KELİMELER VE KAVRAMLAR (82) RAB
RAB
Rabb kelimesi Arapçada kökünden gelen mastar sığasında ism-i faildir. Lugatta; efendi, sahip, terbiye eden, yetiştirip düzene koyan, ıslah ve tamir eden, tekbir alan, çekip çeviren, yöneten, nimetlendiren, gözeten, tasarruf eden, mükemmelleştiren, kefil olan, otorite sahibi, sözü (emri) dinlenen ism-i mefhul manasında itaat edilen sorumluluk alan gibi manalara gelir. Bazı manaları ile kul için kullanıldığında eğitici veya yetiştiriciye “mürebbi” denir. Bu manada cemisi “erbab” gelir.
Bütün bu manaları kapsayıcı şekilde ancak Allah ( c.c) için Rabb denir. Mutlak surette kullara Rab ismi veya sıfatı isnat edilemez. Çünkü rabb Yüce Allah’ın ismine has olan isimlerdendir.
Yüce Allah (c.c)’ın Rab ismi Kur’an-ı Kerimde ve hadis-i şeriflerde birçok kez zikrolunmaktadır. Yüce Allah’ın rububiyetinin masivai hiçbir varlığa verilmemesi gerektiği ve insanların ancak rububiyeti Allah (c.c)’a isnat ettikleri vakit mümin olabilecekleri, Allah’tan başkasına rububiyetin isnat edilmesinin şirk olduğu hususunda sarih deliller mevcuttur.
Allah (c.c) bütün insanlardan rububiyeti ancak Allah’a isnat etmeleri hususunda kuvvetli bir söz (misak) almıştır. Bu hususta Allah (c.c) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır.
“Hatırla ki, Rabbin, Ademoğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı şahid tutarak; “¬Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyurduğu vakit onlar da; “-Evet, Rabbimizsin, şahid olduk”, demişlerdi. Bu şahid tuşumuzun sebebi, kıyamet günü, bizim bundan haberimiz yoktu, dersiniz diyedir.” (A’raf Suresi: 172)
Yüce Allah’ın ulühiyeti gibi rububiyetininde yetkilerinin masivaya verilmesi şirktir. İnsanlar müşrik dahi olsa Allah’ın varlığına inanırlar ancak ya rububiyetin veya ulühiyetin yetkilerini tamamen veya kısmen başka varlıklara isnat etmek suretiyle Allahu Teâlâ’ya olan kulluklarını bozmuş olurlar. Bu nedenle yukarıda okumuş olduğumuz ayet-i kerimede de ifade olunduğu gibi rububiyetin sadece Allah’a ait olduğunu kulların kabul edip ikrar ederek bu inancın çerçevesinde yaşamaları emrolunmuş ve bu söz ile Allah (c.c)’a misak verilmiştir. Fakat insanlar dünya hayatında rububiyetin yetkilerini kısmen veya tamamen zaman zaman başka varlıklara isnat etmişlerdir. Rububiyet isnat ettikleri masivai varlıklara çoğu kez rabbimiz diye hitap etmedikleri halde yetkilerini hükmen tevdi etmişlerdir. Bu durum dahi Allah’ın rububiyetine şirk koşma hükmünü meydana getirir.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde bu durum şöyle ifade edilmektedir.
“Onlar, alimlerini ve Rahiblerini, Allah’dan başka Rabler edindiler; Meryem’in oğlu Mesih’i de. Halbuki onlar da, ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiç bir ilah yok. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen münezzehtir.” (Tevbe Suresi: 31)
Bu ayet-i kerime üzerine Rasulullah’m huzurunda bulunan eski Hristiyan âlimlerinden Adi bin Hatem “ya Resulullah biz rahiblerirnize, bilginlerimize rab diye hitab etmezdik” dediğinde Allah Rasulü (s.a.v) Allah’ın helal kıldığından onların haram kıldıkları, AJlah’m haram kıldıklarından onların (din âlimlerinin) helal kıldıkları oluyor muydu, onlara tabi olanlarda bu durumu kabul ediyorlar mıydı? Diye sorunca Adi bin Hatem “evet bu durum oluyordu” dedi. Allah Rasülu (s.a.v) “işte bu rab ittihaz etmektir.” Diye buyurarak meseleye serahet getirmiştir.
Binaenaleyh Allah’ın hükmünün dışında emir ve yasaklar meydana getirmek, uygulamak ve kabullenmekte rububiyeti Allah ‘tan başkasına isnat etmek olur.
Hayırlı yol bir tanedir. O’da rab olarak sadece Allah’ı kabullenip rububiyet yetkilerini Allah’tan başkasına isnat etmemektir. Allah’tan başkasına bu yetkileri tanımak şerli yollardır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.
Ey benim zindan arkadaşlarım, (iki genç!) Ayrı ayrı birçok ilahlar mı hayırlıdır, yoksa her şeye hakim ve galip olan Allah mı ?( Yusuf Suresi: 39)
Hakkın dışında batıldan başka bir şey olmadığı gibi, hayırın dışında da şerden başka bir şey yoktur. Hayırlı olan itikat ve yol, rububiyeti bütün yetkileriyle tek ve kahhar olan Allah (c.c)’a isnat edip kabullenmekdir. Şerli yol ise, Allah’tan başkasına veya Allah’la birlikte başkasına rububiyeti isnat edip yetkilerini taksim etmektir.
Kalubelada Allah (c.c)’ın insanların zürriyetinden almış olduğu misakın ehemmiyetindendir ki, öldükten sonra insanlardan ilk olarak sorulan sual “men rabbuke yani rabbin kimdir” diye sorulmaktadır. İnsanlardan ilk alınan ahdin hesapta ilk sual olarak sorulması rububiyet kelimesinin manasına dikkatleri çekmeği gerektirir. İnsanlar kalubelada Allah’a vermiş oldukları sözün gereğini dünya hayatında iken yapıp yapmadıklarının hesabı soruluyor. Bu durumda rububiyetin başkasına isnat edilmemesinin itikadi zorunluluğunu ifade etmektedir.
Rab kelimesi, Yüce Allah’ın zatına ait ilahi sıfatlardan olduğu için Allah’tan başkasını rab olarak ittihaz edip bu kelimeyi başkasına isim olarak vermek caiz değildir.[1]
Ebû Sâid el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Rab olarak Allah (c.c.)’ı, din olarak İslâmı ve Peygamber olarak da Muhammed sallellahü aleyhi vesellemî seçip beğendim” diyen kimseye cennet vâcib oldu.”[2]
“…Bize Ma’mer (ibn Râşid), Hemmâm ibn Münebbih’ten haber verdi ki, o, Ebû Hureyre(R)’yi Peygamber’den hadîs söylerken işitmiştir. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Sizin herhangi biriniz (kölesine): Rabb ‘ini doyur, rabb ‘ine abdest aldır, rabb ‘ine su içir! Diye hitâb etmesin. Köle de: Efendim, velî ni’metim! Desin. Yine sizin herhangi biriniz (kölesine): Kulum, cariyem! Demesin. Fakat: Yiğidim, kızım, oğlum! Diye hitâb etsin”[3]
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucur rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize İsmail, (bu zat İbni Cafer’dir.) Âlâ’dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre’den naklen rivayet etti ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
“Sakın biriniz abdim ve emem demesin! Hepiniz Allah’ın abdleri ve hepinizin kadınları Allah’ın emeleridir. Lâkin benim ğulamım, benim cariyem, benim fetâm, benim fetâtım desin!”. Buyurmuşlar[4]
Alemlerin Rabbi Olan Allah
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.”(Alak/1)
Bu ayetin ilk ayet olmasında birçok ders ve ibretler vardır. Rabb kelimesinin önüne yaratıcı kelimesinin gelmesi aslında o gün Mekke’nin çarpık Allah inancına bir karşı duruştu. Mekkeliler efendilerine, babalarına ve liderlerine Rabb diye sesleniyorlardı. Allah (cc) bu ayetle yaratıcının ancak Rabb olabileceği gerçeğini onların gözlerinin önüne seriyordu. İşte 40 yıl boyunca dokunmadıkları bu kıymetli insana (sav) bu gerçeği söyledikten sonra dokunmaya, eziyet etmeye, karşı durmaya başlamışlardı.
Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.(Araf 54)
Dolayısıyla Peygamberin karşısında duran insanlar genel anlamda ya Allah cc baş kaldırmış kendilerine itaate çağıran sahte Rabb’ lerdir. Yâda onlara tabi olan sapıklardır ki Kur’an’ı Kerimde bu mesele açık bir şekilde ifade olunmaktadır:
Sonra döndü Musa’nın getirdiklerini iptal etmek için bütün gücüyle çalışmaya koyuldu. Derken ileri gelenlerini ve halkını topladı ve bağırdı. “Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?” dedi. Derken Allah onu dünyada boğarak ahirette de cehennemle azaplandırarak helak etmişti.(Naziat 22,25)
Bu ayeti Kerime’deki ben sizin en büyük Rabbiniz değilmiyim?’den kasıt yaratıcı manasında değil! : Ben sizin idareciniz hayatınızdaki sosyal ve siyasal alandaki hükümdarınız değilmiyim manasındadır yoksa Firavn’ da biliyordu ki kendisinden yaşça büyük insanlar o toplulukta mevcuttu. Hâşâ yaratan olduğunu iddaa etseydi o toplum tarafından da kabul edilmeyecekti. Yine Kur’an’ı Kerimde;
“Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbı hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi? İşte o zaman İbrahim: ‘Rabbim hayat veren ve öldürendir’ demişti. O da: ‘Ben de hayat verir ve öldürürüm’ demişti. İbrahim: ‘Allah güneşi doğudan getirmektedir. Haydi, sen de onu batıdan getir’ dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez.” (Bakara 258)
İbrahim A.s ile Nemrudun arasında cereyan eden olay dikkatle incelendiğinde farkedilecektirki Nemrud büyük bir cüretle öldürme ve dirilte iddaasında bulundu fakat İbrahim A.s ise Bırakın öldürme ve dirltmeyi kâinatta cereyan eden olayların yerlerini bile değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini ona gösterdiğinde artık yenildiğini anladı. İşte bu gün insanoğlunun anlayamadığı ya da anlamak istemediği mesele bu. Herşey Âlemlerin Rabbi olan Allah cc boyun bükmüştür. Uyumak, Yemek İçmek zorunda olan bir mahlûk nasıl olurda birileri için yaşam ölçüleri belirler.
İnsanın zihninde ibâdete ve ilâh edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve güçsüz oluşudur.
İnsan, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım eden, gerektiği an onu koruyan, ızdırap ve korkusu halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir varlıktan başkasına ibâdet etmeyi aklına ve hayaline bile getirmez.[5]
“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!”(Bakara 165)
“Eşler (=nidd kelimesinin çokluk şekli: endâd)”: Putlar demektir. Nid kelimesi eş ve benzer anlamındadır.”Onları Allah’ı sever gibi severler.” Seven kimsenin yaptığı gibi onları tazim eder, onlara boyun eğip itaat ederler.[6] Sevgiden maksat itaat merciinde Allah cc değilde o varlıkları görmeleridir.
Günümüz toplumunun istikametten sapmalarının en önemli sebebi Allah cc doğru tanımamalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Rabbin manası bilinmediği için hayatlarına belkide sayısını tahmin bile edemeyeceğiniz sahte Rabler bulunmakla beraber dillerde Rabbim Allah demektedirler.
“Rabbımız Allah deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner; Korkmayın, üzülmeyin. Size söz verilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da âhiret hayatında da sizin dostlarınızız. Orada size canlarınızın çektiği her şey var. Orada size istediğiniz her şey var (derler).” (Fussılet 30-31)
“Rabbimiz Allah’tır, deyip sonrada dosdoğru olanlar…” Yani Allah’ın Rab ve tek olduğunu, eşi ve benzerinin olmadığını itiraf edip tevhid akidesi üzere devam edip, Allah’tan başka ilâhlara iltifat etmeyip, dosdoğru olup, Allah’ın emirlerini yerine getirmekte sebat edip, Allah’a itaat edip, ölünceye kadar günahlardan kaçınıp… İstikamet kelimesi çok geniş bir lâfız olup, kavlen ve fiilen İslâm’ın akaid, ibadet muamelât ve günahlar ile ilgili şer’î hükümlerine uymayı gerektirir. Bir hadiste istikametin bu manasına işaret edilmektedir. Ahmed, Müslim, Tirmizi, Nesâî, İbni Mâce ve diğerleri Süfyan b. Abdullah Sekafî’den şöyle dediğini tahric etmişlerdir: “Ya Rasulallah! Bana Allah’ın ipine sarılmak nasıl olur, anlatınız?” dedim. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Rabbim Allah’tır, de. Sonra da dosdoğru ol.”[7]
[1] Ş.Sarı – İslam Akaidi, c.5, sh.239-242
[2] Ebu Davud-Salât, Hd no. 1529
[3] Buhari – Itk (Köle Azadı), 17
[4] Müslim-Elfaz.14
[5] Mevdudi( 4 Terim)
[6] V.Zuhayli (bakara 165)
[7] V.Zuhayli (Fussilet 30)