BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Gerçekten Hamd Allah (c.c)’a mahsustur. O’na Hamd ederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız. Allah (c.c kimi hidayette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’tan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.v) Allah’ın kulu ve Resulüdür. Salât ve selam O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.
Kalp huzuru, hiç şüphesiz mutluluğun ilk kaynağıdır. Ancak zeka, ilim, sağlık, kuvvet, mal, zenginlik, şöhret, mevki ve diğer maddi nimetler mutluluğu temin edemiyorsa, onu nasıl kazanacağız?
Buna rahatlıkla şu cevabı verebiliriz: Huzurun tek bir kaynağı vardır; o da Allah’a, ahiret gününe imandır. Öyle derin doğru bir iman ki, şüphe onu bulandıramaz, nifak onu bozamaz.
Gerçek hayat da bunu gösteriyor, tarih de bunu destekliyor ve basiretli, insaflı her insan da bunu kendi nefsinde ve etrafındakilerde fark ediyor.
Hayat bize öğretmiştir ki, en muzdarip, en sıkıntılı insanlar ve kendilerini bitmiş sananlar iman nimetinden mahrum olanlardır.
Bunların hayatlarının tadı yok, zevki yok. İstersen konfor içinde yüzsün, refah içinde yaşasınlar. Çünkü bunlar hayatın manasını anlamıyorlar, hedefini göremiyorlar, sırrını bilemiyorlar. Artık kalp huzurunu nasıl ele geçirebilirler?
Bu huzur iman ağacının, her mevsimde çiçek açan tertemiz tevhid ağacının meyvesidir.
Huzur, gökten mü’minlerin kalbine inen bir nefestir. Bu nefes sayesinde mü’minler; başkaları sarsılırken kendileri dimdik ayakta dururlar, başkaları kızarken kendileri razı olurlar, başkaları şüpheye düşerken kendileri yakinen inanırlar, başkaları feryat ederken kendileri sabrederler ve başkaları taşkınlık ederken kendileri ağır başlılık gösterirler.
Bu huzurdur ki hicret günü Peygamberimizin kalbine metanet vermişti.Üzülmemiş, kederlenmemişti. Korkmamış ve telaşlanmamıştı “Allah ona yarım etmişti. Hani Mekke kafirleri onu Mekke’den çıkardıklarında (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekir) ile mağaradaydılar. O vakit peygamber, arkadaşına şöyle diyordu:
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: ‘Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.’ Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe – 40)
Arkadaşı Sıddık üzülmüş ve korkmuştu; kendinden ve hayatından değil, Peygamberden, Peygamberliğin akibetinden korkmuştu. Hatta düşmanlar mağaraya gözlerini diktikleri zaman: Ya Resulallah (s.a.v), ayaklarının ucuna baksalar bizi görürler, demişti. Peygamberimiz, ona cesaret vererek dedi ki: Üçüncüleri Allah olan iki kimse için ne düşünüyordun ya, dedi!
Bu huzur, Allah’ın bir nefesidir, nurudur. Bu nurla korkular geçer, telaşlar biter, üzgünler teselli bulur, yorgunlar dinlenir, zayıflar kuvvet kazanır, şaşkınlar yol bulur.
Bu huzur, cennete bakan bir penceredir. Allah bunun mü’min kullarına açar. Oradan cennet rüzgarları eser, cennet nurları parlar, cennet kokuları gelir. Ta ki, öbür aleme gönderdikleri hayırların bir kısmını tatsınlar, ileride kendilerini bekleyen nimetlerin küçük bir örneğini görsünler. Ve bu rüzgarlardan rızk ve rahmet, eman ve selamet kokuları alsınlar.
Mü’minin huzurlu olmasının ilk nedeni yaratılışına uymasıdır. Bu, öyle bir fıtrattır ki, Kadir-i Mutlak Allah’ın fıtratı ile barış uyum halindedir (yani mü’minin fıtratı bozulmamıştır). Mü’min, fıtratı ile barış ve uyum içinde yaşar; savaş ve sürtüşme içinde değil.
İnsanın fıtratı öyle bir boşluktur ki, bunu ne ilim, ne kültür ve ne de felsefe doldurur. Ancak onu Aziz ve Celil olan Allah’a iman doldurur.
İnsan fıtratı; Allah’ı bulup iman edinceye ve ona yönelinceye kadar gerginlik, açlık ve susuzluk hisseder.
İşte o zaman (Allah’ı bulduğu zaman) yorgunluğu ve susuzluğu gider, korkudan emin olur. İşte o zaman şaşkınlıktan kurtulup doğru yolu bulur, işte o zaman istikrara kavuşur, telaşı sona erer. Uzun ayrılıktan sonra evine ve ailesine kavuşur.
Rabbini bulamayan insan -ki Rabbi ona şah damarından daha yakındır- ne kadar mutsuzdur, ne kadar şanssızdır ve ne kadar ümitsizdir.
Artık o, mutluluğu bir daha bulamaz, huzuru bir daha bulamaz, kendini bir daha bulamaz.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.
(Haşr – 19)
Kendini bulamadan yaşayan bir insan düşünün, O kendince ve halkın gözünde akıllı bir beşerdir; işitir, görür. Belki de üniversiteli kültürlünün biridir. Dahası var, belki de ilim ve edebiyat dallarında doktora da yapmıştır!
Nefsini bilmeyen nefsini nasıl bulur? Gurur ve kibir perdesine bürünen nefsini nasıl bilir? Şehvetin ardına düşmekle, hevasına uymakla, hissini nasıl bilir? Şehvetin ardına düşmekle, hevasına uymakla, hissi zevklere ve cesedin ve çamurun isteklerine dalmakla nefsinden haberi olmayan nefsini nasıl tanır?
İnsan acayip bir mahluktur. Onda hem toprak, hem ruh vardır. Toprak tarafını tanıyıp da ruh tarafını unutan, insanın hakikatını bilmez.
Her kim toprak tarafına maddi gıdasını ve suyunu verir de, ruh tarafına iman ve marifetullah gıdasını vermezse, insan fıtratının hakkını kısmış, değerini bilmemiş ve onu, hayatta ve ayakta tutan şeyden mahrum etmiş olur.
İbn-i Kayyim diyor ki:“Kalpte dağınıklık vardır; onu Allah’a yönelmekten başka bir şey toplayamaz.
Kalpte ürkeklik vardır; onu Allah’a ünsiyet etmekten başka bir şey gideremez.
Kalpte hüzün vardır; onu Allah’ı tanımak ve Allah’a doğru muamele etmekle neşelenmekten başka bir şey götüremez.
Kalpte ızdırap vardır; onu Allah’da birleşmek ve Allah’a koşmaktan başka bir şey dindiremez.
Kalpte hasret ateşi vardır; onu Allah’ın emrine, nehyine ve kaderine rıza göstermekten, Allah’a kavuşana dek sabra sarılmaktan başka bir şey söndüremez.
Kalpte ihtiyaç vardır; onu Allah sevgisinden, tövbeden, zikirden, sadakat ve ihlastan başka bir şey kapatamaz. Bütün dünyayı verseler ebediyen o ihtiyacı göremez”.
Bu, sırf bir alim sözü değildir; aksine tatmış, tecrübeli bir insanın sözüdür. Kendi nefsinde hissettiklerini ve etrafındaki insanlarda gördüklerini söylemiştir.
Bu şerefli insan fıtratı; Allah yoluna gitmeden, o’na iltica ve iman etmeden huzur bulamaz.(Medarica’s-Salikin)
Bazan bu fıtratın üzerini şüphe pası kaplar, şüphe tozu bürür. Bazen de fıtrat; zanna kapılmak ve havaya uymakla, ataları cahilce taklit etmekle, büyüklere körü körüne itaat etmekle haktan sapar ve kirlenir. Bazan de insan gurur ve kendini beğenme hastalığına kapılır; kendini birşey sanar ve Allah’a başkaldırır!
Ancak şu var ki, bu köklü fıtrat solar; ölmez, gizlenir; yok olmaz. Hayatta insanın başına güç yetmez, takat getirilmez bir felaket geldi mi, bu saptırıcı kabul derhal erir, o derinlerde saklı olan fıtrat meydana çıkar. O boğuk ses, açılarak dua ve niyaz ile Allah’a yalvarmağa başlar.
Peki bu fıtrat başa musibet geldiği anda ortaya çıkıp sonra ortadan kayboluyor ise nereye kadar bizlere yarar sağlayacaktır?
Rabbim Hakkı Hak Bilip Hakka Sarılan,Batılı Batıl Bilip Batıldan Uzaklaşan Kullarından Olmayı Nasip Etsin.. (AMİN)
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN ..