildir. Şehâdet nakarat halinde tekrar edilen sıradan bir söz, dile pelesenk yapılan bir söylem değildir.
Asıl amaç -veleki günde bir defa söylensin-, ne dediğinin farkında olmak, gereğini yapmaktır. O, yalnızca tesbih âletleriyle yapılan bir tekrar değil; bunun ötesinde çok daha önemli bir tercih, bir söz veriş, bir kimlik kuşanması, İslâma uygun bir hayatı yaşamaya söz vermektir.
Kelime-i Şahadet” söyleyen bir kimse aşağıdaki şeyleri yapmış olur:
1-Tanıklık yapmak:Bütün benliği ile, şüphesiz ve tereddütsüz bir şeklide Allah’ın ilâh ve rab oluşuna şehâdet eder. Gözüyle gördüğünden, kulağıyla duyduğundan, eliyle dokunduğundan daha kesin, daha emin bir şekilde bilir ve inanır ki Allah’tan başka İLAH olamaz. İlah olarak sadece O var. Her ne kadar O ilah kendisi için ‘ğayb’ olsa da, sanki yanındaymış, bizzat görüyormuş, bizzat şâhit oluyormuş gibi inanır. Kur’an’ın deyişi ile; ‘yakîn’ bir şekilde kabul eder.
2-İdrak etmek:Şehâdeti söyleyen ne dediğinin, ne yaptığının; neyi kabul neyi reddettiğinin farkındadır. O bununla Hakikat’i anlar, Hakikatin kimden geldiği ve ne getirdiğini bilir. Âlemlerin Rabbi Allah’ı ve O’nun özelliklerini idrak eder. Anlar ki, Allah baki, kendisi fani. Yaratıcı O, mahluk kendisi. Gelişi O’ndandır, yine O’na dönecektir.
3-İnsan yapılı ilahları reddetmek:İnsan Allah’tan gelen hidâyeti unuttuktan sonra, inanma/tapınma ihtiyacını karşılamak üzere tarihten beri sayısız din uydurmuştur.
Şehâdeti söyleyen bir Müslüman; her ne şekilde olursa olsun, hangi sıfatla karşısına gelirse gelsin; bütün yapay, uydurma, icat edilmiş ilah varsa, ilah sıfatı verilmiş ne kadar uydurma güç odakları varsa; hepsini reddeder. Elinin ve yüreğinin tersiyle bir tarafa iter.
“Lâ ilâhe” der ve bütün bâtıl din mensuplarına ilân eder ki; “hayır, hayır, hayır; binlerce hayır. Sizin ilah saydığınız şeyler, ilah değil, sizin uydurmalarınızdır. Hepsini reddediyorum. Şehâdet ederim ki İlâhlık hakkı da, Rablik hakkı da âlemlerin Rabbi Allah’ındır.”
4-Söz vermek: Şehâdet aynı zamanda bir sözleşmedir, bir ahidtir.
“Elestü birabbikum” misakının yeniden ete kemiğe bürünmesidir. Zaten insan fıtratı, tabii olarak, ruhlar âleminde bu şehâdeti yapıp durmaktadır. Her varlık, her an kendi hâl lisanıyla bu tanıklığı ortaya koymaktadır. Şehâdet getiren bir insan bedenindeki hücrelerin yapıp durdukları şehâdeti lisana döker, gün ışığına çıkarır.
Şehâdet ‘i kabul eden bir mü’min şehâdet ettiklerinin gerçekliğini itiraf ettiği gibi, neyi kabul ettiğini amelleriyle de tasdik eder.
Bu şu demektir: Müslüman Kur’an’da ne varsa, Hz. Muhammed (sav) İslâm adına ne getirmişse öncelikle kabul eder, iman eder. Bu, iman aynı zamanda kabul edilen şeyleri yapmaya da bir sözdür.
Mesela; Ramazan orucunun farz olduğunu kabul etmek, imandır. Ancak bu iman sadece sözle ‘tamam, kabul ediyorum’ demek değildir. Bu, Ramazan ayı geldiği zaman oruç tutmaya bir sözdür.
Kur’an’a iman etmek, içindeki hükümleri uygulamak üzere kabul etmektir. Kur’an’ın doğrultusunda düşünmek, onun getirdiği bakış açısına sahip olmak, onun değerlerini benimsemektir. Onunla şuurlanmak, onunla basiret ve feraset sahibi olmaktır.
Şehâdeti söyleyen bir Müslüman İslâmın emirlerine elinden geldiği kadar uyacağına, yasaklarından elinden geldiği kadar kaçacağına söz veriyor demektir.
5-Berat vermek:Yani insanlara ilâh olarak Allah’ı kabul ettiğini, din olarak İslâmi tercih ettiğini, İslâmın getirdiği dünya görüşünü benimsediğini, İslâmın değerlerini en üsten değerler bildiğini çevresine, diğer insanlara duyurmaktır.
6-Sınır çizmek: Şehâdet etmek haddini bilme şuurudur.
Yani insan olarak konumunu, görevini, gücünü ve irade kapasitesini tanıma, anlama, kafayı öne alıp düşünmek demektir. Allah’ın makamını, ululuğunu, yüceliğini, insan ve kâinat üzerindeki tasarrufunu anlamaktır. İnsanın konumunu, yerini ve görevlerini ve anlamaktır.
Zaten O’nu hakkıyla tanıyan (ma’rifet sahibi olan), kendi konumunu bilir, ona göre davranır. Böylesi Allah’a nisbetle sınırının farkındadır. Kibirlenmez, dik kafalılık etmez, boyundan büyük işlere kalkışmaz, mülkünde yaşadığı Sahibine karşı mütevazi olur.
Şöyle inanır: “O Allah’tır, ben ise O’nun kuluyum. O’na ilâhlık yaraşır, bana kulluk. O ölümsüzdür, ben ise faniyim. O her şeye sahiptir, ben ise O’na muhtacım. O Kadir-i Mutlaktır, ben ise acizim. O, her şeyin sahibidir, ben ise hiç bir şeye sahip değilim” der.
7-Kimlik ilanı: Şehâdet etmek kimliği açıklamaktır.
“Ben müslümanım. Allah’ı Rab, Kur’an’ı kitap, Hz. Muhammed’i peygamber, İslâmı din olarak seçtim. Bu tercihim biliçli ve farkında olunan bir tercihtir. Değer yargılarım, bakış açım, dünya görüşüm, ahlâkım ve tavırlarım buna bağlıdır.
Kendimi İslâmın dışında hiç bir kimliğe nisbet etmem. İslâm benim için en üst ve alt kimliktir
İslâmî kimlik ‘vahiy’le şekillenir, vahyin terbiyesinden geçer ve vahyin kontrolünde işlerlik kazanır. Müslüman Vahyin, getirdiği ölçülerle bakar, o ölçülerden dışarı çıkmamaya çalışır, o ölçüleri hayatında rehber edinir.
8-Allah’ın hayata müdahil olduğunu kabul etmek: Şehâdeti söyleyen bir mü’min, evrenin sahibi olduğunu, varlığın aşkın bir güç tarafından yaratıldığını ve yönetildiğini, O’nun hayata her an müdahele ettiğini de kabul eder.
9-Hüküm koyma hakkının sadece O’na ait olduğunu kabul etmek: Hayatın sahibi aynı zamanda varlık için yasa ve sınır koyma hakkına da sahiptir. Şehâdeti söyleyen varlığın yasanın Allah’tan geldiğini kabul ettiği gibi, insanlar ve toplumlar için ibadet yasaları koyma hakkını da O’na teslim eder.
Bundan dolayı iman edenler, Allah’ın koyduğu yasalara (hükümlere) ve sınırlara zıd hükümleri benimsemezler. Bilirler ki Allah’ın hükümlerine zıd hükümleri benimsemek onların sahiplerini ilah edinmek gibidir.
İşte bu, Müslümanın kimliği, tercihi ve dünya görüşüdür. Böyle yapan bir Müslüman Hakikat açısından canlı şahit/şehit sayılır. Eğer inandığı değerler uğruna çalışır, çaba gösterir, infak eder, emek ve ter dökerse; sonunda da bu uğurda can veririse, böylece hem dünyada, hem de ahirette şahitlerden/şehitlerden yazılır.
Bir dahaki yazıda devam edeceğiz inşAllah konumuza ..
Şehadetin gereği kulluğunu Kuran ve sünnet ekseninde yapanlardan olmayı nasıp eyle amin ..