sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

İSLAM AHLAKI İLE AHLAKLANMAK

A+
A-

“Ahlâk”, insandaki iyi ve kötü huyları, fazilet ve rezaletleri ifade eder. Binaenaleyh “ahlâk”, güzel ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır.

Sünen-i Tirmizi, Rida,11/ 1195- Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahü aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Müminlerin iman bakımından en olgun olanları ahlak yönünden de en güzel olanlarıdır. Sizin iyileriniz kadınlarına iyi davrananlardır.” (Ebû Dâvûd, Sünnet: 15)

“ Ahlâk, huy demektir. Ahlâk-ı hamide (iyi huy) ve ahlâk-ı zemime” (kötü huy) olmak üzere iki kıs­ma ayrılır. Ahlak-ı hamîde sıkıntı ve musibetlere sabretmek, eza ve cefa­lara tahammül etmek, insanlara iyilik etmek, sevgi beslemek şefkat ve merhametli olmak gibi enbiyâ, evliya ve sahillerin huylarıdır. Ahlâk-ı zemîme, ise bu huyların tersi olan huylardır. Hasan-ı Basri (r.a.)’nin açıklamasına göre; güzel ahlakın aslı insanlara iyi muamele et­mek, insanların sıkıntılarım gidermeye çalışmak ve güler yüzlü olmaktır. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif güzel ahlakın kuvvetli bir imanın mahsulü olduğunu ve ahlak güzelliğinin imanın derece ve kuvveti nisbetinde arttığını ifade etmektedir ki, bu imanın derecesinin de insandan in­sana değiştiği, hatta her şahısta zaman zaman artıp eksilmeler olabileceği anlamına gelir.”

Müslüman için iyi ve kötünün ölçüsü kuran ve sünnettir. O Kuranın iyi ve güzel dediğini iyi ve güzel, kötü ve çirkin dediğini kötü ve çirkin kabul eder. Toplumun bu konuda kuran ve sünnete uygun olmayan kriterleri Müslüman için bağlayacı değildir.

 

Güzel Ahlâk : Kur’an’a, Sünnete ve akl-ı selime uygun olan, söz, fiil ve davranışlardır. Allah resulü (SAS), bizzat kendisi uygulayarak ve sahabesine teşvikte bulunarak güzel ahlakın portresini çizmiştir. Buradan yola çıkarak, güzel ahlaka örnek verecek olursak; “itaat, ittika, istikamet, ilim, ihlas, ihsan, iktisad, iffet, itikaf, istiğfar, infak“ başlıcalarındandır.

 

Kötü Ahlak : Kur’an’a, Sünnete ve akl-ı selime uygun olmayan söz, fiil, davranışlardır. İnsan iki şeyden meydana gelmiştir; ruh ve nefis. Ahlak ağacının mahiyeti, onda yetişen meyvelerle bilinir. Peki senin tarlanda ne yetişiyor?. Güzel ahlakın semereleri mi yoksa kötü ahlakın semereleri mi? Kendini ölçerek, ona göre bir yol tutmalısın. “Ve ona (kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu göstermedik mi ?” (Beled/10)

İnsanın, dolayısıyla Müslüman’ın, toplum içinde güzel ve hoş karşılanmayan her türlü kötü davranış ve alışkanlıklarını zamanla değiştirebilmesi gerekir. Bu kötü huy ve davranışlardan kurtulmanın tek yolu, iradesini kontrol altında tutup ona tam olarak sahip olmasıdır. Bu kötü davranış biçimlerinden de ancak Allah’ın bize emrettiği ibadetlere* sımsıkı sarılmak suretiyle kurtulmak mümkündür. Ama iradesine hâkim olamayan bir kimsenin bu gibi kötü huy ve alışkanlıklardan uzaklaşması kolay değildir. İbadetlere sıkı sıkıya bağlanmak, Allah’ı daima bizi görüyor gibi hissedip onu hatırda tutmak, sürekli olarak iyi insanlarla oturup kötülerden uzak kalmak, asî insanların bulunduğu yerlere gitmemek, Allah’ın emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınmak suretiyle İslâmî anlamda bir ahlâka sahip olunabilir.

Bütün bu çizilen prensiplere göz attığımızda İslâm ahlâkının saf ve sağlam bir iyi niyete dayandığı; Allah’ın rızasına önem vermesi müntesibinden dünyevî hiçbir çıkar beklemeyip uhrevî bir fayda peşinde de olmaksızın sırf Allah rızası ve sevgisini göz önünde bulundurmasını talep etmesi gibi özellikleri ile her türlü şekilci ve pragmatist ahlâk anlayışından uzak olduğu görülmektedir.

İslâm’da Emr-i Bi’l-Ma’ruf ve Nehy-i Ani’l-Münker* prensibi insanların ahlâkını daima iyiye doğru yönlendirmek içindir. Hz. Peygamber’in “Ahlâkınızı güzelleştiriniz.”, “Allah’ın ve Resulü’nün ahlâkı ile ahlâklanınız.” diye tavsiyelerde bulunması Müslümanın daima ahlâkını güzelleştirmesi gerektiğini dile getirmektedir. Bunun yanı sıra, Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde İslâm toplumunun daha mükemmel bir ahlâkî yapıya kavuşması için bir hayli emir ve nehiylerin sıralandığını ve Müslüman için Allah’ın razı olacağı bir hayat tarzının belirlendiğini biliyoruz.

Bu gibi ahlâkî emir ve yasaklamaların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

“Rabbin yalnız kendisine ibâdet etmenizi, anneye ve babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır, yaşlanır, yanında kalırlarsa sakın onlara “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı, tevazu kanatlarını indir (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve “ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara acı ” de… Seninle akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver. (Malını gereksiz yere) saçıp savurma. Çünkü (gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar Şeytan’ın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbi’ne karşı çok nankördür. Eğer (elin dar olduğu için) Rabb’inden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecek (onlara bir şey vermeyecek) olursan, bari onlara yumuşak söz söyle, gönüllerini al, bolluğa kavuşmaları için Allah’a dua et. Ellerini boynuna bağlanmış kılma, tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın. (Ellerin boyna bağlanması cimriliği temsil eder. Ellerin açılması da israfı ifade eder. Yani cimrilik de israf da İslâm nazarında kötü bir alışkanlık olup her iki durumda da insanın pişmanlık duymasına yol açar.)… Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Onları da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek büyük günahtır.

Zinaya yaklaşmayınız. Çünkü o, açık bir kötülüktür, çok kötü bir yoldur.

Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyiniz. Kim zulmen birini öldürürse, onun velisi (olan mirasçısı)’na yetki vermişizdir. (Öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşın gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş) tir. Katilin akrabası kendisine verilen bu yetkiyi kötüye kullanmasın.

Yetimin malına yaklaşmayın, ancak erginlik çağına (yaşına) erişinceye kadar en güzel tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz). Ahdi de yerine getirin. Çünkü insana ahdi sorulacaktır.

Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyidir. Sonu da daha güzeldir.

Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan (o yaptığın kötü şeyden) sorumludur.

Yeryüzünde kabara kabara (böbürlenerek) yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın. Boyca da dağlara erişemezsin.

Bütün bunlar hepsi kötü olan ve Rabbi’nin katında hoş görülmeyen şeylerdir. ” (el-İsrâ, 17/23-38).

Güzel Ahlak sahibi olmayı isteyen bir Müslümanın Allah Rasulü sav’i kendisine örnek alması gerekir. Zira Hz. Ayşe( r.a) peygamber sav’in hayatını soranlara “Onun Ahlakı Kur’andı “ buyurmuştur. Ve yine Rabbimiz “ Sizin için Allah’a ve Ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın rasulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21)buyurmaktadır.

Ahlâkın her iki yönüne değindikten sonra diyebiliriz ki; iman ve ahlâk arasında ayrılmaz bir bağ vardır. İmanın kendisi olan kelime-i Tevhid, “Lâ İlahe İllallah” boyutuyla, yapılması ve yapılmaması gerekenlerin, Âlemlerin Rabbi tarafından belirlendiğinin göstergesidir. Mü’min bir fert, hayatının her alanını İslâm ahkâmına göre uyarlamakla Mekârim-i Ahlak (Ahlaki Erdemler) sahibi olur.

İslâm’da ahlâkı iman’dan ayırmak mümkün değildir. Zira bütün Kur’anî emirlere boyun eğmek imanın gereğidir. Bu emirlere uymakla da en üstün ahlâkî değerler elde edilir. Resulullah (s.a.s.):

“Müminlerin iman* açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır.” (Buhârî, Edeb, 39) buyurmuştur. Bu duruma göre ahlâkî açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemâle ermiş olamaz.

Sahâbilerden biri Resulullah’a şöyle sorar:

-İslâm’da en hayırlı iş nedir? Peygamber Efendimiz şöyle cevap verir: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına selâm vermendir.” Ashâbın ileri gelenlerinden Abdullah İbn Mes’ud da buna benzer bir soru sorunca Resulullah şöyle buyurmuşlardır:

“Vaktinde kılınan namaz,* ana babaya itaat*, Allah yolunda cihad*” İslâm ahlâkının temel prensipleri olarak sadece bunlarla amel eden ve bu prensipler çerçevesinde hareket eden bir toplum her zaman dimdik olarak ayakta durabilir.

İnsanlara karşı daima yumuşak davranmak, hatalarına rastladığında, bu hatalarını son derece yumuşak bir ifadeyle ve onları üzmeyecek bir tarz ve üslupla söylemek gerekir. İnsanları ikaz ederken de aynı üslûbu uygulamak Müslümanın prensibi olmalıdır. İslâm’ın insanların hayatlarında görülen pratik ahlâkı insanın kendisine, hemcinslerine, çevresinde ve Allah’a karşı olan bütün görevlerini içine alır. Bütün bunlara baktığımızda İslâm ahlâkı hürmet, hizmet, merhamet, edep, hayâ, nefse hâkimiyet, tevazu, adalet, ve benzeri hususlar üzerinde yükselmiştir.

Ayrıca İslâm yalan, küfür, lânet okuma, alay etme, kibirlenme, koğuculuk yapma, gıybet etme, riyâ, cimrilik, kıskançlık, vs. gibi duygu ve davranışların kesinlikle yasaklandığını bildirerek, müslümanın bütün bunlardan da uzak kalması gerektiğini açıklamıştır.

Aişe (r.anhâ)’dan (rivayet edilmiştir); dedi ki: Rasûlulah (s.a.)’i (şöyle) derken işittim: “Muhakkak ki mü’min, ah­lâkının güzelliği sebebi île (gündüzleri) oruç tutan (ve geceleri de) Al­lah’a ibâdetle geçiren kimsenin derecesine ulaşır.”( Ebu Davud,Edep,7/4798)

Mevzuumuzu teşkil eden hadis-i şerifte; güzel ahlâk sahibi bir müslümanın ahlâkı sayesinde gündüzlerini oruçla gecelerini de ibadetle geçiren bir müslümanın derecesine erişebileceği ifade edilmektedir. Bu gerçeği anlamak çok kolaydır. Şöyle ki, gündüzlerini oruçla gecelerini de Allah’a taatle geçiren bir kimse, aslında nefsiyle ve şehvanî arzularıyla mücadele edip onlara galip gelmeye çalışıyor demektir. İyi düşünülürse insanlar arasına katılıp onlarla olan, muamelesinde güzel ahlâkı elden bırakmayan kimse ise/aslında aralarına katıldığı kişiler adedince nefislere muhatab, bir çok nefse karşı mücahede ediyor demektir. Bu böyle olunca, bu kim­se gündüzleri oruçla geceleri de taatle geçiren kimselere erişmesi ve hatta onları geçmesi hiç de yadırganacak bir durum değildir. İşte bunun içindir ki Rasûlullah (s.a.), sahabeyi güzel ahlâka teşvik eder, çeşitli yollarla onlara güzel ahlâkı sevdirmeye çalışırdı. Çünkü ne­fislerin temizlenmesi ve insanların kemale ermesinde bunun tesirini çok iyi biliyordu.

Ashab-ı Kirâm, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine emanet ettiği dünyevi makam ve mevkileri hiçbir zaman gurur ve kibir gibi nefsanî bir üstünlük vehmine alet etmemiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her halükarda ki mütevazı yaşayışını kendilerine hayat düsturu edinmişlerdir. Nitekim Selman (r.a) Medain Valisi iken, Şam’dan Teymoğulları kabilesine mensup bir zat gelmişti. Yanında bir yük de incir getirmişti. Selman (r.a.)’ın sırtında bir elbise, bir de aba vardı. Şamlı, Selman (r.a.)’ı tanımıyordu. Onu bu hâlde görünce de: “Gel şunu taşı!” dedi. Selman (r.a.) gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama: “Yükünü taşıyan bu adam Validir!” dediler. Şamlı: “Özür dilerim, seni tanıyamadım.” dedi. Selman (r.a): “Zararı yok, yükü evine götürene kadar sırtımdan indirmeyeceğim.” dedi. İşte Selman (r.a.)’ın bu hali, hangi makam ve mevkide bulunulursa bulunulsun, her halükarda tevazû ehli olmayı gerektirir.( İbn-i Sa’d, Tabakât, IV, 88. )

Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedir, Medine’ye geldi. Yeğeni Hurr b. Kays’ın evinde konakladı. Hurr, Hz. Ömer’in meclisine yaklaştırdığı kişilerdendi. Zira kurra, Hz. Ömer’in meclisinin müdavimleriydi. İster genç, isterse ihtiyar olsunlar onun istişaresine mazhar olurlardı. Uyeyne, yeğenine  “Ey yeğenim! Şu emrin yanında senin sözün geçer. Bana huzuruna girmek için izin ister misin?” dedi. Bunun üzerine Hurr Hz. Ömer’den izin istedi. Amcası Hz. Ömer’in huzuruna girdiğinde  “Ey Hattab’ın oğlu! Allah’a yemin ederim, bize değer vermiyorsun. Aramızda adalet yapmıyorsun” dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer öfkelendi. Hatta onu dövmek istedi. Hurr “Ey Mü’minlerin Emri, Allah Teâlâ, Peygamberi’ne “Bağışlayıcı ol. Marufu emret ve cahillerden yüz çevir” (A’raf: 7/199) buyuruyor. Bu amcam da cahillerdendir!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer hemen sakinleşti; çünkü Hz. Ömer, Allah’ın kitabına karşı çok hassas ve hürmetkârdı.

– Ömer’in hiçbir zaman öfkelenip de, Allah’ın zikri kendine hatırlatıldığında veya Allah’ın azabından söz edildiğinde, derhal yapmak istediğinden vazgeçmediğini görmedim(İbn Sa’d, İbn Ömer’den rivayet ediyor.)

 

– Bilal-i Habeşî, bana “Ey Eslem! Siz Hz. Ömer’i nasıl görüyordunuz?” dedi. Ben de “Hz. Ömer çok hayırlı bir insandı. Fakat kızdığında, bir tuhaf olurdu” dedim. Bilal “Öfkelendiğinde onun yanında Kur’an’dan bir ayet okunsa, öfkesi hemen giderdi” dedi.- Hz. Ömer bir gün bana bağırdı ve kamçısıyla vurmak istedi. Fakat ben ona “Sana Allah’ı hatırlatıyorum” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer kamçıyı attı. “Sen bana büyük bir şeyi hatırlattın” dedi.

İslam ahlakına sahip olabilmek hayatın her alanında Kur’an ve sünneti kendine ölçü edinmekle mümkündür. Bundan gayrısı ahlaksızlık ve fahşayı beraberinde getirir. Ashabı kiramın hayatında bundan dolayı saadet he huzur hâkimdi, saadet ve huzurun olmadığı nefis ve şehvetin ön planda olduğu toplumlarda ise cahiliye ve zulüm hakimdir.

Rabbim İslam ahlakıyla ahlaklanmayı bizlere nasip etsin. AMİN..

VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.