KELİMELER VE KAVRAMLAR (75) MARUF-MÜNKER
MARUF-MÜNKER
Ma’ruf kelimesi A-RE-FE fiil kökünden gelir. Lugatta; her hangi birşeyi özelliklerine bakarak duyularla kavramak, eserini görerek tefekkür ve akıl yürütme yoluyla idrak etmek ve nihayetine ulaşmak manasınadır. Aynı kökten gelen Ma’rifet ve irfan kelimeleri bu fiilin mastarıdırlar.
Kelime, Kur’an-ı Kerim’de 30’a yakın yerde kullanılmıştır. Kullanımın tamamına yakın bir kısmında harfi tarif almış olarak, “el-Ma’ruf” şeklindedir. Anlaşılıyor ki, kullanım sırasında sıradan kimi örf olan şeyler değil, çerçevesi ve içeriği ile belli ve belirgin bir kavram ifade edilmektedir. Bu kavramın mahiyetini Kur’an-ı Kerim, bize, apaçık bir biçimde bildirir.
Münker kelimesi; Tanınmayan, yabancı, akla aykırı, kötü; İslâm şerîatının yasakladığı ve selîm aklın çirkin gördüğü her şey. Münker, İslâm’da yasaklanan haram ve mekruh fiilleri kapsamına alır. İnkâr mastarından ism-i mef’ul olup; inkâr edilen, karşı çıkılan, reddedilen” anlamlarına gelir. Münkerin zıddı olan marûf ise; ihsan, iyilik, aklın ve dinin hoş gördüğü şey demektir. Kur’an-ı Kerim’de münkerin daha kötü ve çirkin olan kısmı için “fahşâ” terimi kullanılır.
Ma’ruf, akıl ve şeriatla güzel olduğu bilinen; Münkir ise, akıl ve şeriatla kötü olduğu bilinen her fiile denir.[1]
Kuran’ı Kerimde şöyle buyuruluyor;
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.(Ali İmran 104)
“Oğulcuğum; namaz kıl, iyiliği emret, kötülüğü önle. Başına gelene sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer şeylerdir.” (Lokman 17)
Emri bi’l ma’ruf ve nehyi an’il münkerin farz olduğunu ve faziletini aklıselim sahipleri onaylamış ve ümmet üzerinde icma etmiş olmakla birlikte, bu esasa ayet ve hadîsler de işaret etmektedirler.
“İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Âli İmran/104)
Bu ayette emri bi’l ma’ruf ve nehyi an’il münker in farziyeti bildirilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ’nın ‘veltekün’ sözü bir emirdir. Emrin zâhiri ise farziyet ifade eder. Aynı zamanda ayette, Müslümanların kurtuluşlarının emri bi’l ma’ruf ve nehyi an’il münker yapmalarına bağlı bulunduğu ciheti de beyan edilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ hasr yaparak şöyle buyurmuştur: ‘Ve ülâike hümül müflihûn’ (İşte ancak onlar kurtuluşa erenlerdir). Ayette emri bi’l ma’ruf ve nehyi an’il münker’in farzı ayn değil farzı kifâye olduğu ciheti de beyan edilmiş ve bir cemaatin bu vazifeyi yapması halinde o cemaatin diğer fertlerinin boynundan mesuliyetin kalktığı da açıklanmıştır. Çünkü Allah Teâlâ, ayette ‘hepiniz iyiliği emrediciler olunuz’ dememiştir. ‘İçinizden bir topluluk insanları hayra çağırsın’ demiştir. O halde bir fert veya bir cemaat bu vazifeyi yerine getirirse, cemiyetin diğer fertlerinden sorumluluk düşer. Allah Teâlâ, ‘kurtuluş’u, bu vazifeyi bilfiil yapanlara tahsis etmiştir. O halde eğer bütün halk, bu vazifeyi yapmayıp ihmal ederse, gelen tehlike bütün cemiyeti kasıp kavuracaktır. Hele imkânı olup da bu vazifeyi ihmâl edenler, şeksiz ve şüphesiz gelecek olan felâkete mâruz kalacaklardır.
Peygamberlerin gönderilişi ve insanların hayâ bulması
Emri bi’l ma’ruf ve nehyi an’il münker (İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) dinin en büyük temeli ve dayanağıdır. Allah Teâlâ’nın bütün peygamberlerini, devam ettirmesi için gönderdiği biricik önemli meselesidir. Eğer bu vazife yapılmazsa, ilmi ve ameli dumura uğrarsa, kesinlikle peygamberlik vazifesi muattal olur, diyânet temelinden yıkıma uğrar. Başıboşluk hâkim olur ve dalâlet yayılır. Cehâlet alabildiğine dağılır. Fesad, insanların iliklerine kadar işler. Yırtık oldukça genişler, memleketler harap ve kullar helâk olurlar. Fakat helâk olduklarını ancak kıyâmet gününde anlarlar. Olmasından korktuğumuz şey (maalesef)olmuştur! İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’tan geldik ve Allah’a dönücüleriz). Zira bu büyük temelin çalışması ve ilmi yıkıma uğramış, hakîkat ve âdeti tamamen ortadan kalkmıştır! Dolayısıyla halka yağcılık kalpleri kaplamış, Yaratıcının murâkebesi ve mülâhazası kalplerden tamamen silinmiş. İnsanlar nefislerinin hevalarına ve şehvetlerine, akılsız hayvanlar gibi, daldıkça dalmıştır.
Yeryüzünde Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından perva etmeyecek doğru bir mü’min pek nadir kalmıştır. Bu bakımdan bu boşluğun kapatılması için gayret sarfeden, bu gediği kapatmaya çalışan, bu uğurda ya çalışma yönünü üzerine alan veya bu çalışmayı infaz ve tatbik etmeyi taahhüd ve tekeffül eden, bu yıkıma uğramış sünneti yenileyen, onun ağır yükünü omuzuna alan ve onu ihyâ etmek hususunda çalışma ve gayretten geri kalmayan bir kimse, bütün insanların arasından zamanın öldürdüğü bir sünneti ihyâ etmek için seçilmiş bir kul, yüceliğinin yanında yakınlık dereceleri pek küçülen, yaklaştırıcı bir dereceyi seçmiş bulunuyor.[2]
Ebu Umame el-Bâhilî (r.a).Hz. Peygamberden (s.a) şu hadîsi rivayet etmektedir:
—Kadınlarınız baştan çıktığı, gençleriniz fasıklaştığı ve sizde cihadı terk ettiğiniz zaman acaba durumunuz ne olacak?
—Bu söylediğiniz olacak mı?
—Evet! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim, bundan daha şiddetlisi de olacaktır!
—Bundan daha şiddetlisi nedir?
—Siz iyiliği emretmediğiniz ve kötülükten menetmediğiniz zaman durumunuz ne olacak?
— Bu olacak mı?
—Evet! Beni sevk ve idare eden Allah’a yemin ederim, bundan daha şiddetli ve dehşetlisi de olacaktır.
—Bundan daha şiddetlisi nedir?
—İyiyi kötü ve kötüyü iyi gördüğünüz zaman durumunuz ne olacak?
—Bu da mı olacak?
—Evet! Beni yoktan var eden Allah’a yemin ederim, bundan daha dehşetlisi olacaktır?
—Bundan daha dehşetlisi nedir?
—Kötüyü emrettiğiniz ve iyiyi yasakladığınız zaman durumunuz nasıl olacak?
—Bu olacak mı?
—Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bundan daha şiddetlisi olacaktır. Zira Allah Teâlâ buyurmaktadır ki: ‘Ben kendi zatıma yemin ettim. Onlar için öyle bir fitne koparacağım ki, hâlim bir kimse dahi o fitnede sersemleşip şaşkına dönecektir!
İbn Mes’ud (r.a) şöyle anlatır:
—Bir köyün halkı günah işliyordu. Onların günahlarını, içlerinden ancak dört kişi hor görüyordu. İçlerinden biri kalkıp ‘Siz şu şu günahları işliyorsunuz’ dedi ve onları menedip yaptıklarının çirkinliğini onlara teker teker söyledi. Onlar da ona karşılık aynı şekilde cevap verdiler ve yaptıklarından vazgeçmediler. Bu zat onlara küfretti, onlar da buna küfrettiler. Bu zat onlarla kavga etti, onlar da karşılık verip mağlup ettiler. Bu kişi mağlup olduktan sonra tenhaya çekilip ‘Ya Rabbî! Ben onları menettim. Bana itaat etmediler. Onlara küfrettim, onlar da bana küfrettiler. Onlarla kavga ettim, beni mağlup ettiler’ dedikten sonra çekip gitti.
O gittikten sonra başka biri kalktı. O milleti haram işlemekten alıkoymaya çalıştı. Ona da itaat etmediler. Küfredip karşılık verdiler, o da uzlete çekilip, ‘Ey Allah’ım! Ben onları menettim bana itaat etmediler. Kendilerine küfrettim, bana karşılık verdiler. Eğer kavga etseydim beni mağlup edeceklerdi’ dedikten sonra çekip gitti.
Bundan sonra üçüncüsü kalktı, Onları alıkoymaya çalıştı. Ona da itaat etmediler. Tenhaya çekildi ve ‘Ya Rabbî! Ben onları menettim, bana itaat etmediler. Eğer onlara küfretseydim muhakkak bana küfredeceklerdi. Eğer kavga etseydim beni mağlup edeceklerdi’ dedikten sonra çekip gitti.
Sonra dördüncüsü kalkıp ‘Ya Rabbî! Muhakkak eğer ben onları menetmeye çalışmaya kalksaydım isyan ederlerdi. Küfretseydim bana küfrederlerdi. Eğer kavga etseydim beni mağlup ederlerdi’ dedikten sonra o da çekip gitti.
İbn Mes’ud sonunda şöyle der: ‘Dördüncü kişi, derece bakımından onların en eksiğidir. Fakat sizin içinizde onun gibisi de azdır’.İbn Abbas’ın rivayetine göre Hz. Peygamber’e şöyle sorulur:
—Acaba köyde salih kimseler olduğu halde köy helâk olur mu?
—Evet!
—Neden?
—O salih kişilerin gevşekliğinden, Allah’a karşı yapılan isyanlara ses çıkarmamalarından helâk olurlar.[3]
Huzeyfe b. el Yemân (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki: Mutlaka iyilikleri emredecek ve kötülüklerden insanları sakındıracaksınız. Böyle yapmaz iseniz Allah size bir ceza gönderiverir de ona dua edersiniz duanız kabul olunmaz.”[4]
Kur’a-ı Kerim’de; Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir? İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.(Fussilet/33-34) hükmü beyan buyrulmuştur. Şurası muhakkaktır ki, insanları hayra çağırmak, iyili emretmek (emri bil ma’ruf) ve onları kötülük (Münker)den vazgeçirmeye çalışmak, ilim ve ihlas isteyen salih bir ameldir. Her insanın emri bil maruf nehyi anil münker hizmetini eda etmesi mümkün değildir. İslam uleması, bu hizmeti eda edecek kimselerde, zaruri olarak bulunması gereken vasıflar üzerinde durmuşlarıdır. İttifak ettikleri vasfılar şunlardır;
1-İlim; İnsanları hayra çağırmak, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirebilmek için ilim şarttır.
2-Sabırlı ve halim-selim olmak; İbn Abidin iyiliği emreden kimse, karşısındakinin sözden anlamayacağını kötülüklerinden sözle, fiil ile vazgeçmeyeceğini, hatta onu menetmeye kudreti olan hükümete, kocasına ve babasına bildirmekle dahi yola gelmeyeceğini bilirse bu vazifeyi yapmak yinde de kendisine lazım gelir ancak terk ettiğinden dolayı günaha girmez. Fakat iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak yine de efdaldir.
3-Emri bi’l ma’ruf’u, sadece Allah(c.c) rızası ve ilay-ı kelimetullah niyetiyle yapmak şarttır; Bu olgunluğa erişemeyen kimse öncelikle nefsinin tezkiyesine ağırlık vermelidir.
4-Mükellefin; iyiliği emrettiği ve kötülükten vazgeçirmeye çalıştığı kimseye karşı şefkatli ve mülayim olması şarttır.
5- Kişinin emrettiği ma’rufu önce kendi nefsinde yaşaması esastır. İnsanları hayra çağırmak, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak; hem ferdi, hem ictimai bir görevdir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; insanlaı hayra çağırmak, iyiliklerin yayılması için gayret sarf etmek ve kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak, farz-ı kifaye olan bir cemaatin bu farzı eda etmesinde büyük faide vardır. Öyle bir cemaat kurulmalı ve bütün müminler İslam’ın temel hedeflerinin gerçekleşmesi için ellerinden gelen gayreti sarfetmelidirler.[5]
[1] Ragıp el isfehani El-müfredat
[2] İhya-ı Ulumid-din İmam-ı GAZALİ
[3] İhya-ı Ulumid-din c 2 sh:802, 803 İmam Gazali
[4] Tirmizi 2169
[5] Y.Kerimoğlu – Kelimeler ve Kavramlar/Ma’ruf-Münker