sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Mekke’nin Fethi | Siyer Programı – 51. Bölüm

Mekke’nin Fethi | Siyer Programı – 51. Bölüm
A+
A-

Mekke’nin Fethi

Tarih: Olay, Hicret-i Nebeviyye (s.a.v.)’nin sekizinci yılı, Rama­zan ayı içinde oldu.

Sebeb: Benî Bekr’den bir grup insan Kureyş’in ileri gelenleriy­le; Huzâa kabilesine karşı kendilerine silâh ve asker yardımı için müzakerede bulundular. (Huzâa ise, Hudeybiye’de müslümanların taraflısı olmuştu). Müşrikler buna evet dedi. Bir grup ileri gelen müşrik de, yüzlerini örtüp kendilerini gizleyerek onlara yardıma koştu. Aralarında Safvan bin Ümeyye, Huveytıb bin Abdüluzza ve Mikrez bin Hafs olup; silâh, malzeme ve köleleriyle Benî Bekr’i des­teklediler. Vetir denilen yerde (Huzâalıların yurdu) onlarla çarpı­şıldı. Huzâalılar gafil avlanmıştı. Çünkü barış taraflısı olarak emin­diler. Bir gecede yirmi ölü vermişlerdi… Bunun üzerine Huzâalı Amr bin Salim kırk kişilik süvariyle yola çıkıp, Resûullah’a geldi. Durumu haber verdi. Uğradıkları felâketi anlattı.

Bu kişinin (şiirle) anlattığı durumu dinledikten sonra Resûlul-lah (s.a.v.) ridâsını toplayarak kalktı ve «Benî Kâab’a (yâni Huzâ-alılara) yardım etmezsem, yardımsız kalayım… Kendime ve yakın­larıma yardım eder gibi hem de…» Ve devam etti. «Şu bulutun yağ­dırdığı gibi yardım edeceğim!…[1][64]».

Kureyş hemen de yaptıklarının yanlışlığını kavradı. Ebû Süf-yân bin Harb’i, Resûlullah (s.a.v.)’a anlaşmayı yenilemesi ve müd­detini uzatması için gönderdiler. Ebû Süfyân, Resûlullah’a gelip du­rumu anlattı ise de ondan bir cevap alamadı ve iltifat göremedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e gitti. Resûlullah’a varıp aracı olmasını istedi. O da, ben bunu yapamam diye savdı. Ebû Süfyân daha sonra, Ömer Îbni’l-Hattâb’a başvurdu. O da: Ben mi – Resû-lullah (s.a.v.)’a- gidip sizin için şefaatçilik yapacağım? Vallahi hiç­bir şey değil, bir karınca yavrusu bulunsa onunla size karşı sava­şırım» diye cevab verince: Ebû Süfyân pişman ve yenik halde Mek-ke’iye eli boş döndü.

Öte yanda ise Resûlullah (s.a.v.î hazırlığa koyuldu. Ama mes’-ele gizli tutuluyordu. Ve şöyle duâ ediyordu:   «Yâ Rab, beni, Kureyş’in gözünden sakla, gözlerini kör et. Bizi, iş olup bittikten sonra görsünler ancak!…[2][65]».

Resûlullah ordugâh kurunca da, Hâtıb İbn Belta’a müslüman-ların saldırısına karşı uyanık olsunlar diye Kureyş’deki akrabaları­na bir mektup yazmıştı.

Hz. Ali (r.a.) der ki; Resûlullah beni, Mikdat ve Zübeyr’i gön­derdi. Bize gidip «Hah» bahçesi denen yerde bir kadının elindeki mektubu almamızı emretti. Hz. AH diyor ki: Atlarımızla sür’atlice gittik, o bahçeye vardık. Gerçekten b.r kadın var. Biz mektubu çı­kar deyince, inkâr etti. Mektup yok dedi. Çıkar mektubu, yoksa el­biseni soyup arayacağız deyince, saç örgülerinin arasından çıkar­dı. Mektubu Resûiullah (s.a.v.)’a getirdik. Bir de baktık ki; Hâtıb bin Belta’a, Resûlullah’ın hazırlıklarını Mekke müşriklerine, Kureyş-lilere bildiriyor…»

Resûlullah (s.a.v.): «Bu ne oluyor Hâtıb?» deyince Hâtıb:

—  Yâ Resûlâllah (s.a.v.)! Beni cezalandırmada acele etme, an­latayım :

Ben Kureyş asıllı değil, onlara sonradan katılmış, yâni kölelik­ten gelme mevalidenim. Halbuki, sizin çevrenizdeki öbür muhacir­lerin herbirinin Kureyş arasında akrabaları var. Orada ailesi v.s. bulunanları o akrabaları hep himaye eder, mallarını korur. Benim ise orada bir yakınım yok ki, orada bulunan ev halkımı korusun. Bunu yapmakla ,onlar nezdinde, yakınlarımı korumaları için bir ih­tar yapmış olacağımı umdum. Yoksa ben bunu yapmakla hâşâ di­nimden dönmüş değilim. İslâm’dan sonra da asla küfre rıza göster­mem.

Resûlullah bunun üzerine yanındakilere; doğru söyledi, buyur­du. Ömer (r.a.î söze katılıp; yâ Resûlâllah, bırak da şu nıünafıkın boy­nunu vurayım, diye çıkışınca:

—  «O Bedir’de bulunmuş bir kişidir. Ne bilirsin, belki de Allah Bedir mücâhidlerini tamamen serbest bırakmış; sizi tamamen afvet-tim, istediğinizi yapın demiştir?» buyurdu. Ve bu hâdise üzerine Ce-nâb-ı Hak şu âyetleri inzal buyurdu: *Ey inananlar, benim ve sizin düşmanınız olan kimseleri asla dost edinmeyin  Onlara sempati bes­lemeyin, yardım etmeyin. Halbuki onlar, size gelen Hak nizamımı reddediyor…» Buradan ta: «O normalden sapık yola girmiş olur…» kısmına kadar.[3][66]

Resûlullah (bu sefer esnasında) Kelsum bin Huseyn’i Medine’ye vekil bıraktı. Ve Ramazan’m onuncu Çarşamba günü ikindiden son­ra hareket ettiler. Resûlullah (s.a.v.) çevre kabilelerine de gözcü ve elçiler çıkardı. Elsem oğulları, Gıfâr oğulları, Müzeyne oğulları, Cü-heyneliler ve ötekilere. Hepsi de Zahran’da buluştu. Burası Mekke -Medine arasında b’r yer. Müslümanların sayısı onbini buluyordu. Henüz Kureyş’in hiçbir şeyden haberi yoktu. Ancak, Ebû Süfyân”-ın Medine’den yenik dönmesinden ötürü bir sürprizle karşılaşa­caklarım umuyorlardı. Bu yüzden de, Ebû Süfyân, Hakîm bin Hı-zâm ve Bedii bin Varaka’yı Resûlullah (s.a.v.)’dan haber toplamak üzere göndermişlerdi. Bu hey”et, Merrizzahran’a varınca, muazzam bir ateş gördüler. Onlar aralarında bu (dağı taşı dolduran) ateşin ne olduğunu tartışa dursun; Resûlullah’ın ileri gözcüleri onları yakaladı­lar. Resûlullah (s.a.v.) in huzuruna çıkardılar. Ebû Süfyân orada müslüman oldu[4][67].

İbn İshâk, Abbas (r.a.) ‘dan Ebû Süfyân’ın İslâm’a girişinin taf­silâtını şöyle anlatıyor: Sabah olunca, onu alıp Resûlullah’a getir­dim. Resûlullah (s.a.v.) onu görünce-. «Yazık sana, Allah’tan başka ilâhın olmadığını anlaman için zaman gelmedi mi?» buyurdu. O da: «Vallahi galiba öyle. Çünkü Ondan başka ilâh bulunsa beni birta­kım zararlardan korur, fayda verirdi» dedi. Resûlullah yine: «Ya­zık sana Ebû Süfyân, hâlâ benim Allah elçisi olduğumu kavraya-madın mı?…» buyurdu. O da şöyle cevab verdi: Anam, babam sana feda oslun, senden daha merhametli, güzel huylu ve akrabasını gö­zeten birini tanımadım. Ama ne var ki, benim içimde hâlâ ufak da olsa bir tereddud var…

Bunun üzerine Abbas ona çıkşti: Yazık be, müslüman öl, şehâ-det getir de «Allah’tan başka ilâh olmadığıı, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğunu söyle, başın vurulmadan önce!..

Denir ki, o an gerçekten şehâdet getirip müslüman oldu. Yine Abbas (r.a.) der ki: Dedim, yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân övünç ve­ren şeyleri sever, ona bir iltifatta bulun. O da: «Tabiî, dedi, o hal­de Mekkelilerden kim Ebû Süfyân’ın evine sığınırsa emniyette ola­cak. Yine kim evine kapanır oturursa, kim Kabe’ye sığınırsa emni­yettedir…»

Daha sonra, Resûlullah Mekke’ye doğru harekete başlarken Hz. Abbas (r.a.)’a dedi ki, «Ebû Süfyân’ı götür ana geçidin ağzında durdur. Allah’ın ordusu önünden geçerken seyretsin.» Abbas (r.a.) der ki: Aldım onu, götürüp vadinin dar boğazında durdurdum. Tam Resûlullah’ın dediği gibi. Ve kabileler bölük bölük bayraklarını çe­kip geçmeye başladılar. Her kabile geçince; yâ Abbas bunlar kim? diye soruyor, ben de, meselâ bu Süleym oğullarıdır diye cevap ve­riyorum. Bu sefer o; SüleymUerle aramda mes’elemiz yok diyor…

Böyle geçiş devam etti. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) başlarında olduğu halde Ensâr ve Muhacirlerden oluşan bir alay geliyor. Âde­ta baştan ayağa demirle donanmışlar gibi. Ebû Süfyan: «Sübhânal-lah ey Abbas, kim bunlar?» diyordu. Ben de, işte Resûlullah, Mu­hacir ve Ensâr arasında değil mi. O da, bu güce kimsenin karşı dur­ma ihtimali yoktur. «Ey Ebâ Fadl (Hz. Abbas’ın lâkabı), yeğenin çok büyük melik olmuş..» deyince, onu uyarıyordum; hey Ebâ Süf-yân, bu meliklik değil nübüvvettir diye. Ve hemen Ebû Süfyan dü­zeltiyor: «Evet, tabii öyle…[5][68]».

Daha sonra Abbas (r.a.) diyor ki, kavmini kurtar.. Ve Ebû Süf-yân konuşuyor. Resûlullah oraya ulaşmadan Mekke’ye girip son se­siyle bağırıyor: Hey Kureyşliler, işte gelen Muhammed’dir. Öyle bir güçle geliyor ki karşı koymaya imkânımız yok…

Bu durumda, kim Ebû Süfyân’ın evine sığınırsa emniyette ola­cak. . Fakat karısı Hind onu karşılıyor, onu sakalından tutup; şu kocamış alçak bunak herifi öldürün, diyordu.. Ebû Süfyan ise yine onlan uyarıyor: Aman, İlişleriniz sizi aldatmasın, sakın. O öyle bir güçle geliyor ki, asla karşı duramazsınız. Çıkar yol, Ebû Süfyân’ın evine sığınıp emniyete ermektir.

Allah kahretsin seni diyorlar, senin evinde ne var ki bizi kur­tarsın?… O bu sefer de, kim evine kapanır oturursa yine emin olur. Kim Beyt’e sığınırsa emniyette olur. Bunun üzerine halk dağılıyor. Kimi evlerine, kimi Mescid-i Haram’a gidiyor[6][69].

Ordunun boğazı geçmesi esnasında, Sa’d Ibn Ubâde’nin, Ebû Sûf-yân’a «Bugün destan günü. Bugün Kabe’nin helâl olduğu gün…» yol­lu bir şey söylediği haberi Resûlullah (s.a.v.)’a ulaştı. O bu sözü tas­vip etmedi. Ve şöyle tenkid etti: «Bugün aksine rahmet günü, bugün Kabe’nin şerefini Allah’ın yücelttiği gündür!..»

Ardından da birlik komutanlarına kesin emir verdi; kimseyle savaşılmayacak, sadece karşı duranlarla…[7][70].

Ne var ki altı erkek, dört kadının da, nerede bulunursa öldü­rülmesini emretmişti. Bunlar: İkrime bin Ebî Cehl, Hebbar bin el-Esved, Abdullah bin Sa’d Ebi Şerh, Mikyes bin Sababetü’l-Leysî, Hu-veyris bin Nukayz, Abdullah İbn Hilâl, Hint binti Utbe, Amr îbn Hişâmın cariyesi Sâre, Fertena ve Kureyna adlı, İbn Hilâl’in şar­kıcıları… (ki bu iki câriye hep Resûlullah (s.a.v.)’ı hicveden şarkılar söylerlerdi)[8][71]

Resûlullah (s.a.v.) Mekke’ye üst taraftan (Ki’da) giriyordu. Hâ-lid bin Velid’e de şehrin alt tarafından (Kûdâ) girmesini emretmiş­ti Öbür müslümanlar da hep ta’Um edilen yerlerden şehre girdiler. Ba girişte hiçbir mukavemetle karşılaşmamışlar, ancak Hâlid bin Ve­lide rastlayan îkrime bin Ebî Cehl ve Safvan İbn Ümeyye grubu çarpışmaya tutuşmuş; Kureyş’ten yirmi dört kişi, Huzeyl kabile­sinden de dört kişi ölmüştü. Resûlullah (s.a.v.) uzaktan kılıçların parıltısını görünce, durumu soruşturduğunda, Hâlid İbn Velid’in savaştığı haber verilince: «Allah’ın takdirinde bir hayır vardır el­bette..[9][72] » buyurdu.

îbn îshâk, Abdullah İbn Ebî Bekr’den, Hakim de Enes’ten riva­yet ediyor ki; Resûlullah (s.a.v.) Zituva’ya gelince, bineği üzerin­de, başında Yemen işi bir Sarığıyla bulunuyordu. Başını Allah’ın hu­zurunda eğmiş, Fethi kendisine nasib etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildiriyordu. Öyle ki, neredeyse sakalının ucu hayvanın yelesine değiyordu.

Buhârî’nin, Muâviye bin Kurre’den rivayetinde der ki, Abdul­lah tbn Muğaffelden duydum: «Mekke fethinin ilk gününe baktım Resûlullah (s.a.v.) devesinin üzerinde, Fetih sûresini yüksek sesle okuyor. Eğer halk çevreme toplanmasa, ben de onun gibi yüksek sesle okuyacaktım.

Resûlullah (s.a.v.) Mekke’ye girer girmez Kabe’ye yöneldi. O zaman Kabe çevresinde 360 kadar put sıralanmıştı. O elinde öd ağa­cından asâsıyla, birine önden, birine arkasından dokundukça, patır patır yüz üstü düşüyorlardı. O da, «Hak geldi, bâtıl zail oldu» buyuruyordu. Yine, «Hak geldi, artık bâtılın açığa vurması veya tekrar gelmesi imkânsız…[10][73]» diyordu.

Kabe’nin içinde de öyle putlar vardı. Onun için Resûlullah ora-ya ilkin girmedi. Emretti, hepsi dışarı atıldı. Bu arada, ellerinde fal okları, güya Hz. İbrahim ve İsmail’in resimleri de çıkarıldı. Re­sûlullah (s.a.v.) onlar için de: Allah onların canım alsın, çok iyi bilirler ki, bu iki zât asla bu falları kullanmadılar.

Bundan sonra beyt’in içine girdi, dört yanma tekbir getirdi ama namaz kılmadan çıktı. O sırada Kabe’nin hâcibi (görevlisi) bulunan Osman bin Talha’ya, Kabe’nin anahtarını getirmesini emretmişti. Ge­tirince beyt’i açtı. O da, beyt’e girip çıkınca tekrar Osman bin Tal-ha’yı çağırıp anahtarı ona teslim etti. Ve şöyle buyurdu: «Alın ebediyyen sâhib olun Ama bunu ben vermiyorum size (Kabe bekçili­ğini) fakat Allahü Teâlâ veriyor. Onu bundan sonra zâlimlerin dı­şında kimse alamaz.»

Bu sözüyle de Cenâb-ı Hakk’m: «Allah size emânetleri ehline ver­menizi kesinlikle emreder[11][74]‘ dyet-i cehlesine işaret ediyordu.

O sırada Resûlullah (s.a.v.), Bilâl (r.a.)’i çağırdı. Bilâl Kabe’nin üstüne çıkıp namaz için ezan okudu Halk bölük bölük geliyor ve Allah’ın dinine giriyordu, tbn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.î Ka­be kapının iki sövesini tutup, ne yapacak diye çevresine merakla toplanıp bekleyen halka, şöyle hitab etti’[12][75]

Allah’tan başka ilâh yok. O biiflir, ortağı yok. Va’dini yerine getirip, kulunu zafere erdirdi. Tek başına bütün kabileleri yendir­di. Dikkat edin, câhiliyyeden kalma övünülen, her kan dâvası ve mal dâvası şu iki ayağım altındadır. Sadece beyt’in perdedârlığı ve hacılara su verme hariç… Ey Kureyşlıier! Allah sizden câhüiyye gu­rurunu ve atalara ta’zim alışkanlığını giderdi.

Bütün insanlar Âdem’dendir, Âdem ise topraktandır. Ve ardın­dan şu âyet-i kerimeyi okudu: «Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yaratıp, millet ve kabilelere ayırdık ki, her birinize âit deği­şik kabiliyetler açığa çıksın, birbirinizi kıymetiyle tanıyasınız. Allah nezdinde en değerliniz ise şübhesiz dininde en samimî olanımzdır». Söze devam etti ve sordu:

Kureyşliler! Size ne yapmamı tahmin ediyorsunuz?.. Onlar da: Hayır bekleriz. Sen kerim bir kardeş, kerim bir kardeşoğlusun de­diler. O da, «O halde gidin, hepinizi bağışladım[13][76]» buyurdu.

Yine Şeyhayn, Ebû Şüreyh el-Adevî’den rivayet ediyor: «Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü hitabesinde şunları söyledi: «Mekke’yi ha­rem kılan Allah’tır. İnsanlar değil. Allah ve âhiret gününe inanan bir kimseye orada ne kan dökmesi, ne de kavga ve zorbalık yap­ması yakışır… Resûlullah’ın oradaki geçici çarpışmasını kendisine ruhsat edinmek isteyen olursa, ona şöyle deyin: Allah sadece Re­sulüne izin verdi, size değil. Üstelik ona izni de bir günde bir saat içindi. Şimdi ise; eski yasakhğı tekrar avdet etmiştir… Bunu hazır olanlar gaib olana da haber versinler…»

Daha sonra Mekke’deki halk Resûlullah (s.a.v.)’a; Allah ve Re-sûlü’nün direktiflerini dinleyip itaat etmek üzere bey’at etmek için toplandı. Erkeklerin bey’atın! bitirince, Resûlullah, bu sefer de ka­dınlardan bey’at almıştı.

Kureyş kadınlarından bir grup oraya toplanmıştı. Aralarında Hint binti Utbe de vardı. Yüzünü kapatarak kendisini gizliyordu. Zira Hz. Hamza (r.a.)’ya. ettiğinden utanıyordu. O’na bey’at için yak­laşınca Resûlullah (s.a.v.):

Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere bana bey’at edecek­siniz. Hind ise: Sen bize, erkeklere yüklemediğini yükledin. Ama biz onu yapacağız dedi. Resûlullah : Hırsızlık da yapmayacaksınız, bu­yurdu.

Hind yine: Yâ Resûlâllah, Ebû Süfyân pinti ve cimri bir adam­dır. Ben onun malından haberi olmadan birşeyler m lirdim, dedi. Bil­mem ki, bu bana helâl mı olur, haram mı?… Ebu Süfyân da ora­da bulunup onun dediklerini işitiyordu.Senin geçmişte çaldıkların tarihe karıştı, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah: Sen demek Utbe’nin kızı Hind mi­sin? deyince, evet ben Hind binti Utbe’yim., dive cevab verdi. Geçmiş hâllerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın. Yine Resûlullah (s.a.v.):

Zina da e tm İvecek s iniz, buyurdu. Hind de Hür kadın zina eder mi? diye cevab verdi. Resûlullah: Evlâdlarmızı da öldürmeyeceksi­niz, dedi.

Hind de: Biz onları küçükten eğitip büyüttük. Biliyorsun, onları büyümüşken sen Bedir’de öldürdün.

Ömer bu söze öyle güldü ki, sırtüstü düşecekti. Resûlullah (s.a. v.): îftira da etmiyeceksiniz. Yâni asılsız şeyi uydurmayacaksınız.

Hind ise; iftira gerçekten çirkin birşey, tecâvüzlerden daha be­ter. Yine o, mâruf olan hususlarda bana âsi olmayacaksınız… diye saydı. Sonra Ömer (r.a.)’e emretti: Allah Resulü adına onlardan beyat al ve istiğfarda bulun. O güne kadar da, o gün de Resûlullah kadınlarla asla musafaha etmemiş, bir kadının eli eline değmemiş­ti. Ancak kendine Allah’ın helâl kıldığı müstesna[14][77].

Buhârî’nin Âişe (r.a.)’den rivayetine göre, o da demiştir ki: Re­sûlullah kadınlardan, ancak; «Allah’a birşeyi ortak koşmasınlar…» âyetini tekrarlayarak sözlü bey’at alırdı. Yine der ki, Resûlullah, he­lâli olanlardan başka bir kadının elini tutmamıştır.

Ümmühânİ binti Ebî Tâlib (r.a.î fetih günü bir müşrike emân vermişti. Ali (r.a.) ise onu öldürmek istiyordu. Ümmühâni demiştir ki; ben Resûlullah’a gittiğimde O, Hz. Fâtıma’nın örttüğü bir perde içinde guslediyordu. Ben varıp selâm verdim. Kim o, dedi. Ben de Ümmühâni binti Ebî Tâlib dedim. Merhaba Ümmühânî diye buyur­du. Guslünü tamamlayınca da, o tek parça elbiseye bürülü olarak sekiz rekat namaz kıldı. Ve döndü. Ben, yâ Resûlâllah, kardeşim Ali, benim emân verdiğim adamı öldürmek istiyor. Yâni şu îbn Hübey-re’yi, dedim. O da: «Ümmühânî, senin emân verdiğine biz de emân vermişizdir» buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.)’ın kanını heder ettiği adamlara gelince, bir kısmı öldürüldü. Bir kısmı ise af diledi ve sonradan bağışlanınca, müslüman oldular. Abdullah ibn Sa’d Ibn Ebî Şerh aracı bulup iyi bir müslüman oldu. İkrime, Hİbbân ve Hind bin Utbe de îslâm’a gir­diler. Ibn Hişâm’ın rivayetine göre, Fudâle bin Umeyr el-Leysî, Re­sûlullah (s.a.v.)’ı öldürmeye kalkmıştı. Bu fetih yılında ve Kabe ta­vafı esnasındaydı.

Yaklaşınca Resûlullah (s.a.v.) ona:

—  Sen Fudâle misin? diye sordu.

—  Evet, dedi, Fudâle’yim yâ Resûlâllah! Bu sefer sordu:

—  Peki ne konuşuyordun, kendi kendine? Adam, birşey yok, de­di. Allah’ı anıyordum..

Resûlullah (sa.v.) gülerek:

—  Allah’a sığın, tevbe et, buyurdu ve elini onun göğsüne koy­du. Kalbi yatıştı.

Bundan sonra Fudâle hep söylerdi:

—  Vallahi O elini göğsümden çektiği an sanki dünyada Allah’­ın yarattığı hiçbir şey yoktu ondan daha çok sevdiğim. Fudâle ora­dan ayrılıp evine dönerken, seviştiği ve konuştuğu kadına uğradı. Kaduı onu zorluyordu: Hadi konuşmaya devam edelim. O şâir zât ir­ticalen şunları söyledi:

«O bana durma konuş der, ben hayır. Allah ve İslâm izin ver­mez. Eğer ben Muhammed’i ve fetih günü, putların kırıldığı gün, onun ordusunu görmesem.

Allanın dini kuşluk gibi apaydın. Zulmün suratı ve şirk kapka­ranlık.-

Buhâri’nin İbn Abbas’tan nakline göre Resûlullah (s.a.v.), orada ondokuz gün kaldı. Namazı kısaltarak, iki rek’at olarak kılıyordu. [15][78]

[1][64] İbn Sa’d ve tbn İshâk naklidir. İbn Hâcer ise; Bezzâr, Taberânî, Mûsâ bin Uk-be ve ötekilerinin de aynı nakli yaptığını söylüyor.

[2][65] îbn Sa’d ve tbn İshâk yakın İfadelerle rivayet ederler.

[3][66] Müttefekun aleyhtir. Lâfız-Buhârİ’nJn, âyetler: Mümtehıne:  1-9.

[4][67] Buraya kadar Buhârî’nin nakliydi. Gördüğünüz gibi, öbür iki arkadaşının müs­lüman olduğuna âit işaret yok Siyer bilginlerinin, bu meyanda Mûsâ bin Uk-be’nin nakline göre ise Bedii ve Hakim, Resûlullah’ın huzurunda müslüman ol­du. Ebû Süfyân İse sabaha kadar mühlet istedi. Onun için de Buhâri, Ebû Stff-yân’ın söyleyip onları pas geçmiştir.

[5][68] İbn Sa’d’ın rivayeti, İbn İshâk, Ibn Cerir, Buhâri de yakın ifadelerle nakletmiştir.

[6][69] İbn tshâk.

[7][70] Buhar i. İbn îshâk ve ötekiler nakleder.

[8][71] İbn Sa’d, tbn İsfâk rivayeti böyledir. İbn Hâcer ise, bu isimleri derlemiştir.

[9][72] İbn Sa’d, îbn Hâcer de Mûsâ bin Ukbe’den, böyle nakletti. İbn Hİşâm ise Siyer’inde müşrik ölüyü ondbrt, onbeş olarak kaydeder. Bak; FethÜ’1-Bârİ* 8A 9.

[10][73] Müttefekun aleyh.

[11][74] Buhari’nin rivayeti böyle. Müslim İse: Girdiğini de, namaz kıldığını da kay­deder. İnşâallah ileride açıklayacağız.

[12][75] Taberi, tbn Ebi Şeybe, İbn İshâk rivayeti.

[13][76] İbn Ba’d da benzerini nakletti.

[14][77] tbn tshâk ve İbn Cerîr nakletti.

[15][78] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 375-383.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.