sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

MÜ’MİNE GELEN DARALTI

A+
A-


Gerçekten Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamd ederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız.

Allah (C.C), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiş­tir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Al­lah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.Allah cc tevbe suresi 118.Ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır;

وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟

Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. (Tevbe – 118)

Bilindiği üzere ayette bahsedilen üç kişi, herhangi bir mâzeretleri bulunmadığı ve münafıklardan da olmadıkları hâlde sefere katılmayan, bununla birlikte daha önceden pişman olup kendilerini direklere bağlayan ashâ­bın da dışında kalan üç sahâbîdir: Ka‘b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye. Bu üç sahâbî, sefere katılmadılar, fakat münafıklar gibi yalan da söylemediler. Sadece Peygamberimiz’e gelip mâzeretsiz olarak sefere iştirâk etmediklerini söylediler. Yaptıklarına son derece pişman olduklarından dolayı da Allah Resûlü’nden affedilmelerini istediler. Efendimiz bu üç sahâbîyi affetmedi. Hattâ vahyin gelmesini beklediğinden, onların selâmlarını dahî almadı. Her hâlükârda kendisine tâbî olan ashâbı da aynı şekilde hareket etti.

Bu üç sahâbî, bütün gazvelere katılmışlardı. İçlerinden Ka‘b Akabe’de bulunmuş, diğer ikisi de Bedr’e de iştirâk etmişlerdi. Tebük’e katılmamakla içine düş­tükleri hata yüzünden kendilerine uygulanan tavır karşısında dünya, bütün genişliğine rağmen onlara dar geldi. Allah Resûlü (s.a.s.)’in selâmlarını dahî almayacak derecede kendilerinden yüz çevirmesi onlara çok gîrân geldi. Hanımları bile kendileri için bir yabancı gibiydi. Yapacak hiçbir şeyleri kalmamıştı. Bu sebeple gece-gündüz ağladılar. Yaptıklarına pişman oldular, günahlarına istiğfar ettiler. Böylece elli gün geçti. Nihâyet doğru konuşmuş olmaları ve samîmî bir şekilde tevbe et­melerinin bir mükâfâtı olarak bu âyet-i kerîme ile affa mazhar oldular. Sözü edilen bu kişiler, yaklaşık elli gün süren çileli bir bekleyiş içine girdiler. Nihayet bu âyetin nâzil olmasıyla tövbelerinin samimi olduğu ve Allah tarafından kabul edildiği bildirilince yüzleri güldü; Resûlullah’ın ve müslümanların arasına döndüler, âdeta hayat onlar için yeniden başlamış oldu.

O derece bunalmışlardı ki, yeryüzü olanca genişliğine rağmen onların başlarına dar gelmişti. Kendilerine, rahat edebilecekleri bir yer bulamıyorlardı. Tevbelerinin kabulü geciktirildiği için maruz kaldıkları hüzün ve yapayalnızlık dolayısıyla vicdanları da kendilerini sıkmıştı. Gönülleri artık ne bir sürura ne de bir hoş sohbete müsait değildi. Allah’ın (celle celâlühü) gazabından kurtulmak için yine mağfiret dilemek suretiyle Allah’a (celle celâlühü) sığınmaktan başka çare olmadığım anlamışlardı.

Bu ayetin manası, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, dua ederken söylediği:“Ey Allahım! Senin gazabından yine senin rızâna; kızgınlığından affına ve senden yine sana sığmıyorum ” Müslim, Salâl, 222 (1/352); Tirmizî, , Daavât, 76 (5/524). şeklindeki sözünün manasına yakındır. Yine Cenab-ı hak şöyle buyurmaktadır; “Hakikat şu ki: “Güldüren de, ağlatan da Allah’dır” (Necm, 43)

Resûlullah (s.a.s.), Ka‘b b. Mâlik’e bu müjdeli ha­beri şöyle bildirmiştir: “–Seni, doğduğun günden beri geçirdiğin en hayırlı ve mes’ûd bir günle müjdele­rim!..” Ka‘b b. Mâlik de Allah’ın bu yüce affına bir şükrâne olarak: “Yâ Rasûlallah! Ben de Allah ve Resûlü’nün rızâsı için malımın hepsini sadaka olarak vermek istiyorum!” dedi. Ancak Allah Resûlü (s.a.s.):“–Malının bir kısmını kendin için alıkoy! Böylesi senin için daha hayırlıdır!” buyur­du. Ka‘b b. Mâlik: “–Öyleyse Hayber’deki hissemi alıkoyuyorum. Ey Allah’ın Rasûlü! Allah beni bu bâdireden yalnızca doğruluğum sebebiyle kurtardı. Artık ben bundan böyle, hayâtım boyunca doğrudan başka bir söz söylemeyeceğim!..” dedi. Ka‘b (r.a.) şöyle der:“Allah’a yemin ederim ki, İslâm ile şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber Efendimiz’in huzûrunda doğruyu söylemem, böylece yalan söyleyenlerle birlikte helâk olmaktan kurtulmamdır. Çünkü Allah Teâlâ, Tebük seferine katılmayıp da mâzeret uydurarak yalan söyleyenler hakkında, hiç kimse için kullanmadığı ağır sözleri vahyederek: “Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah’a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden razı olmaz.” (Tevbe 9/95-96) buyurdu.” (Buhârî, Meğâzî 79; Cihâd 103; Müslim, Tevbe 53)

Bu üç sahâbî, Allah Resûlü (s.a.s.) ile bütün gazvelere katıldık­ları hâlde, Sadece bir gazveden geri kaldıkları için bu kadar ağır bir cezaya dûçâr oldular. Bu hâ­dise, mâzeretsiz bir şekilde Allah yolunda cihadın, hizmetin ve i’lây-ı kelimetullah uğrunda mücâdelenin dışında kalanlara çok büyük bir uyarıdır.

Hasan –ı  Basri der ki:“Sübhânallah! Vallahi bu üç kişi ne haram mal yediler, ne haksız yere cana kıydılar, ne de yeryüzünde fesat çıkardılar. Sadece Allah yolunda cihad gibi hayırlı bir işte gevşek davranmışlardı. Ancak daha sonra bu yönde öyle bir çabanın içine girdiler ki sonunda sizin de bildiğiniz o duruma geldiler. İşte bir günah mümini bu durumlara kadar getirebilir.”

Önceki ilim adamlarının bazıları şöyle diyorlar: ”Üzerinde nimetler görülen kimse, Allah’a hamdetmeyi artırsın. Sıkıntısı artanlar, istiğfarı artırsın. Bilmiş olunuz ki, tevhid denizine dalan, Allah’tan başka varlık göremez. O’ndan başkasına sığınamaz. Ne şekilde olursa olsun, O’ndan başkasına da kaçış yoktur.”Hiç kimsenin Allah’tan başka sığınacak bir yeri yoktur. Göklerin ve yerin her tarafı onun kontrolündedir.

Bütün bu  anlatılanlardan şu sonuca varıyoruz ki; zaman zaman mümini daraltan, sıkan haller onun bir takım işlemiş olduğu kusur ve günahlar sebebiyledir. Yüce Allah cc böylelikle onları temizlemek, terbiye etmek için tövbeye yöneltmek ister . Bunun için mü’minin vicdan azabı içerisinde yaptığı yanlışları ve onun ahrete kalsa ağır cezasını ona hissettirir ki onu yanlışa kaymaktan korusun Onu arındırıp temizlesin aslında bu açıdan bakıldığında bu darlık ve sıkıntı peşinden rahmet yağmurlarının yağacağı bunaltıcı bir havaya benzemektedir. Ve kulun her halükarda Allah’ın kontrolü altında olduğunu ve ondan kaçabilecek yahut saklanabilecek hiçbir yer olmadığını ona hatırlatmaktadır. Rabbimiz unutur yahut yanılırsak bizi mesul tutma bize bizden öncekilere yüklediğin ağır yükleri yükleme, affet bizi bağışla ve merhamet et bize zira sen bizim mevlamızsın ve sen ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcısın (Amin)

ETİKETLER:
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.