sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KUR’AN-I KERİM FITRATA HİTAP ETMEKTEDİR

A+
A-

Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lütfuyla kâinatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur.

Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)’ya, a’line, ashabına ve O’nun yolunu izlemeye çalışan ümmetinin üzerine olsun.

Kur’an-ı Kerim, insanın fıtratına hitap etmektedir. İnsanın varlığında ve etrafındaki kainatta bulunan delil ve mesajlarla hitap etmektedir. İnsan fıtratını tortulardan, fıtri algılama sistemini de tembellik ve yararsızlıktan kurtaran Kur’an-ı Kerim, fıtratın tüm kapılarını, etkileyici mesajlara açmaktadır. Bu mesajlara cevap vermeye yarar bir hale getirmektedir.

Terim olarak FITRAT: “Allah Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hâl, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır.” [İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55]. Fıtrat “hakkı benimseme yatkınlığı” şeklinde anlaşılmalıdır. (Kurtubî, XIV, 29)

Her insan İslam’ı kabul edebilecek ve dıştan bir tesire maruz kalmadığı takdirde, âdeta kendiliğinden İslam’ı bulacak bir fıtrata sahiptir.

– Kur’an, insanın aklına hitap ettiği gibi, onun kalbine-duygularına da hitap etmektedir. Bu üslup, Kur’an nazarında insanların duygularının tahrik edilmesinin de önemli olduğunun göstergesidir. O halde Kur’an okunurken, haşmetli manasıyla akla hitap ettiği gibi, güzel ve nağmeli okunmasıyla da kalp ve ruha duygusal bir zevk verecektir. Daima canlı ve gündemdedir. Belirli bir topluma değil tüm insanlığa hitap eder.

“Her doğan İslam fıtratı üzere doğar; ama anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17)

Her bir insanın fıtratı olumlu ve güzel etkilere açık olduğu gibi olumsuz ve zararlı etkilere de açıktır. Çok hassas ve kolay zedelenir bu yapı, kalıcı hastalıklar taşır hale gelebilir.

Yüzünü, tevhid ehli olarak tamamen dine çevir. Bu Allah’ın fıtrata en uygun dinidir ki Allah insanları yaratılıştan bu din üzerine kılmıştır. Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur. İşte en  sağlam din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum, 30)

“İşte en sağlam din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yani tevhid dinine tâbi olmak, şeriata ve bozulmamış fıtrata sarılmak şeklinde em­redilen bu yol hiçbir eğriliğin ve sapmanın bulunmadığı en doğru yoldur.

Ancak insanların çoğu bunu hakkıyla bilmezler. Onlar düşüncelerini kullanmadıkları için ve buna delâlet eden açık burhanlardan ve doğru bil­gilerden istifade etmedikleri için bundan uzak kalmışlardır. Eğer onlar dü­şünseler, akıllarını kullansalar ve hakkıyla bilselerdi, tevhid dininden, İs­lâm dininden ve O’nun hidayetinden yüz çevirmezlerdi.

İnsanın bedeni İlâhî bir sanat olduğu gibi, istidadı ve tabiatı da Hakk’ın tanzim ve takdiriyledir; o da İlâhîdir.

İnsanın yaratılışında iman etme kabiliyeti vardır. Zira insan basit bir masanın bile kendi kendine yapılıp yapılamayacağını bilecek güçtedir. Putperestler bile kendilerini birinin yarattığını bilmişler, ama O Yaratıcıyı doğru tanıyamamışlar ve tabiatlarındaki ibadet etme ihtiyaçlarını yanlış olarak cansız cisimlerle tatmin etmeye çalışmışlardır.

Hiçbir insanın gıybet edilmekten hoşlanmaması, insan yaratılışının gıybeti reddetmesi demektir.

Yalan söylemenin zorluğu, doğru söylemenin ise rahatlığı, yalanın yasak, doğrunun sevap olduğuna fıtratın şehadetidir.

Kıskanma duygusunun insanın yaratılışına konulması da namus mefhumunun fıtrî olduğunu ders verir bize.

Borç para istediğimiz bir dostumuzun, alacağını fazlasıyla geri istemesinden rahatsız olmamız, faizin haram oluşuna fıtratın şehadetidir.

Ruh, beden ve kâinat… Üçünde de hükmeden fıtrî kanunlar var. Ve insan, ancak bunlara uymakla hayatını sürdürebiliyor, kendi varlığından ve onu kuşatan âlemlerden faydalanabiliyor.

Gören ruhtur, ama gözümüzü açmadıkça göremiyoruz. Göz açmamız da yetmiyor, ışık olmadıkça yine göremiyoruz. Demek ki ruhumuz, görme faaliyetini beden ve kâinatla işbirliği yaparak gerçekleştiriyor. Öyleyse, bu üçlü ittifakın sürekli olarak korunması gerekiyor.

Maddî ve manevî bütün başarıların ve saadetlerin temelinde “fıtrat (yaratılış) kanunlarına uygunluk” yatar.

Ruh, beden ve kâinat… Üçünün de yaratılışlarına konulan kanunlar saymakla bitmez.  Her birinden bir nebze olsun söz etmekle yetineceğiz.

Ruhumuzdan başlayalım: Ruh, mahiyetini ancak Allah’ın bildiği ve bize bu konuda çok az bilgi verilen İlâhî bir kanun; bedeni yönetmekle kalmayıp onu kuşatan, kâinatı da tefekkür ve hayal edebilen, bu yönüyle madde âlemini gerilerde bırakan bir hikmet mucizesi…

Eller, ayaklar birer manga asker gibi. Bütün neferler hareketsiz duruyorlar. Sultandan emir gelmeden hiçbiri yerinden kımıldayamıyor. Ruhtan yürüme iradesi geldiğinde ayaklar hemen harekete geçiyor, yazma iradesi geldiğinde parmaklar işe koyuluyorlar.

İşte bu hakikat bize bildiriyor ki, “beden ruhun hizmetindedir.” ve fıtrata uygunluk,  “bedenin ruha hizmet etmesidir.”

Ruhunu bedenine hizmet ettiren, yani kalbini, aklını ve bütün his dünyasını sadece bedenin beslenmesine odaklayan kişi,  fıtrata zıt bir yola girmiştir; bu çıkmaz sokaktan ise saadete varılmaz.

Beden için geçerli olan bu kanun, ruh için de geçerlidir. İnsan daima öğrenir, öğrendikçe terakki eder. “İki günü müsavi olan zarardadır.” hadis-i şerifi bizleri sürekli olarak terakki etmeye ve kâinattaki bu tekâmül yürüyüşüne adım uydurmaya davet eder. Çekirdekler açılıp büyürken, fidanlar ağaç olmaya doğru yürürken, yumurtalar kuş olup uçmaya çabalarken, insanın yerinde sayması fıtrata zıttır.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.