KELİMELER VE KAVRAMLAR (105) ULU’L-EMR
ULU’L-EMR
Emir sahipleri. Nevevî pratik bir târif kaydeder: “Ulü’l-emr, ümerâ ve vâlilerden, itaat edilmesi Allah tarafından vâcib kılınmış olan herkestir.” Ve bu târifin, halef ve selef -müfessir, fakih vs. her çeşit- âlim zümrelerinin ortak görüşü olduğunu belirtir.
Ömer Nasuhi Bilmen, fıkıh ıstılâhı olarak ulü’l-emr’i şöyle târif eder: “Yâ İslâm cemaatinin intihâbiyle veya kendisinin kuvvet ve nüfuzuyla hakimiyyet makamını ihrâz edip, Müslümanların bir emniyyet ve selâmet dâiresinde yaşamalarını te’mine muvaffak olan herhangi bir müslim zattır.”
Burada görüldüğü gibi, umumiyetle devlet reisi kastedilmekle birlikte, yerine göre, bugünkü tâbirle “otorite” denilen devleti temsil durumundaki herkes için ulü’l-emr tâbiri ıtlak olunabilir ve olunmaktadır. Şu halde imam, halife, emîr, âmil, me’mur, âmir, sultan vs. gibi kelimelerin herbiri ulü’l-emr mefhumunu ifade eder.
Ulü’l-emr Etrafında Birlik: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) İslâm cemiyyetinin bütünlük ve haşmetini, sulh ve saadetini bir reis etrafında meydana getirilecek birlik ve berâberlikte gördüğü için lisanının bütün belâgat ve talâkatı ile bir imam (ulü’l-emr) etrafında toplanmaya teşvik etmiş, bölünüp dağılmaları, birlik ve cemaatten ayrılmaları şiddetle takbih etmiş, ayrılanları kınamış, tehdid ve terhibde bulunmuştur. İmam etrafındaki teşekkül etmesi istenen bu birlik ve beraberlik her şeyden önce imama itaate bağlıdır.
Buharî’nin Enes (radıyallahu anh)’ten kaydettiği bir rivayette: “Üzerinize, başı, kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilse dinleyin ve itaat edin” denmektedir.
Müslim’in kaydettiği bir rivayette, Ebu Zerr: “Halîlim (Hz. Peygamber) bana: “Kolları kesik bir köle bile olsa emîri dinleyip itaat etmemi tavsiye etti” demektedir. Şârihler, gerek “kuru üzüm”, gerekse “kolları kesik” tâbirleriyle emîrin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yani emire neseb ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler.
Bir diğer rivayet de şöyledir: “…Üzerinize, emîr olarak, bir Habeşli köle bile tayin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri İslâm’ı ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. Böyle bir durumda boynunu uzatsın. Anasız kalasıca, dini gittikten sonra, onun ne dünyası kalır, ne de âhireti.”
Hz. Peygamber’in itaat şartını koşarken, verilen emir hoşa gitse de, gitmese de, içinde bulunulan şartlar bolluk veya darlık her ne olursa olsun, imamdan küfrünü gerektiren bir hâl zâhir olmadıkça İTAAT ETMEK şartını çok vâzıh olarak duyurduğunu görmekteyiz.
Allah İçin Biat: Her hâl ve şartda itaatin gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bey’at (biat) ve itaatin sırf Allah rızası için yapılması, buna dünyevî bir maksad dâhil edilmemesi için başkaca tenbihlerde bulunmuştur. Allah rızasından hariç dünyevî bir maksadla bey’atta bulunanlar hakkında şiddetli tevbih ve kınamalar gelmiştir: “Üç kişi vardır, kıyamet günü Allah onların ne yüzüne bakar, ne de onlarla konuşur, onların günahlarını da affetmez, onlara çok elim bir azab vardır: “…biri de dünyevî bir maksadla imama biat eden kimsedir. Öyle ki, istediğinden verilince itaat eder, verilmeyince itaati terkeder.” Buraya kadar söylediklerimizi hülasa edecek olursak İslâm’ın hükmü şudur: “İmama, mâsiyet olmayan (yâni Allah’a isyâna götürmeyen) hususlarda itaat farzdır.” Zira “İmam düşmanın saldırısına, insanların birbirlerine zulmüne karşı bir perde gibidir onun idaresi altında, düşmanlara, âsilere ve her çeşit fesadçılara (yani anarşistlere) karşı cihad edilir…”[1]
Hilafet
İslâm hukukçuları “hilâfet” terimini, genellikle Hz. Peygamber (s.a.s)’in yerine geçmek anlamına kullanmışlardır. “Gerçekte hilâfet, şeriatı Allah’tan tebliğ eden Peygamber’in yerine geçip dini korumak ve dünya işlerini de düzene sokmak.[2] Demektir; en yüksek başkanlık ve amme velayetidir; dini koruma ve dünya işlerini düzenleme makamıdır. Bu makama getirilene halife adı verilir.
Bu makama geçen, toplumu sevk ve idarede Hz. Peygamber’e halef olmuştur. Bu nedenle “Peygamber’in halifesi” demekte sakınca görülmemiştir. Fakat genellikle yalnızca “halife” demekle yetinilir. Hz. Peygamber’in hadislerinde “hilâfet” ve onunla aynı kökten türeyen kelimeler, yerine göre terim anlamıyla, yerine göre kelime anlamıyla kullanılmış bulunuyor.[3]
Ulu’l Emrin (Halife) görevleri;
Allah’ın hükümlerini tatbik etmek,
Namazları, özellikle Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak,
Zekât ve diğer vergileri toplamak,
Kadıları (hâkimleri) ve valileri tâyin etmek,
İslam devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak.
İslam devletinin sınırların korumak, cihadı tanzim etmek,
Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse komutanlık yapmak,
İslam devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,
İslam devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” ( Nisa 59)
Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah’a ve Resulüne karşı itaatsizlikten sakınmak ve aynı zamanda kendilerinden olan idarecilere itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemelerinin gerekli olduğunu anlamak gerekir. Bu bakımdan Taberî tefsirinde de zikredildiği gibi şu hadisler ne kadar önemlidir: İbnü Zeydin babasından rivâyet ettiği üzere Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki: “İtaat, itaat, itaatte imtihan da vardır. Fakat Allah dilemiş olsaydı emretmeyi hep peygamberlere verirdi.” Yani peygamberler mevcut iken bile hükümdarlara emretmeyi nasib etmiştir. Ve nitekim Yahya aleyhisselâmın öldürülmesine bile hükmetmişlerdir.
Aynı şekilde Ebu Hüreyre’den rivayet olunduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur: “Benden sonra size bir takım valiler valilik edecek iyi iyiliği ile velâyet edecek, günahkâr da günah işlemekle velâyet edecek; hakka uygun olan her konu da bunları dinleyin ve itaat edin ve arkalarında namaz kılın, iyilik yaparlarsa hem sizin, hem onların lehinedir. Kötülük yaparlarsa sizin lehinize (menfaatinize), onların zararınadır.” Aynı şekilde Abdullah b. Ömer hazretlerinden rivâyet olunduğu üzere Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Müslüman olan kişinin itaat etmesi onun vecibesidir, hoşlandığında da hoşlanmadığında da. Ancak günah işlemesi emredilmiş olursa başka. Günah işlemeyi emredene itaat yok.” Şuara sûresinde: “O aşırıların emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, ıslah etmezler.” (Şuarâ, 26/151-152) âyeti de bu hususu apaçık ifade ediyor. Ebu’s-Suûd, tefsirinde bütün bunları şu şekilde özetlemiştir. Bunlar raşid halifeler ve onlara uyan ve doğru hareket eden hakkı emreden idareciler ve adil davranan valilerdir. Zâlim idarecilere gelince, bunlar Allah’a ve Hz. Peygambere atf ile kendilerine itaat etmenin vacib olmasını hak etmekten uzaktırlar.[4]
Ebû Hüreyre’den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘den naklen rivayet etti;
Kumandan(imam, emir) ancak bir kalkandır. Arkasında harb edilir ve onunla korunulur. Eğer Allah azze ve celleden korunmayı emreder ve adalet gösterirse bununla kendisine ecîr verilir; bundan başka bir şey emrederse ondan gelen aleyhine olur buyurmuşlar.
Kumandanın kalkan gibi olması düşmana karşı durup müslümanlan kırdırmadığı ve İnsanlar onun satvetinden korkarak kendisinden çekindikleri ciheti iledir.
Arkasında harb edilmekten murâd: Onunla beraber olup düşmanla harb etmektir.[5]
Seleme b. Yezîd el-Cu’fî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e suâl sorarak:
— Yâ Nebiyyallah! Lütfen söyle! Başımıza kendi haklarını bizden isteyen fakat bizim hakkımızı bize vermeyen âmirler gelirse bize ne emir buyurursun? Dedi.
O kendisinden yüzünü çevirdi. Sonra tekrar sordu. Yine ondan yüzünü çevirdi. Sonra ikincide veya üçüncüde ona tekrar sordu, da Eş’as b. Kays onu çekti. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: Dinleyin ve itaat edin! Onlara ancak yüklendikleri, size de yüklendikleriniz vardır.
Onlara ancak yüklendikleri; size de yüklendikleriniz vardır. Cümlesi «Dinleyin ve itaat edin!» emrinin ta’lîlidir. Yânı onlara vâcib olan şey adalet göstermek ve ahâlînin haklarını vermektir. Onlar bununla mükelleftirler. Yapamazlarsa vebali onlaradır. Size gelince: sizin mükellef olduğumuz husus dinleyip itaat etmek ve başkalarının haklarını vermektir. Üzerinize düşeni yaparsanız Allah sevabınızı verir; demektir.[6]
Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın kendilerine yetki verilen yöneticilerin emirlerine, hoşlansın veya hoşlanmasın, itaat etmesi gerekir. Eğer emir ona günah olan bir şeyi yapmasını emrederse, o yöneticiyi dinlememeli ve emirlerine de itaat etmemelidir.” [7]
Raşid Halifeler;
Ashâb’tan lrbâz b. Sâriye naklediyor: Peygamber Efendimiz bir gün bize namaz kıldırdı. Namazdan sonra bize dönüp gözlerin yaşardığı, kalblerin ürperdiği tesirli, belîğ bir konuşma yaptı. Konuşmadan sonra bir zât kalkıp: “Ey Allah’ın Rasûlü! Sanki bu, vedâ eden bir şahsın konuşması gibi! Bize neyi tavsiye ve vasiyyet edersiniz” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Size Allah’tan korkmayı (takvâyı) ve başınızdaki idareci Habeşli bir köle de olsa itaat etmenizi tavsiye ve vasiyyet ediyorum. Benden sonra hayatta kalanlarınız birçok ihtilâflar görecek. O zaman benim Sünnetime ve hidâyet üzere olan Râşid halifelerin (Hulefâ-i Râşidîn’in) Sünnetine sarılın. Aman ha bu esaslara sıkı sıkıya, iyice yapışın. Dinde aslı esası olmayan sonradan çıkma islerden sakının! Bu şekilde sonradan ortaya atılan her şey bid’attır. Her bid’at ise sapıklıktır.[8]
Hz. Peygamber’in devlet idaresini temel özellikleriyle mahiyetinden saptırmadan olduğu gibi devam ettiren halifeler grubu, Hz. Peygamber’den hemen sonra iş başına gelen ve toplam otuz yıllık bir sürede idarecilik yapan Hz. Ebûbekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den oluşmaktadır. Bu halifeler, ardı ardına ve toplu bir dönem olarak idarelerinde doğruluk ve istikâmet üzere bulunan, haktan ve hidâyetten ayrılmayan halifelerdir. Bu sebeple işte bu ilk dört halifeye”Hulefâ-i Râşidîn” (doğruluk üzere bulunan halifeler) denmiştir.[9]
Takip edilen Hak ve batıl taraftarı imam ve önderler;
“Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ elinde verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki ipince iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.”( İsra 71)
“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık.”( Secde 24)
“Onları emrimiz uyarınca insanları doğru yola ileten önderler yaptık. Onlara yararlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi.” ( Kehf 26)
“Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler”. ( Kasas 41)
“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık.”( Secde 24)
Evet, yukarıda da görüldüğü üzere istikametler iki türlü olduğu gibi bu istikametlerin başını çeken tabilerini ve kendi yolunun yolcularına istek ve arzuların agöre yönlendiren yâda kendileride vahye teslim olmuş önderler bulunmaktadır. İslam ümmeti müstekbirlerin oyunlarından sıyrılıp artık eski egemenliğine kavuşmak için mücadele etmek zorundadır.
Yeryüzünde insanlar arasında içtimai anlamda egemen olan küfür kanunlarının yıkılması şarttır. Bu konuda hiçbir Müslüman mazeret ileriye süremez. Varlık sebebinin bir yönüde budur. Bu durumun meydana gelmesi ancak ve ancak aynı inanç, hedef ve metod birliğine sahip bir topluluk tarafından ortaya çıkarabilir. İlk İslam toplumunun sahip olduğu akide ve istikamet kendilerinden sonra gelecek bütün topluluklar için örnektir. Allah cc kendilerine yardım ettiği taifetu-l mansura ya da Rasulullah(sas) kendilerinden haber verdiği fırka-i Naciye olmak ve kalabilmek hadistede açıklandığı üzere “ benim ve ashabımın yolunu takip edenler” den olmak istiyor isek bu zarurettir. Dolayısıyla Hz. Ömer R.a; ‘İslam İslam olmaz cemaat olmadıkça, Cemaat cemaat olmaz emir olmadıkça, Emir emir olmaz itaat olmadıkça’ sözü konuya açıklık getirmektedir yani İslam cemaatsiz yaşanamaz. Cemaat olmanın gereği başlarında bir ulu’l emrin var olmasıyla mümkündür yoksa herhangi bir topluluk olarak kalabilir. Emir varlığının sebebi ise kendisine itaattir. Baş olmadıkça vucud ve azalar etkin olamıyacaktırki İslam ülkelerinin düştükleri hale bakmamız yeterli olacaktır. Maalesef bu gün imam ya da ( Ulu’l emr) dendiğinde sadece camide maaşlı iki rekât namaz kıldıran kişilerin anlaşılması, bize, sapıklığın ne derecede olduğu göstermekte…
[1] Kütüb-i Sitte
[2] İbn Haldun, Mukaddime, 191
[3] Buhârî, Meğâzi, 37; Ahkâm, 43; Müslim, Hacc, 425; İmâre, 61; Ebu Dâvûd, Cihâd, 72; Tirmizî, Deavât, 41, 46; Nesâî, İstiâze, 43
[4] Hak Dini Kur’an Dili – Nisa/59
[5] Müslim – Emirlik 9/1041
[6] Müslim – Emirlik 12/ 1846
[7] (Buhari, Müslim).
[8] ” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlm 16; İbn Mâce, Mukaddime 6; Dârimî, Mukaddime 16; Ahmed b. Hanbel, IV 126, 127).
[9] Şamil İ.A.