sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KELİMELER VE KAVRAMLAR (48) HİLAFET-HALİFELİK

KELİMELER VE KAVRAMLAR (48) HİLAFET-HALİFELİK
16.11.2022
1.063
A+
A-

HİLAFET – HALİFELİK

 

Halife kelimesinin aslı ‘ha-le-fe’  fiilidir. Buda sözlükte arkadan veya sonradan gelen demektir. Daha geniş bir ifade ile, Halefe: birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekalet etmek, temsil etmek gibi anlamlara gelir.

Öne geçmenin önde olmanın zıddıdır. Birisi diğerinin yerine geçerse ötekinin ardından gelirse yada onun yerine geçerse falanca, falancaya halef oldu denir.[1]

Kur’an’ı Kerimde halife:

“Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.”(Bakara 30)

“Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.”(Sad 26)

“O, sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. İnkârcıların inkârı, ancak ziyanlarını arttırır.” (Fatır 39)

Halife; Allah (cc)’ın kanunlarının yaşanması, uygulanması, hâkim olması ve muhafazası için çalışandır. Halifelik, Bakara Suresinin 30. Ayeti kerimesinde de belirtildiği gibi insana görev olarak verilmiştir.

Demek ki, Allah’ın yüce iradesi şu yeryüzünün dizginlerini kâinatın bu yeni varlığına teslim etmek, burayı onun eline vermek istiyor. Yani yüce Allah yaratıp, düzene koyduğu şu yeryüzüne kendi temsilcisi sıfatıyla gönderdiği insana; buradaki varlıklardan yararlanma, onların özelliklerini tanıyıp araştırma, onları değiştirme, gizli olan yönlerini bulup açığa çıkarma, çeşitli yeraltı kaynaklarını bulup günsüzüne çıkarma ve bütün bunları yaparken de Allah’ın halifeliği gibi son derece ağır bir görevi yerine getirirken yeryüzünün bütün imkânlarını onun hizmetine sunma kararındadır.

Yine demek ki yüce Allah kendi dileğini gerçekleştirme görevi verdiği ve “insan” ünvanına layık gördüğü bu yeni varlığı, yaşamı boyunca karşı karşıya geleceği yeryüzünün çeşitli güç kaynaklarına (enerji, hammadde-doğa kanunları vs.) denk gelecek, onlarla baş edebilecek derecede gizli güçlerle donatmıştır.

Buna göre, yeryüzüne ve evrenin tümüne hükmeden temel kanunlarla, bu yeni varlığa, onun çeşitli güç kaynakları ve enerjilerine hükmeden temel kanunlar arasında sıkı bir uyum, ahenkli bir birlik vardır. Böyle olduğundan dolayıdır ki, bu iki kanun arasında, herhangi bir çatışma olmamakta ve insan enerjisi şu koca kâinat kayasına çarpıp paramparça olmaktan kurtulmaktadır.

O halde şu uçsuz-bucaksız yeryüzündeki varlık düzeni içinde sözünü ettiğimiz insanın mevkii, rolü son derece önemlidir ve bu onurlu statüyü onun için, kerem sahibi olan yaratıcısı dilemiş, uygun görmüştür.

Yüce Allah’ın “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” ilahî buyruğunu, yeryüzünde halife olarak bulunan insanoğlunun bugün gerçekleştirdiği büyük işlerin ışığında gören bir göz ve idrak eden bir kalple değerlendirdiğimiz zaman bütün bunların ilahî iradenin sadece bir kısmı olduğunu görebiliriz.[2]

Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan mâlik değildir, o sadece Allah’ın temsilcisidir ve kendisine gerçek Hâkim tarafından verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sahip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkileri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzularına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiyetini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.[3]

Halifelik, yeryüzünü Allah’ın kurallarına göre imar ve infaz etme de Müslümanların ortak görevidir. Hilafet ise Allah’ın hâkimiyet hakkının bir tecellisi olarak İslâm hükümlerini uygulamaya koymaktan sorumlu makamının adıdır. Binaenaleyh bu makamda görevli olan kimseye de bu sebepten ötürü ‘halife’ denmiştir.

İslam yönetiminin hem teorik hem de pratik açıdan kendine özgü olan bu makam genellikle “halifelik” veya “hilâfet” diye adlandırılmaktadır. Bu makama gelebilmek için belirli özelliklere sahip olmanın yanında, belirli yoldan o makama gelmiş olmak da gerekir.[4]

Ki bu makamın belli başlı görevleri ve sorumlulukları vardır ;

İbn-i Abbas (ra)’tan rivayetle ; Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur ; “Dört şey ulu’l-emrin hakkıdır.Hadd cezalarını tatbik etmek, ganimetleri mücahidler arasında taksim etmek, Cum’a namazını kıldırmak ve zekatı toplamak.”[5]

Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: “Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl devam edecektir. Bundan sonra melikliğe dönülecektir.” Bu da şöyle yorumlanmıştır: “Ebubekir’in halifeliği iki yıl, Ömer’in on, Osman’ın on iki, Ali’nin altı yıllık halifelik sürelerinin toplamı, otuz yıl etmektedir.”[6]

Hz. Peygamber (s.a.s)’den sonra gelen ilk dört halifenin hilafet süreleri, Saadet Asrının ikinci dönemini teşkil eder. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu bu dönemdeki uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları İslam hukukunun kaynakları arasında görürler. Çünkü onların uygulamaları Hz. Peygambere zaman itibariyle en yakın olmak, onun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır, başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler. Hakkında nass bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir. Bunun nedeni ise, onların, hem veliyyü’l-emr olarak mü’minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslâm’ın özünü en iyi kavramış bulunmalarıdır. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Mesela, Hz. Ebu Bekir’in zekat vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz. Ömer (r.a)’in Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz. Ali’nin (r.a), Hâricilerle savaşmak ile ilgili tutumları kendi konumlarında oldukça önemlidirler.

Çünkü bütün bunlarla ilk defa karşılaşıyordu ve bunların İslâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi. Yine Hz. Peygamber (s.a.s)’in vefatından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek konusu ortaya çıktı. Hz. Ebu Bekir’den sonra gelen diğer üç halîfe de farklı şekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlâr İslâm hukukunda devlet başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi. Bu konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur. Bu ise İslâm’ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları arasındadır.[7]

“Halife ancak bir kalkandır. Arkasında harb edilir; ve onunla korunulur. Eğer Allah azze ve celleden korunmayı emreder ve adalet gösterirse bununla kendisine ecîr verilir; bundan başka bir şey emrederse ondan gelen aleyhine olur.”[8]

Hadiste örneği verilmiş olan kalkan 23 Mart 1924’te kırılarak Müslümanlar korunmasız bırakılmıştır. O günden bugüne çok şey değişmiş küfür, şirk, sapkınlık hiç olmadığı kadar ayyuka çıkmıştır. Yeryüzünün çeşitli yerlerinden müslümanların feryatları yükselmekte, nehir gibi Müslüman kanı akmakta, Müslümanın hayatına dini vecibelerine haklarına istendiği şekilde tecavüz edilmetedir. Ve bunlar yapılırken, hiçbir endişe, korku ve pişmanlık söz konusu olmamaktadır. Hz.Sevban (ra)’dan rivayet edilen çer çöp hadisi aynen bugünü anlatmaktadır. Bunun en temel sebebi Müslümanların canına, malına, kanına, hayatına, dini vecibelerine, haklarına ve yaşadığı topraklara kalkan olacak emirin, halifenin, kumandanın olmamasından kaynaklanmaktadır. En önemlisi ise bunların varlığını bilip ağıt yakmaktansa, yeniden dirilmek için mücadele etmektir. Bu da ancak Kur’an ve Sünnete bağlı kalmak ve bu iki delile bağlı kalanların yerine getirdiği gibi getirmekle mümkündür.

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve rasulune döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”(Nisa/59)

Müslümanların halifesiz kaldıkları bir zamanda, İslam ahkamının icrası, için hilafet vasıflarına haiz olan bir zatı seçip ona biat ederek bir vücut gibi itaat etmeleriyle[9] ya da varsa o Müslüman cemaate katılarak İslam’ın hakimiyeti için çalışmalıdır.

Hz. Ömer (ra) : “İslam İslam olmaz cemaat olmadıkça, cemaat cemaat olmaz emir olmadıkça, emir emir olmaz itaat olmadıkça.” Diyerek İslam’ın hakimiyetine giden yolun olmazsa olmazlarını bizlere işaret etmiştir.

[1] Ragıp El İsfehani(El müfredat)

[2] Seyyid Kutub/Fi Zilali’l Kur’an/Bakara 30 Tefsiri

[3] Mevdudi/Tefhimu’l Kur’an/Bakara 30 Tefsiri

[4] Şamil İA

[5] Siracüddin Ebu Hafs Ömer el-Gaznevi- El-Gurretu’l Munife-Kahire 1950 Sh.168 ayrıca İbnu’l Hümam Fethu’l Kadir – Beyrut: 1316 c.4 sh.129

[6] Ebu Davud, Sünne, 8: Tirmizî, Fiten, 49

[7] Şamil İA

[8] Muslim/Emirlik/ Bab: 9 Hd. No: 1841

[9] Ş.Sarı/Kelime-i Tevhid ve Manası Sh: 152 İ’tisam Yayınları

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.