KELİMELER VE KAVRAMLAR (78) MUCİZE
MUCİZE
Kudret’in karşıtı olan “acz” kökünden if’al babında “i’caz” masdarından türetilen bir ism-i fail olarak “âciz bırakan, karşı konulamayan, benzeri yapılamayan, hârika” anlamında bir terim. Kur’ân-ı Kerim’de, “mucize” anlamında çok defa, “âyet, âyât, beyyine, delil ve delâil” kelimeleri kullanılmıştır. Âyet; belli olan bir alâmet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. O halde genel olarak mucize ya bir işaret, delil ve ispat manâsına; veya “ilâhî bir haber” yahut “tebliğ edilen kelâm” anlamına gelir. Birinci manâ, mucizenin dinî bir terim olarak yapılan tarifine daha uygundur. İkinci manâ içine, çok defa Kur’ân âyetleri, bazen de bizzat Kur’an-ı Kerim girmektedir. Bu kelimenin, hem ilâhî bir haber olan Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerim, hem de, onu tebliğ eden Peygamber (s.a.s)’in risaletini ispat için kullanılmasında önemli bir hikmet vardır. O da; ilâhî bir kelâm ve hidâyet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in hak ve gerçek olduğuna bizzat kendisinin en kuvvetli bir delil olmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin her devirde geçerliliğini koruyan en büyük (aklî) mucizesi Kur’ân-ı Kerim’dir. Gerçekte mu’cize; tabiat kanunları ve âdetler üstü, fevkalâde, harika bir olaydır. Hak Teâlâ onunla inkârcıları, bir benzerini getirmekten âciz bırakır; peygamber olarak seçtiği zâtı tasdik eder, peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispat etmek için onda âdetler üstü hârika bir şey gösterir. İşte bu, onun peygamberliğini ispat eden bir delil yani bir mucizedir. Bir hârika olan mucizenin iki ana özelliği vardır. Bunlardan biri; “meydan okumak” diğeri, inkârcıları “âciz bırakmak”tır. Ehl-i Sünnet âlimleri, mucizeyi, kerâmet gibi diğer harikalardan ayıran unsur ve şartları dikkate alarak çeşitli ifadelerle tarif etmişlerdir. Bunlardan en uygun ve açık olanı şöyledir; Mucize; Peygamberlik iddiasında bulunan ve inkârcılara meydan okuyan zâtın bu iddiasının doğruluğunu tasdik etmek için, Hak Teâlâ’nın, onun vasıtasıyla izhar ettiği ve onları bir benzerini ‘mislini) yapmaktan âciz bırakan, tabiat kanunları ve âdetler üstü harikulâde bir hadisedir (et-Taftazânî, Şerhul-Akâid en-Nesefiyye; Kahire 1939, s. 459-460; Diğer tarif için bk. el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III,177; el-Cezirî, Tavdîhu’l-Akâid, 140).[1]
Peygamberlere Verilen Mucizenin İki Yönü
1) İnkarcılara Karşı Meydan Okuma
İnkarcıların isteği üzerine mucize, bazen de Allah’ın dilediği bir zamanda meydana gelir. Peygamberliğini ileri süren kimseye çevresindekiler: Madem ki peygamberlik idda ediyorsun hadi bunu bize ispat edecek mucize göster derler. Peygambere verilen mucize, Allah’ın peygamberin şahsındaki delilidir,ispatıdır. Siz her e akdar onun nebi olduğuna inanmıyorsunuz ama bu olağanüstü olay yalancı olmadığının göstergesidir denmiş peygamber bu şekilde desteklenmiş ve doğrulanmış olur.
2) Peygamberlere İnanmayanları Aciz ve Güçsüz Bırakma
Kur’an’da adı geçen peygamberlerin bir çoğunun mucizeleri vardır. Peygamberlere, genellikle kendi zamanlarına uygun mucize verilmiştir. Hz.Musa (as) zamanında sihir çok yaygındı. Ona verilen mucize, bütün sihirleri iptal eden (geçersiz yapan) bir mucize idi. Hz. İsa (as) döneminde yaygın bulaşıcı hastalıklar vardı. Hz. İsa (as)’a hasataları kolaylıkla teavi etme mucizesi verildi. Peygamberimize (sav) verilen en büyük mucize ise Kur’an’dır. Kur’an’ın geldiği dönemde ve daha sonraları edebiyat, söz söyleme, az sözle çok şey ifade edebilme sanatı çok yaygındı. Kur’an’ın uslubü (metodu) bütün edebiyat sanatlarını gölgede bırakacak özellikte ve onların çok üzerinde bir özelliğe sahiptir.[2]
Genel Olarak Mucizelerin Özellikleri
Mu’cize sahih ve kabule şayan olması için, bazı şartları gerektirir.
1- Mucize, Allahu Teâlâ’nın fiili olmalıdır. Çünkü Allah, fâil-i muhtar’dır; yani dilediğini yaratır. Ancak, kendi tarafından yaratılan bir fiilin doğruluğunu tasdik eder. Meselâ, Hz. Musa’nın elindeki asayı yılana çevirmek, İsa (a. s)’nın ölüyü diriltmesi gibi mucizelerdeki fiiller, Hak Teâlâ’nın irade ettiği ve yarattığı fiillerdir. Bunların peygamberlere nisbeti mecazîdir.
2- Mucize, bilinen tabiat kanunları ve âdetler üstü bir harika olmalıdır. Ancak o zaman o fiil Allah katından bir tasdik derecesine ulaşır. Tabiat kanunlarına ve kâinatın normal nizamına göre meydana gelen (güneşin doğması gibi) hadiselerde fevkalâdelik özelliği yoktur.
3- İtiraz edilmesi imkansız olmalıdır. Çünkü icâz’ın fonksiyonu, karşı çıkan muarızların aczini ortaya koyarak onları susturmaktır.
4- Mucize, Allah’ın tasdikine bir delil olarak, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde meydana gelmelidir.
5- Gösterilen mucize peygamberin iddiasına, yani yapacağını ilân ettiği şeye uygun olmalıdır. İddiasına uymayan başka bir harika gösterse, mucize sayılmaz.
6- İddiasına uygun olarak gösterdiği mucize, kendisini tekzip ederek yalanlamamalıdır.
7- Mucize, iddiadan önce veya çok sonra olmamalı, peygamberlerin sözünü (iddiasını) müteakip hemen meydana gelmelidir.[3]
Mucizeler peygamberlerin oğruluğunu isbat eden deliller olduğu için, Kur’an-ı Kerim’de ayet, beyine ve burhan olarak zikredilmiştir.(Detaylı bilgi için bkz: Y.Kerimoğlu – Kelimeler Kavramlar/Mucize)
Mucizeler, peygamberlerin sıdkını göstermek hususunda Allah’ın şehadeti hükmündedir. Çünkü mucizeler, cari olan adete (sünnetullah) muhalif olarak yaratılmış ve benzerlerini de başkları gösterememiştir.Rasul-i Ekrem (sav) her peygambere, insanların inanacakları kadar mucize verilmiş olduğunu beyan buyurmuştur.(Sahiheyn)
Bir peygamber insanlara nübüvvetini ilan edince, ondan doğruluğuna dair delil ve şahid istenir. Hz. Salih (as) kavmini İslam’a davet edince, ondan derhal mucize istemişlerdir:
Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar”.Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.Böylece azab onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.(Şuara/154-158)
Rasul-i Ekrem’in (sav) elinde bir çok mucize zuhur ettiği halde müşrikler daha fazlasını istemişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu husus açıkça belirtilmiştir;
“Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.”(Ankebut/50-51)
Rasul-i Ekrem (sav)’in vefatından sonra nübüvvet sona ermiştir. Kur’an-ı Kerim, hem bir mucize, hem mucizelerin şahidi olarak, insanların ellerindedir.[4]
[1] Şamil İA
[2] H.Ece – İslam’ın Temel Kavramları/Mucize
[3] el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III, 177-179.
[4] Y.Kerimoğlu – Kelimeler Kavramlar/Mucize