BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Yağma ve yol kesmenin ve İslam’a karşı savaş açmanın karşılığı, ölüm, el ve ayakların çaprazvari kesilmesi, asılma veya sürgün dünyevî birer ceza, yaptırım; büyük azap ise uhrevî bir cezadır. Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “Allaha ve Rasûlüne, mü’minlere harp açanların, yeryüzünde yol kesmek suretiyle fesatçılığa karışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleriyle sol ayaklarının çaprazvari kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Ahirette ise onlara, başkaca pek büyük bir azap da vardır.”(210)
Hırsızın dünyevî cezası, elinin kesilmesi, âhiretteki cezası da azâbdır. Çünkü Allah (C.C), “Erkek hırsızla kadın hırsızın o irtikâp ettkiklerine bir karşılık ve ceza ve Allah’tan insanlara ibret verici bir ukûbet olmak üzere ellerini kesin, Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmetsahibidir. Fakat yaptığı o haksız hareketinden sonra tevbe ve rücû eder, kendisini düzeltirse şüphesiz ki Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir (211) buyuruyor. Ayetteki tevbeden maksad: dünyevî cezadan sonraki tevbedir. Dünyevî cezadan sonra mahkûm tevbe etmezse yalnızca uhrevî sorumluluğu söz konusudur.
Kötü sözleri yaymak ve namuslu kadınlara zinâ iftirasında bulunmanın hem dünyevî ve hem de uhrevî ağır cezası vardır. Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “Kötü sözlerin, iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada da âhirette de onlar için pek acıklı bir azap vardır.”(212), “Namuslu, kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara iftira atanlar, dünyada da âhirette de lânetlendiler. Onlar için büyük bir azap var; o günde ki, aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları onların neler yapıyor idiklerine şahitlik edecektir. O gün Allah onlara hak olan cezalarını tastamam verecek, şüphesiz onlar ve Allah’ın, apâşikâr Hakkın tâ kendisi olduğunu bileceklerdir.”(213).
Zinanın da dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki cezası var: Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “Zina eden erkekle zina eden kadından herbirine yüz değnek vurun.”(214), “Onlar ki, Allah’ın yanına başka bir ilah daha katıp tapmazlar. Allah’ın haram kıldı cana haksız yere kıymazlar, zinâ etmezler. Kim bunlardan birisini yaparsa cezaya çarpılır. Kıyâmet günü de azâbı katmerleşir ve o azapin içinde hor, hakîr ve ebedî bırakılır. Meğer ki, şirkten tevbe ve iman edip iyi amel ve harekette bulunan kimseler ola. İşte Allah, bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çokyarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.”(215) Yetimlerin mallarını haksız bir şekilde yemek de hem dünyada ve hem de âhirette cezayı gerektirmektedir. Allah (C.C) şöyle buyurur; “Yetimlere, rüşdüne gelince mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu muhakkak büyük bir günahtır.”(216), “Gerçek, yetimlerin mallarını haksız ve haram olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş tıkınmış olurlar. Onlar çılgın bir ateşe, cehenneme gireceklerdir.”(217)
Faiz yemek de dünyevî ve uhrevî cezayı gerektiriyor. Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “Faîz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başkabir durumda kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onlar n alım-satım da ancak ribâc gibidir, demelerindendir. Halbuki Allah, alışveriş helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kim Rabbindan kendisine bir öğüt gelip de fâizden vazgeçerse geçmişi ona, ve işi hakkındaki hüküm de Allaha aittir. Kim de tekrar faize dönerse onlar o ateşin yaranıdırlar ki, orada onlar, bir daha çıkmamak üzere, ebedî kalıcıdırlar.”(218)
Mescidlerin âtil bırakılması, yıkıma terkedilmesinin de dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki cezası vardır. Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “Allah’ın mescidlerinde, secde edilen ibadet yerlerinde O’nun adının anılmasını yasaklayanlardan, onların harap olmasına koşarlardan daha zâlim kimdir? Onların hakkı, oralara korka korka girmekten başkası değildir. Dünyada rüsvaylık olanlarındır. Ahirette en büyük azab da yine onlarındır.”(219)
Savaştan kaçmanın da dünyevî ve uhrevî cezası, yaptırımı vardır. Allah (C.C) şöyle buyuruyorlar; “Ey iman edenler! Toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınızda onlara arkanızı dönmeyin, kaçmayın. Tekrar savaş için bir tarafa çekilenin, yahut bir fırkaya ulaşıp bir mevki tutanın hali müstesnâ olmak üzere, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse o, muhakkak ki, Allah’ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O ne kötü bir sonuçtur. ››(220)
Dinden dönmenin de böyle dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki müeyyidesi vardır. Allah (C.C) şöyle buyuruyor; “İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse onların, yaptığı iyi işler, dünyada da âhirette de boşa gitmiştir. Onlar, o ateşin arkadaşıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.”(221) İşte böylece, İslam’ın suç teşkil eden fiiller için dünyevî yaptırımdan başka, kendisine uhrevî ceza ve yaptırım vermediği bir hükmüne rastlamak bizler için hemen hemen imkânsızdır. Eğer bu kabilden bir hüküm görülürse o da Allah’ın şu ifâdesinin içine girmektedir: “Öyle ya, mü’min olan kimse imandan hariç kişi gibi midir? Onlar hiçbir zaman müsâvi olmazlar. İman edip de güzel güzel amel ve hareketlerde bulunanlar için yapmış oldukları iyi amellere karşılık konak olmak üzere me’vâ cennetleri, vardır. Fâsık olanların barınacağı yer ise ateştir . Ne zaman oradan çıkmak isterlerse tekrari çerisine döndürürler ve onlara, tekzib edegeldiğiniz o ateşin azabını tadın, denilir.”(222), “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Bu en büyük bir kurtuluş ve mutluluktur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder, Allah’ın sınırlarını çiğneyip geçerse onu da içinde sürekli kalıcı olarak ateşe koyar. Onun için hor ve hakîr edici bir azab vardır.”(223)
Bunlardan başka aynı mânada daha birçok umumî, kesin naslar var ise de burada zikredilenler maksadı ifadeye yeterlidir. İslam’ın hükümleri dünya ve âhiret için boşu boşuna teşrî kılınmamış, aksine İslâm hukuk mantığının bir gereği olarak konulmuştur. İslâm dini dünyayı esas itibarıyla bir imtihan yurdu, geçici hayat evi, âhireti de yapılanların karşılığının alınacağı sürekli kalınacak bir yaşama yurdu olarak kabul eder. İnsan dünyada işlediklerinden sorumludur, onların karşılığını âhirette görecektir. İyi iş yaparsa kendi lehine, kötü iş yaparsa kendi aleyhinedir. İnsan yaptığı kötülüklerden tevbe edip de vazgeçmedikçe dünyadaki cezaları uhrevî karşılığa, cezaya mâni değildir.
210) Kur’an, Mâide 33.
211) Kur’an, Mâide 38-39.
212) Kur’an, Nûr 19.
213) Kur’an, Nûr 23-25.
214) Kur’an, Nur 2
215) Kur’an, Furkân 68-70.
216) Kur’an, Nisâ 2.
217) Kur’an, Nisâ 10.
218) Kur’an, Bakara 275.
219) Kur’an, Bakara 114.
220) Kur’an, Enfâl 15, 16.
221) Kur’an, Bakara 217.
222) Kur’an, Secde 18-20.
223) Kur’an, Nisâ 13-14.