KELİMELER VE KAVRAMLAR (69) İSYAN-İTAAT
İSYAN-İTAAT
İsyan: İtaatsizlik, emre karşı gelme, başkaldırı. Bağî, serkeş ve asi anlamlarıyla Allah’ın kanunları çerçevesinde üzerine düşeni yapmaktan kaçınma hali ve günahkâr anlamları da verilmektedir.
Kur’an-ı Kerîm insanların dünya ve ahiret mutluluğu için uymakla zorunlu bulunduğu bir takım emir ve yasaklamalar getirerek örnek toplum modeli çizer. Bu modelde insana düşen görev ise emir olunduğu gibi yaşaması, Kur’an ve Sünnet ‘ten ayrılmaması, Allah’a itaat sınırlarının dışına çıkmaması ve O’na isyankâr bir kul olmamasıdır.
İtaat: Uyma, dinleme, alınan emre göre hareket etme anlamında bir terim. Arapça’da “ta, va, a” fiilinden türemiş bir mastar. İnkıyâd ile eş anlamlıdır. Bunun karşıtı, adem-i itaattir ki, itaatsizlik, serkeşlik ve muhalefet anlamına gelir. Önceleri karşı çıktığı kimseye, bilahare itaat edeceğini bildirmeye de “arz-ı itaat” denir. Bu manada, itaat edene muti’, kendisine itaat olunana da mutâ’ denir.
Gerek itaat, gerekse adem-i itaat, insanların fıtratında bulunan ve birbirine zıt fakat aynı derecede lüzumlu olan özelliklerdir. Bu özellikleri sayesindedir ki insanlar, bir otoriteye bağlanabiliyor, devlet kurabiliyor ve birlikte hareket edebiliyorlar. Kur’an’ı Kerimde İtaat ve isyanla alakalı olarak birçok ayet yine sünnette bu kavramların ehemmiyetine dair pek çok hadis bulunmaktadır;
De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.(Al-i İmran 32)
Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.(Nisa 69)
Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamet olunasınız.(Al-i İmran 132)
Biz peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah’tan bağışlama dileselerdi ve peygamber de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.(Nisa 64)
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah’a isyan etmiştir. Kim emîre itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emîre isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.[1]
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Dinleyin ve itaat edin! Hattâ, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah’ı tatbik ettikçe… (itaatten ayrılmayın).”[2]
Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet (Allah’a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok.”[3]
Böylece Rablerinin elçisine isyan ettiler. Bu yüzden onları, şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.(Hakka 10)
Nuh: Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular.(Nuh 21)
De ki: “Eğer ben Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.”(Zümer 13)
Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):”İmtina edenler hariç, bütün ümmetim cennete girecektir!” buyurmuşlardı.”İmtina edenler de kim?” dediler.”Kim bana itaat ederse cennete girer, kim asi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir!” buyurdular.”[4]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir”.(Nisa 59) Buyrulmaktadır.
“Müslüman, günah işlemekle emr olunmadıkça aldığı emre hoşuna gitse de gitmese de uymakla, amirlerine itaat etmekle yükümlüdür. Fakat eğer günah işlemekle emr olunursa bu emre uyması, itaat etmesi söz konusu değildir.” (Buhari, Müslim)
Allah cc kul olarak yaratmış olduğu insan oğlunu kimlere itaat edeceği konusunda yönlendirme ve emirleriyle doğruya ulaştırıyor. İslami ölçü edinmiş ve Kuran ve sünnete itibar ve ittiba ettiğini söyleyen kimseler için itaat kaçınılmazdır.Bu itaatın kimlere ve nasıl yapacağı yine Allah cc tarafından belirlenmiştir ki Müslüman bir topluluğun varlığından ancak boyun eğiş var olduğu zaman söz edilebilir.
Yine, “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir”.(Enfal 46) gibi ayetlerde müslümanların varlığının ve muhafazanın yolu çizilmiştir.
İnsanın iç aleminde İtaat ve isyan iki zıt kutuptur (Ambivalance).Bu itaat kabiliyeti sayesindedir ki insan Allah cc itaat eder ve ancak isyan özelliğinin var olmasıyla şeytan ve taraftarlarına isyan edebilir. Fakat Rabbine itaat etmesi gerektiğini unutan insanlar itaat makamını şaşırarak Rablerine isyan edip Şeytana itaat ederek izzet ve şereflerini kaybetmektedir.
İtaat edilmemesi emredilen kimseler ise Kur’an’ı Kerim bazı ayetlerde beyan ediliyor;
Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihad ver.(Furkan 52)
Ey iman edenler, eğer küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrâna uğrayanlara dönersiniz.(Al-i İmran 149)
Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu bir fısk’tır (yoldan çıkıştır) . Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. (Enam 121)
Bu ayetler Müslümanların İslamın dışında bir akideye sahib olan kimselere itaati onlara uymayı yasaklamaktadır. Allah azze ve celle bizleri Kitabıyla uyarmakla birlikte yaratılmış olan kitaplada sürekli uyarmakta ve kendisine itaatlerini göstermek suretiyle kalpleri onu tanımaya hatırlamaya yüceltmeye itaate çağırmaktadır.
Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?(Al-i İmran 83)
Bitki ve ağaç (O’na) secde etmektedirler.(Rahman 6)
Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.( Bakara 74)
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.( Fussilet 11)
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl kurduk ve yıldızlarla nasıl süsledik, onda bir delik ve yarık da yoktur. Ve yeryüzünü de genişletip yaydık, üzerine sağlam dağlar yerleştirdik ve o yeryüzünde gözler, gönüller açan güzelim bitkileri, çift çift bitirdik. Bütün bunları meydana getirmemiz Allah’a dönüp O’na sığınan her kulun, gönül gözünü açmak ve ona ibret, öğüt vermek içindir.( Kaf 6 7 8)
Her türlü engeli kaldıran, görüş ufkunu aydınlatan, kalpleri açan ve ruhları şu akıllara durgunluk veren kainata ve onun gerisindeki yaratma, hikmet ve tertibe (düzene) bağlayan bir öğüt ve bir ibrettir bu… Hemen Rabbine dönen bir kulun yararlandığı bir öğüt ve ibrettir bu… Beşer kalbi ile, şu akıl almaz ve güzel kainatın etkilerini birbiri ile buluşturan halka budur işte… Bu halkadır ki, kainat kitabına bakışa ve onu tanımaya beşer kalbinde bir etki bahşeder ve insan hayatına bir değer verir. Kur’an-ı Kerim’in bilgi ile “bilen insan” marifetle “arif olan kişi” arasında kurmuş olduğu ilgi budur… Bu devirde insanların “bilimsel” diye isimlendirdikleri, araştırma ve metotlarının yüce Allah’ın insanlarla, onların yaşadıkları kainat arasında kurduğu ilişkiyi kesip de ihmal ettikleri halka bu halkadır. Bir kere insanlar bu kainatın bir parçasıdırlar. Kalpleri kainatın atışına göre atmadıkça, kalpleri ile bu muazzam kainatın tesirleri arasında bağ güçlü olmadıkça, hayatları sağlıklı ve düzgün olamaz.[5]
İşte insanın güzelliğinin en güzel biçimde olması, duygusuz olan şekil ve suretinde değil, duygusunda ve özellikle “güzellik” denilen mânâyı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel yaratıcıyı ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp onun ahlâkıyla ahlâklanmış olmasındadır. İnsan yaratılışının kıvamı ve aday olduğu olgunlaşma budur. İnsan ilk doğuşunda bu olgunlukta olarak değil, fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleme kabiliyeti verilmek mânâsına en güzel biçimde yaratılmıştır. Yoksa onda hiçbir fanilik lekesi, bir aşağılık hali bulunmazdı. Oysa böyle olmadığı görülüp duruyor. Fertlerin güzelliğinde mertebelerin bulunduğu ve her ferdin fanilikten, aşağılık âlemden, mutlak güzelliğe yaraşmayan lekelerden ve ihtiyaçlardan başlangıçta bir hissesi, günah denilen ve günden güne atılması gereken bir derdi bulunduğu ve bu şekilde beden yükünü ata ata ruhların temizliğe ve kurtuluşa gittiği ve böyle bazılarının yükselmesine karşılık diğer birçoklarının da hiçbir güzellik hissesi kalmayarak en alt tabakalara kadar yuvarlanıp durduğu görülüyor.
[1] “Buhârî, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, (1853); Nesâî, Bey’at 27, (7, 154)
[2] “Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56.
[3] “Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Müslim, İmâret 38, (1839); Tirmizî, Cihad 29, (1708); Ebû Dâvud, Cihad 86, (2626); Nesâî, Bey’at 34, (7, 160).
[4] Buharî, İ’tisam 2,
[5] Fi Zilali’l Kur’an (Kaf 8)