KELİMELER VE KAVRAMLAR (103) TEVBE
Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk’a yönelmek.
En güzel şekilde günahı terk etmektir. Bu özür dilemenin en etkili yoludur. Çünkü özür dilemenin üç şekli vardır. Birincisi, özür dileyenin ben yapmadım demesidir. İkincisi, şundan dolayı yaptım demesidir. Üçüncüsü, yaptım, kötü ettim, artık ondan geri döndüm/vazgeçtim demesidir. Bunun bir dördüncüsü ise, yoktur. İşte bu sonuncusuna tevbe adı verilmektedir. Şeriata göre tevbe kötülüğünden dolayı günahı terk etmek, yaptığına pişman olmak, bir daha dönmeyeceğine kesin karar vermek ve düzeltilebilecek olan hareketlerini/amellerini dönüş yaparak düzeltmektir. Bu dört şart bir araya geldiğinde tevbenin şartları tamamlanmış olur.[1]
Tevbeten nasûha”; Nasuh, lugatte, ihlâs ve iyilik karşılığında kullanılır. Kendisinde mum vs. bulunmayan, saf ve halis bal, “aslı nasih” denilir. Sökülmüş bir elbise, dikildikten sonra, “nasahat’us-Sevb” ifadesi kullanılır. Bu bakımdan, “nasuh bir tevbe” dendiğinde lugavî olarak kendisinde riya ve nifaktan birşey bulundurmayan bir tevbe anlaşılır. Yahut günahlardan tevbe edip, insanın kendi nefsini kötü bir sondan kurtarması veya kişinin işlediği bir günahtan tövbe edip, ıslah olarak dinindeki bir açığı kapatması ya da başkalarına örnek ve onların selametlerine vesile olacak derecede tevbe ederek, hayatını düzeltmesi de anlaşılabilir.[2]
“Hani Musa, kavmine dedi ki: Ey kavmim, sizler buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin, yaratıcınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün. Yaratıcınız katında bu sizin için hayırlıdır’: Allah da tevbenizi kabul etti. Hiç şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir ve merhametlidir.”( Bakara 54)
“Ancak tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a gelince) ; artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.” (Bakara 160)
“Ancak bundan sonra tevbe edenler, ‘salih olarak davrananlar’ başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, merhamet edendir.” (Ali İmran 89)
“Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”( Nur 31)
Zirrü’bnü Hubeyş anlatıyor: “Saffân İbnu Assâl el-Murâdî (radıyallahu anh) bize, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini rivayet etti:
“Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır.[3]
“Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhib tarif edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Râhib: “Hayır yoktur!” dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu. Âlim: “Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir?” dedi. Ve ilâve etti:
“- Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah’a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah’a ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer.”
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler. Rahmet melekleri: “Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah’a yönelmişti” dediler. Azab melekleri de: “Bu adam hiçbir hayır işlemedi” dediler.
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara: “Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin” dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.”
Bir rivayette şu ziyade var: “Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı.”[4]
Bu hadistende anlaşıldığı üzere batıl bir hayattan vazgeçip iyilerden olmak isteyen insanların memleketlerini değiştirmese bile ortamlarını, çevresini ve arkadaşlarını değiştirmesi ferdin değişiminde önemli bir rol oynar.
Günahlarından tevbe eden kimse hiç günah işlememiş kimse gibidir.[5]
Tevbenin Çeşitleri
Iki çeşit tevbe vardır:
A)Vacip tevbe: Dinde emredileni tereketme, yasaklananı yapma sebebiyle gereken tevbedir ki Allah’ın emrettiği, Peygamberimizin gösterdiği gibi bütün mükelleflere vaciptir.
B-Müstehab tevbe: Dinde müstehab olan fiilleri terketme, mekruh olan işleri yapma sebebiyle yapılması gereken tevbedir.
Dinin emrettiklerini yaparak ve yasakladığı fiillerden kaçınarak, birinci tevbeyi az yapmak mecburiyetinde olanlar, ebrâr’dandır (iyilerdendir). Her iki tevbeyi de yerli yerinde yapanlar ise, derece bakımından öne geçmiş Allaha yakın kimselerdir.
Tevbenin İbadet Olarak Önemi
Allah (c.c.) kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor. (bkz. 11/Hûd, 1-3, 47, 52; 39/Zümer, 53-55; 24/Nûr, 8; 9/Tevbe, 117-118 v.d.).
Peygamberimiz (s.a.v.) de kendisinin her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor.[6]
O, insanlara şöyle sesleniyor:
“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.”[7]
Yine buyuruyor ki:
“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” [8]
Islâm’a göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadettir. Bu ibadette hem günah ve hatalardan vazgeçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır. Tevbe yalnızca mü’minlerin yaptığı bir ibadet değildir. Bir inkârcı, müslüman olduğu zaman; bir şirk koşan müşrik, şirki terkedip Islâmın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır. Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır. Müslüman, günahından ihlâslı bir şekilde tevbe ederse bu tevbesi kabul edilebilir. Bu kabul edilmenin anlamı, günahın verdiği zarardan kurtulmaktır. Kişi işlediği eski günaha tekrar dönmezse, o günahın dünyadaki ve âhiretteki zararından kurtulması ümit edilir. [9]
Hz. Ali, bir defasında bir bedevinin tevbe ve istiğfar kelimelerini aceleyle tekrarladığını görür ve “Bu sahte bir tevbedir”der. Bedevi “O halde sahih tevbe nasıl olur?” diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle cevap verir: “Tevbenin sahih olabilmesi için 6 şart gerekir.
1) Yaptığına pişman olman,
2) Gaflet ettiğin farzları yerine getirmen,
3) Gasbettiğin hakkı geri vermen,
4) Eziyet ettiğin kimseden özür dilemen,
5) İşlediğin günahı tekrarlamamaya azmetmen,
6) Nefsini Allah’a itaatle eğitip, günah işlerken zevk aldığın gibi, Allah’a itaat ederken de sıkıntı çekmen.[10]
Tevbe ile ilgili diğer bir takım hususlarında anlaşılması gerekmektedir. Birincisi, Tevbe, kişinin Allah’a yaptığı itaatsizlikten pişman olmasıdır. Yoksa bir günahtan uzak durabilmek için, kişinin kendi kendisine söz vermesi yahut sıhhat, kötü şöhret ve mal kaybı gibi nedenler dolayısıyla şarap içmekten vazgeçmek tevbe tanımına girmez. İkincisi, Allah’a itaatsizlik yaptığını hisseden kimse, hemen oyalanmadan tevbe edip, günahını telafi yoluna gitmelidir. Üçüncüsü, Tevbe ettikten sonra günah işleyen kimse, tekrar tekrar tevbe edip günah işlememelidir. Bu şekilde davranan bir kimsenin bu davranışı, onun tevbesinin sahte olduğuna bir delildir. Çünkü tevbenin asıl ruhu, insanın işlediği günah sonrasında pişman olmasıdır. Fakat sürekli aynı günahı işleyen kimse, gerçekte pişman olmamış demektir. Dördüncüsü, samimiyetle tevbe edip, bir daha o günahı işlememeye azmeden kimse, yine de beşerî zaaf dolayısıyla aynı günahı işlediğinde, tevbe ettiği günah tazelenmiş olmaz. Lakin o kimse sonra işlediği ganahından tevbe edip, bu günahı tekrarlamayacağına daha bir kuvvetle azmetmelidir.
Beşincisi, kişinin, işlediği günahı her hatırlayışında tevbe etmesi gerekmez. Ancak o kişinin nefsi, daha önce işlediği günahtan hâlâ haz alıyorsa, o takdirde tekrar tekrar tevbe etmelidir. Ta ki o günahını hatırladığında pişmanlık duyana kadar… Bu bakımdan gerçekten Allah korkusuyla, işlediği günahtan tevbe eden kimse, artık o günahından haz almaz. Çünkü o Allah’a itaatsizlik yapmıştır. Ve buna rağmen işlediği günahtan haz almaya devam ediyorsa, bu onun kalbinde, Allah korkusunun henüz kök salmadığının işaretidir.[11]
Ümistizlik anında tevbe kişiye fayda sağlamaz Allah cc bu konuda ayeti Kerimede mealen;
“Ama bizim dayanılmaz azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.” (Mü’min 85)
Tevbe, kulun Allah (cc)’a karşı işlemiş olduğu yanlışlardan kurtulması için açılmış bir kapıdır. İnsanın akıbetinin ateş olmasını isteyen şeytan ise bu kapıyı daima kapalı göstermek için mücadele edecektir. Kula Allah’ın affediciliğini unutturarak onu karamsarlığa sevkedip kendi akıbetine ortak etmek isteyecektir. Oysa ki Allah (cc), Tevvab’tır, Ğafur’dur, Rahman’dır, Rahim’dir.
Allah(cc) bu kapıyı mümin kullarına açarak adeta onlara enerji depolayacakları bir imkan sağlamıştır. Bu enerjiyle cihad eder, bu enerjiyle itaat ederler. Allah’ın onları affedeceği hissi onları ayağa kaldırıp hasenat işlemeye sevkedecektir ki Allah tevbe edenlerin günahlarını hasenata çevireceğini vaad etmiştir.
“Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Furkan/70)
Dikkate değer olan noktalardan bir tanesi de günah işlendiği vakit hemen tevbeye yönelmektir. Zira bu ertelenirse kişi için zararları beraberinde getirecektir. Gündelik hayatımızda dahi yemeği soğutmamak için büyük gayret gösteririz bunun sebebi iştahlı bir yemek olması için olsa da insan vücuduna verdiği zarar da buna dahildir. Yemeği soğutmak iyi görülmediği gibi tevbeyi soğutmamaya da daha fazla özen göstermeli insan. Çünkü bu zaman dilimini şeytan ve kötülüğü emreden nefis fırsata çevirecektir, tıpkı tesirini yok edecek panzeherin gecikmesini bekleyen bakteriler gibi.
Tevbe isteği azalacak; pişmanlık, katılaşan kalp sebebince tesirini yitirecektir.
Binaenaleyh, günah işlendiği vakit hemen tevbe etmek dikkatlerden kaçmaması gereken bir meseledir. Her ne kadar günah işleyen bir kalp de olsa bu konuda gafil olmamak için gayret göstermelidir.
Tevbe aynı zamanda kişiyi Allah’a yakınlaştıran bir ibadettir. Acizliğinin ifadesini tevbe sebebiyle dile getiren insan Allah’ın hoşnutluğuyla karşılaşacaktır. Kul ne kadar günahlar da olsa onun için Allah’tan başka gideceği bir kapı yoktur. Günahlarının çokluğu sebebince tevbeden vazgeçmek şeytanın açık oyunudur.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: “Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım.”[12]
Allah’ı tanımak her konuda şart olduğu gibi tevbede de şarttır. Tevbenin şartıda pişman olmaktır. Âlemlerin Rabbine karşı işlemiş olduklarından sebep mahcubiyet içerisinde pişmanlığını dile getirmelidir. Zira Allah ona çeşitli nimetler vermiş ikramda bulunmuş ona gereken bütün levazımatı vermiştir. Bunun karşılığında işlemiş oldukları insanın içini acıtmalıdır. Acziyet ancak bu şekilde dile getirilebilir. Hikmet ehline mekruhlardan haramdan kaçınırmaşcasına uzak durmayı nasıl başardıkları sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir; “Biz maddeye değil, suçu kime karşı işlediğimize bakarız.” Onlardaki pişmanlık kendilerini Allah (cc)’a karşı derin saygı ve haşyete götürmüştür. Bundaki en önemli faktör de Allah (cc)’ın affedici olmasıdır.
Tevbe meselesine ek olarak; Tevbe namazı da her ne kadar kabul olunması açısında şart olmasa da Sünnet olan bir davranıştır. (Detaylı bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat edilebilir.)
Ali bin Ebî Tâlib (r.a.), Hz. Ebu Bekir (r.a.)’den rivayet ederek Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Günah işleyen bir adam, günah işledikten sonra abdest alır, abdestini (sünnet ve âdâbına dikkat ederek) güzelce alır, sonra iki rekât namaz kılar ve günahının mağfiretini Allah’tan dilerse, Allah ona mağfiret eder.” Rasülüllah devamla şu mealdeki âyeti sonuna kadar okudu: “Onlar, fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp anarlar ve günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler/günahlarının bağışlanmasını dilerler…” (3/Âl-i İmran, 135)[13]
[1] Ragıp El- İsfehani El- Müfredat
[2] Tefhimu-l Kuran Mevdudi (Tahrim 6 An:19)
[3] ” Tirmizî, Da’avât 102, (3529)
[4] ” Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621)
[5] İbni Mace (4250)
[6] . (Buharî, Deavât 3, 8/83; Tirmizî, Tefsir 48, Hadis no: 3259, 5/383)
[7] Müslim, Zikir ve Dua 12, Hadis no: 2702, 4/2075; İbn Mâce, Edeb 57, Hadis no: 3816, 2/1254)
[8] (Müslim, aynı yer; Ebû Dâvud, Salât – Istiğfar, Hadis no: 1515, 2/84)
[9] H.Ece İslamın Temel Kavramları
[10] Zemahşeri (Keşşaf)
[11] Tefhimu-l Kur’an Mevdudi (Tahrim 8)
[12] Tirmizî, Da’avât 106, (3534)
[13] İbn Mâce, İkametü’s-Salât 193; Ebû Dâvud, Vitr 26