BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Rabbi, İlah, Allah azze ve celleye. Salat ve Selam sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) Aline, Ashabına ve tüm Mü’min ve Mü’minelerin üzerine olsun inşaAllah.
Hucurat suresine kaldığımız yerden devam edelim inşaAllah.
Din ve Şeriat vaz etmeye; kulların her türlü söz, fiil ve davranışlarının nasıl gerektiği hususunda kanun koymaya tek salahiyetli zat şüphesiz ki Allah Teala’dır. Peygamber (sav) ise O’nun koyduğu bu kanunları vahiy yoluyla alıp tatbik eden, insanlara tebliğ eden ve eksik kalan kısımları da Allah’ın izniyle tamamlayan kişidir. Bu sebepledir ki “din” denildiği zaman Allah’ın ve Rasulu’nun buyrukları emir ve yasakları akla gelir. Bu emir ve yasaklara göre yaşamanın ilk şartı, bunlara hakkıyla iman etmektir. Onların gerçekten Allah’ın emirleri olduğuna ve onlara uymanın insanın dünyası hem de ahireti için hayır olduğuna inanmaktır. Bu sebeple sure “Ey iman edenler !” hitabıyla başlamaktadır. Burada Mü’minlerden istenen, hayatın her alanıyla alakalı söz, fiil ve davranışlarını düzenlerken, bu hususlarda Allah ve tüm amellerini bu emirlere uygun olarak yapmaya çalışmalıdır. Allah ve Rasulu’nun emri belli iken, kendilerinden hüküm ortaya koymaya, ona uymaya ve başkalarını da ona uydurmaya kalkışmamalıdır. O halde Mü’minlerden kayıtsız şartsız İlahi emirlere teslim olmaları ve bunlara aykırı davranmaktan sakınmaları istenmektedir. Ahzap suresi 36. Ayeti Kerime’de Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır;
“Allah ve Rasulu bir mesele de kesin ve bağlayıcı bir hüküm verdiği zaman, Mü’min erkek veya Mü’min kadının, kendileriyle alakalı o meselede başka bir tercihte bulunma hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulu’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzap 36)
Bu, ayeti Kerime ve diğer ayetler iyi anlaşılmaya çalışılırsa hitap çok açık ve nettir. Aması, nasılı olmayan kesin hükümlerdir. Bu hususta da kullarının her haline anına şahitlik eden en büyük şahitte her şeyi çok iyi işiten ve bilen Allah azze ve celledir.
Bir gün Mescid-i Nebevi’ye gelen bir kişi, ikindi namazının farzı kılındıktan sonra mekruh vakitte namaz kılar. Bunu gören İmam Malik(Rh.a.), adama müdahale eder. “Yanlış yapıyorsun, bu vakitte namaz kılmak doğru değildir.”
O kişi imamın sözünü dinleyeceği yerde itiraza kalkışır;
“ne yani, şimdi ben namaz kıldığım için, rukü ve secde yaptığım için mi Allah bana ceza verecek?” diyerek kendini savunmaya çalışır.
İmam şu ibretli ve oldukça manidar cevabı verir;
“Elbette Allah, seni namaz kıldığın, rukü ve secde ettiğin için cezalandırmayacak. Ama Allah Rasulu (sav)’in Sünnetine aykırı davrandığın için cezalandıracak…”
Bizler bir düşünelim ve hayatlarımızı sorgulayalım. Bizler bugün Kur’an ve Sünnet’e tabiyetimiz ne derecede ise o derecede iman sahibiyiz demektir.
Hucurat Suresi 4. Ve 5. Ayette Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır;
“Raslulum! Seni evinin odalarının dışından yüksek sesle çağıranlara gelince, onların çoğu aklı ermez düşüncesiz kimselerdir.” (Hucurat suresi 4. Ayet)
“Böyle yapacaklarına, sen yanlarına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah, günahları çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”( Hucurat suresi 5. Ayet)
Rasulullah (sav)’in yanında, terbiye görmüş, sohbetine katılmış, İslam’ın nezaket kaidelerini hazmetmiş olan Sahabe-i Kiram, Efendimiz (sav)’e karşı nasıl davranacaklarını çok iyi biliyor; O’na nasıl hitap edeceklerinin ve kendisiyle ne zaman ve ne şekilde konuşacaklarının ayarlamasını çok iyi yapıyorlardı. Efendimiz’in (sav) günlük hayatından haberdar oldukları için onu uygun olmayan vakitlerde asla rahatsız etmemişlerdir. Fakat bir de bedeviler ve bedevi ruhlu bir kısım kimseler vardı ki, bunlar bu edep ve nezaket kaidelerini ne biliyor ne de tatbik ediyorlardı.
Zaman zaman Peygamberimiz (sav)’i rahatsız edecek münasebetsizlikler yapabiliyorlardı. Ayeti kerimeler bu tür davranışların uygun olmadığına dikkat çekmektedir.
Burada Allah azze ve celle onları “çoğunun akılları ermez” diye nitelemiş. Terbiyeci ve Önder olan Rasulullah’ın (sav) hürmetine ve Peygamberin şahsına yakışan saygı ve terbiyeye aykırı olarak bu şekilde bağırmayı onlara çirkin göstermiştir. Ve kendilerine daha uygun ve daha üstün olan davranışı açıklıyor, o da Peygamberin yanlarına çıkana kadar sabretmek ve beklemektir. Sonra onlara Allah azze ve celle tevbeyi ve kendine dönmeyi sevdirmekte, onları bağışlamaya ve Rahmete teşvik etmektedir. Yine şuna şahitlik ediyoruz ki Allah azze ve celle Rahmetinin gereği yanlış olanı gösterip doğruyu kendilerinin tesbit etmesini istememiş yani yanlışı gösterip, doğrunun ne olduğunu yine kendisi bildirmiştir. Ve ne kadar muazzam bir inceliktir, anlayana…
Doğrusu Müslümanlar bu yüce edebi kabul etmişler ve bu terbiyeyi Rasulullah’ın şahsının ötesinde her hocaya ve bilgine kadar uzatmışlardır. Hiçbir hoca ve bilgini kendi yanlarına çıkana dek rahatsız etmemişlerdir. Onlar kendilerini çağırana kadar huzuruna girmemişlerdir. Nitekim Alim, Zahit ve güvenilir, hadis ravisi olan Ubeyd’in şöyle dediği rivayet edilir; “Hiç bir alimin kapısını kendi çıkış vakti gelipte çıkmadıkça çalmadım.”
Tabi ki bel’amlarla, alimleri ayırt edebilecek feraset, fıkıh sahibi olanalar, anlarlar ve yaşarlar.
Rabbim bizlere istikamet üzere yaşayıp istikamet üzere ölmeyi nasip etsin.
VELHAMDULİLLAHİ RABBİL ALEMİN