KELİMELER VE KAVRAMLAR (43) HAK-BATIL VE HAKKI GİZLEMEK
Hak; Sözlükte batılın zıddı, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk, gerçeklik(Hakikat), İslam, mal-mülk, vacip, sadık, yaraşır , kesin şey manasındadır. Fıkıhta ise hak hukukun başka şekilde şeriatın bir yetki veya yükümlülük olmak üzere benimsediği kişiye ait olan şeydir.
İslami ıstılahta ise hak; aslında sabit ve aklın inkar edemeyeceği derecede gerçek olan şey demektir. O aynı zamanda doğrudur, isabetlidir, maksada uygundur, arzu edilene dek düşen şeydir.Bu bakımdan her an ve her yerde sabit olan (mevcut olan) Allah cc gerçek Hak’tır.O cc yarattıklarını Hak üzere yarattığı için, Onlarda Allah’a göre haktırlar.Hak’tan gelen O cc’dan kaynaklanan her şey tıpkı onun zatı gibi haktır.O cc’dan gelen vahiyde haktır O cc’nın gönderdiği dinde haktır.[1]
Batıl; Sözlükte boş, boşa giden, doğru ve hak olmayan, devamlı olmayan boşu boşuna, yok olan, geçersiz, hükümsüz, haksız gibi manalara gelir.
İslami ıstılahta ise ibadetlerin geçerli(sahih)yani kabul edilebilir olması için o ibadete ait rukun ve şartların yerine getirilmediğinde oluşan şartlardır. Buna göre nasılki bir evlilikte nikahın şartları yerine gelmemiş ise geçersiz yani batıl olur. Bir yerde Allah’ın hükmünün dışında kalınan her yol, düşünce ve fikir batıldır.
İlmin olduğu yerde cehaletin, adaletin bulunduğu yerde zulmün tutunamadığı gibi, hakkın olduğu yerde de batıl tutunamaz.
Dünya hayatında sürekli olarak hak ve batıl kavgası devam etmektedir. Sözlük anlamları ile hak; yerine getirilen, Batıl ise; boşa giden manalarındadır. Zaman zaman batıl kazansa da güçlü gibi gözüksede hak batıla galabe çalmıştır yani bazen batıl taraftarları, bazende hak taraftarları kazanmıştır. Asıl olarak Hak sürekli kazanmaktadır. İsra süresinin 81. Ayetinde buyrulduğu üzere “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.”
Yine Kur’an’ı Kerimde Allah cc insanın yeryüzündeki sorumluluğun kenisine verilmesinden bahsederken;
“Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”(Taha 123)
Dolayısıyla Âdem a.s ve Havva validemizle başlayan insanlık âlemi o zaman diliminden sonra Habil ve Kabil arasında geçen meseleyle birlikte saflar ikiye ayrılır ve Hak taraftarları ile batıl taraftarlarının çizgisi belirginleşmiştir.
İslam uleması Âdem a.s ile başlayan tevhid mücadelesini açıklarken insan topluluklarını iki sınıfta incelemiştir; el-Milel ven-Nihal. El-Milel; Vahye tabi olan onun gösterdiği istikamette hayatlarını ikame eden topluluk. en-Nihal; Kupkuru zan manasına gelen nıhle kelimesi olarak nefse ve hevaya dayanan toplulukları ifade eder.
Hz.İbrahim a.s ile Nemrud kâfirinin arasında geçen, Musa a.s ile Firavn kâfirinin arasında meydana gelen mücadele bunun en açık örneklerindendir ki Hz.Muhammed (sas) ile Kureyşin azılı müşrikleri arasında geçen meseleler, siyer kitaplarına bakıldığında Allah cc tek İlah olarak kabul etmek ya da etmemek, safların arasındaki belirgin çizgi olan İnanç ve teslimiyetin mücadelesiydi. Bununla beraber insanlığın düşmüş olduğu en büyük hatalardan bir taneside Allah’a ortak koşarken nasıl koştuğunu fark edememektir.Kur’an-ı kerimde bir ayeti kerimede bu konuyla ilgili şöyle bildirilmektedir.
Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.(Yusuf 106)
“Onların çoğu,” putlara ibadet ederek “şirk koşmadan” Allah’ın varlığını, O’nun yaratan ve nzıklandıran olduğunu ikrar edip “iman etmezler.” Yani onlar, hem putlara ibadet ederler hem de Allah’ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu söylerler. Müşrikler, telbiyelerinde şöyle derlerdi: “Lebbeyk, Senin hiç ortağın yoktur. Lebbeyk, ancak bir ortağın vardır ki o Senindir. Sen, hem onun hem de sahib olduğu şeylerin sahibisin”. Veya onlar Allah’ı bırakıp, hahamları rabbleri olarak kabul ederek, Allah’ın çocuk edindiğini söyleyerek ya da nûr ve karanlık sözleriyle şirk koşuyorlardı.
Allah Teala, böyle davranmayı yasak ederek Rasulullah (sav)’in davet yolunun Tevhid akidesine davet etmek olduğunu bildirmiş ve bütün çeşit ve şekilleriyle şirki reddetmiştir.[2]
Hakkı Gizlemek
“Hakk’ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.”(Bakara/42)
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.”(Bakara/159)
Yahudiler ile hıristiyanlar, Peygamberimizin peygamberliğinin ne kadar gerçek olduğunu ve insanlara tebliğ ettiği emirlerin ne kadar doğru olduğunu ellerindeki kutsal kitabın verdiği bilgilere dayanarak kesinlikle biliyorlardı. Fakat böyle olmasına rağmen yüce Allah’ın kutsal kitaplarında kendilerine açıklamış olduğu gerçekleri gizli tutuyorlardı. Gerek onlar ve gerekse tarihin herhangi bir dönemindeki benzerleri, yüce Allah tarafından indirilen gerçeği, çeşitli sebeplerin dürtüsü ile, gizli tutarlar. İnsanlar böylelerine çeşitli dönemlerde ve çeşitli yerlerde rastlıyorlar. Bunların ortak tutumu şöyle özetlenebilir: Bunlar bile bile hakkı, gerçeği söylemezler; gerçeği anlatan sözleri, belgeleri, kesinliklerinden emin olmalarına rağmen saklı tutarlar; yüce Allah’ın kitabında yeralan kimi ayetlerden uzak dururlar, onları günyüzüne çıkarmazlar, tersine onları sessizce geçiştirirler, dikkatlerden saklarlar. Bunu, sözkonusu ayetlerin içerdiği gerçekleri saptırmak, onu insanların kulaklarından ve diğer duyu organlarının algısından gizlemek için yaparlar. Bu tutumlarının ardında mutlaka dünyalarına dönük bir menfaat yatar. Bu tutumu biz birçok durumlarda ve bu dinin birçok gerçekleriyle ilgili olarak sık sık görüyoruz. İşte, “Onlara hem Allah ve hem de bütün lânet edebilenler lânet eder.”[3]
Allah’ın ayetlerini gizleyen ve onu az bir paha karşılığında satan kimsenin durumuyla ilgili Kur’an bize şu misali veriyor;
“Onlara şu adamın(Bel’am b. Baura) olayını anlat: Adama ayetlerimizi sunduk, fakat o onların içinden sıyrılıp çıktı. Arkasından onu şeytan peşine taktı da azgınlardan oldu. “(A’raf/175)
Sanki o, etine yapışık bulunan deriden sıyrılır gibi bu ayetlerden sıyrılıyor. Çırpınarak, zorlanarak ve büyük bir çabayla ancak bunu üzerinden atabiliyor. Bedenine yapışık halde bulunan derisinden bir canlının yüzülmesi gibi bir sıyrılıştır bu. İnsanın bünyesi derinin bedeni sarması gibi Allah’a iman duygusuyla sarılmış değil miydi? İşte o, buna rağmen gördüğünüz gibi Allah’ın ayetlerinden sıyrılıyor, kendisini koruyan örtüyü, bedenini muhafaza eden zırhı atıyor, arzu ve isteklere uymak için doğru yoldan sapıyor, aydınlık ufuklardan yuvarlanıyor, kapkaranlık çamura gömülüyor. Ve artık şeytanın bir oyuncağı durumuna düşüyor. Şimdi artık hiçbir koruyucu onu korumuyor. Kimse şeytandan onu muhafaza etmiyor. Ve o, şeytana uyuyor. Şeytana bağlanıyor. Şeytan ona egemen oluyor.[4]
[1] H.Ece- İslam’ın Temel Kavramları sh :235-236
[2] Vehbe Zuhayli/Tefsiru’l Munir Yusuf/106
[3] Seyyid Kutub/Fi Zilali’l Kur’an Bakara/159
[4] Seyyid Kutub/Fi Zilali’l Kur’an-A’raf/175