Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve O’nun yolunu izlemeye çalışan ümmetinin üzerine olsun.
İnsanların düşüncesi sık sık değişebilir. Sık sık unutmak, insanoğlunun bir diğer özelliğidir, öyleyse gönüllerin sık sık uyarılması gerekir. Çünkü uyarılan gönüller, parlaklık kazanır ve nurdan ışınlar yayar. Uzun süre uyarılıp nasihatla beslenmeyen gönüller, katılaşma ve donukluğa mahkumdur. Işık ve aydınlığını kaybeden bir gönül, kararmakla karşı karşıyadır.
“İman eden kimselerin, gönüllerinin Allah’ın zikri ve inen hak (Kur’anla) huşu duyması ve böylece kendilerine daha önce kitap verilip de aradan zaman geçtikten sonra gönülleri katılaşan kimseler gibi olmamaları vakti gelmedi mi? Ki onların pek çoğu fasıklardır.” (Hadid/16)
Öyleyse bu tür gönülleri öğüt vererek yoklamak ve sürekli bir uyarı altında tutmak gerekir. Maksat öğütlenip huşu duymasını sağlamaktır. Duyarlılık ve inceliğini korumaktır. Katılık ve donmuşluğa meydan vermemektir.
Her şeye rağmen sönük, donuk, katı ve kararmış gönüllerden umut kesmemek lazımdır. Çünkü bir daha canlanabilir. Bir daha aydınlanıp Allah’ın zikriyle huşu duyabilir. Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın dirilttiği ölü bir toprak yeniden hayat emarelerini gösterip çiçek ve bitkiler çıkardığı, ürün ve meyveler verdiği gibi kalblerin de bir daha canlanması mümkündür. Tabi ki Allah (Subhabehu ve Tealâ) dilerse…
“Bilin ki Allah, ölmüş toprağı tekrar diriltir.” (Hadid/17)
Sahabe-i Kiram ilk iman ettikleri dönemde çok çeşitli maddi sorunlarla karşılaştılar. Hatta muhacirler Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman bütün mal varlıklarını Mekke’de bırakmışlardı. Medine’ye hicret ettiklerinde biraz da dünyamız için çalışalım dediler. Bunun üzerine Allahü Teala (cc) onları kınamak için aşağıdaki ayet-i kerimeleri nazil buyurmuştur:
“İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi?
Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar.
Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.
Bilin ki Allah, yeryüzünü ölümünden sonra diriltmektedir. Düşünesiniz diye gerçekten, size ayetleri açıkladık.” Hadid 16-17
“Ya o iman edenlere çağrı gelmedi mi?” Bu ayetin de içeriği onun Medine’de indiğini gösterir. Ancak Mekki olduğuna dair de iki ayrı rivayet vardır. Bunlardan biri, İbn-i Mes’ud’dan nakledilmektedir: “Müslüman olmamızın üzerinden henüz dört sene geçmişti ki bu ayet ile uyarıldık.” Diğeri ise İbn-i Abbas’ındır: “Allah Teala, mü’minlerin kalplerinde bir ağırlık (yavaş hareket) görerek, Kur’an’ın inişinin on üçüncü senesine girerken bizi azarladı.”
Şu halde bu iki rivayet birbirine zıt olduğu için birini tercih edecek durumda değiliz. Bir de, mü’minler Mekke’de sıkıntı içinde idiler. Medine’ye hicret ettiklerinde rızık ve nimete ulaşınca eski hallerine nazaran içlerinde uyuşukluk gösterenler oldu. Bunun üzerine söz konusu ayet indirildi denilmiştir. Lakin bu da, ayetin içeriğine pek uygun düşmemektedir. Gerçi ayetin son tarafında “Üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış … ” denilmekle bu manaya temas ediliyor gibi ise de, esasen söz geliminde bir aşağılanma olmayıp, henüz vakti gelmedi mi? diye hitab edilerek bir olgunlaşmanın meydana gelmesine teşvik ve sevk edilme bulunmaktadır. Aslında ayette bir azarlama vardır. Fakat bu azarlama, ayetin inişine sebeb olan sahabiler için dini menşe’de bir aşağılanma azarlaması değil, imanda kemal izlerini göstermek şartıyla İslam’ın faaliyete geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini uyandırmak istikbalde de o neşe’nin sönmemesi için şart olan ruhi bir kanuna işaret etmekle heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır. Muhacirlerden olan sahabilerin derecesine yakışan da bu teşvik ve ahvaldir. Onun için buyuruluyor ki, o iman edenlere vakti ve zamanı gelmedi mi? Ki kalpleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun saygı ile boyun eğip itaat eylesin. Allah’ın zikrinden maksat, Allah’ın adının anılması, yahut Kur’an’dır. İnen Hak da, meydana gelen olaylara göre Kur’an ile Allah tarafından indirilen hükümlerdir. İman, önce bilgi ve sevgi gibi iki ruh halini ihtiva eder. Sonra da Hak Teala tarafından gelen emir ve nehiylere göre hayırlı işlere teşebbüs etmeyi ve güzel ahlak ile ahlaklanmayı gerektirir. Yeni imana gelen kalplerde ilk duyguların vicdanlara çarpışı kuvvetli ve bu yüzden muhabbet neşesi şiddetli olsa da, gerek bilgi ve gerek imanın gerektirdiği şeyin tatbikatı itibariyle olgunluğa ulaşmış bir kalp gibi yüksek faziletlere eremez. Yaptığı işlerde ve gösterdiği tepkilerde usulüne uygun ve normal bir hareket tarzına sahip olamaz. Nitekim uzun zaman geçmesiyle duygular kocayarak neş’esini kaybeder. Arzulara gevşeklik ve kalbe katılık gelir ve bu kanun ruhundan dolayı ferdler gibi cemiyetler de dini neşelerinde bir başlangıç çocukluk, gençlik, rüşd, kemal ve olgunluk sonra da yaşlanmak ve ihtiyarlık gibi tavırdan tavıra çeşitli devirler yaşar. Bu süreçte yaşlanan cemiyetler, ancak neşenin yenilenmesi yoluyla, öldükten sonra dirilme gibi yeniden hayat kazanarak varlığını devam ettirebilir ve yine o suretle gelişmesini sağlayabilirler. Hakkın birliği ile İslam, aleme bir Likaullah (Allah’a kavuşma) neş’esi getirmişti ki, onun sona ermesi düşünülemez ve hiçbir neş’e ile değiştirilmesi söz konusu edilemez.
İstikbalin imkan zemininde gizlenen hiçbir devlet, hiçbir nimet neşesi onun kavrayışı dışına çıkamaz. En büyük hoşnutluk, bütün neş’elerin ve mutlulukların gayesidir. Öncekiler, o neşenin aşkıyla İman ve İslam’a sarılıyorlardı. Müşriklerin kızgın taşlarla işkenceleri altında hiç gevşeklik göstermeyerek “ehad, “ehad” (birdir) diye Allah’ı zikretmek suretiyle imanın sevincini ilan eden Bilal-i Habeşi (r.a.) gibi, Ashab-ı Kiram, hep o neş’enin şevkiyle zevk içinde yaşıyorlardı.
Rabbim bizlere de de aynı aşk ve heyecanı yakalayabilmeyi nasip etsin. AMİN.