sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Müslümanlarla Gayri Müslimler Arasında Bir Belge İmzalanması | Siyer Programı – 31. Bölüm

Müslümanlarla Gayri Müslimler Arasında Bir Belge İmzalanması | Siyer Programı – 31. Bölüm
A+
A-

Müslümanlarla Gayri Müslimler Arasında Bir Belge İmzalanması

Bu esas, Resûlullah’ın, yeni devletin yasal değeri çevresinde kur­duğu şeylerin en önemlisidir. îbn Hişâm, Resûlullah (s.a.v.)’m Me­dine’ye gelişinden kısa bir süre sonra, Araplardan Medine halkının tümünün İslâm’ı kabul ederek onun etrafında toplandıklarını; Evs kabilesinden birkaç kişinin dışında, Ensârın evlerinden halkı Müs­lüman olmayan hiçbir evin kalmadığını rivayet ediyor. Bunun üze­rine Hz. Peygamber (s.”a.v.), Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yazdırdı. O belgede yahudilerle sulh ve muahede yaptı. Yahudilere mal ve din hürriyeti tanıdı. Onlara birtakım şartlar koştuğu gibi, onların da birtakım şartlarını tanıdı.

îbn İshâk bu belgeyi senetsiz olarak rivayet etmiştir. Aynı bel­geyi îbn Hayseme şu senetle rivayet etmiştir: Bize Ahmed bin Cen-nâb, Ebû’l-Velid, ona da îsâ bin Yûnus, ona da Kesir bin Abdillâh bin Amr el-Müzenî, ona da babası, babasına da dedesi bahsetti ki; Resûlullah (s.a.v.), Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yaz­dırdı… İbn Hayseme, îbn îshâk’ın zikrettiği metnin benzerini kay­detmiştir[1][17], îmanı Ahmed de, Müsned’inde bu belgeyi şu senetle ri­vayet etmiştir. Süreye dedi ki, bize Abbâd rivayet etti. O da Hac-câc’dan, o da Amr bin Şuayb’dan, o da babasından, o da ceddinden Resûl-i Ekrem Ensâr ile Muhacirler arasında bir belge yazdırdı, di­ye rivayet etti[2][18].

Biz burada bu belgenin tüm metnini uzun olduğu için nakle-demiyeceğiz. Fakat biz, Medine’de doğan, îslâm Devleti ve toplu­munun yasal değeri üzerinde duracağımız için; Aleyhissalâtü Ves-selâm’ın belgesinde yer alan önemli maddelerini zikretmekle yeti­neceğiz. Bu maddeler, bizzat belgenin metnindeki sıralanışına göre tertib edilmiştir.

1- Madde: Kureyşli ve Yesrib’li müslumanlarla, onlara bağ­lanmış ve katılmış olanlar, onlarla birlikte savaşanlar; diğer insan­lardan ayrı bir ümmet ve topluluktur.

2- Madde: Bu müsl um anların hepsi çeşitli kabilelerden ol­malarına rağmen, yine de kan diyetlerini kendi aralarında, gelene­ğe göre ortaklaşa ödeyecekleri gibi; esirlerin kurtarılması için öde­nen diyetleri de mü’müıler arasında bilinen âdil esaslar dairesin­de, ortaklaşa ödeyeceklerdir.

3- Madde: Mü’minler, borçlu ve çoluk çocuğu çok olanları kendi hallerinde bırakmıyacak, onların kurtulmalık paralarını (fid­yelerini) veya kan bedellerim, aralarında mâruf esaslar dairesinde ödeyeceklerdir.

4- Madde: Muttaki mü’minler, kendi aralarından azgınlık eden veya zulüm ve haksızlık yapmak isteyen ya da günah işleyen ve düşmanlık eden, veyahut da mü’minler arasında kargaşalık çı­karan kimseye karşı cephe alacaklar ve o kişi onlardan birinin ev­lâdı da olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

5- Madde: Hiçbir mü’min bir kâfir için bir mü’mjini öldüre-mez ve bir mü’mine karşı hiçbir kâfire yardım edemez.

6- Madde: Allah’ın himaye ve teminatı (mü’minlerden her ferd için) birdir, onların en hakir görülenlerine bile şâmildir. Çün­kü, mü’minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerini «Mevlâ-sı-Kardeşi» durumundadırlar.

7- Madde: Bu sahife (belge )dekileri kabul eden Allah ve âhi-ret gününe inanan bir mü’minin, ortaya kötü bir olay (öldürme) çıkaran kimseye yardım etmesi veya onu barındırması helâl değil­dir, öyle bir kişiye yardım eden veya onu barındıran kimse, kıya­met günü, Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacak; onun tevbesi de, fidyesi de kabul olunmayacaktır.

8- Madde: Yahudiler (mü’minler gibi) savaş devam ettiği sü­rece, kendi savaş masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.

9- Madde: Avf oğulları Yahudileri, mü’minlerle birlikte bir topluluk teşkil edecekler. Yahudiler kendi dinlerinde, müşlümanlar da kendi dinlerinde kalacaklardır. Şu kadar ki; bunlardan zulüm veya kötülük işleyen bir kişi, ancak kendini ve ev halkını tehlikeye sokmuş olacaktır…

10- Madde: Savaş halinde, yahudilerin masrafları kendileri­ne, müslümanların masrafları da kendilerine âit olacaktır. Şübhesiz ki bu belge sahihlerine harb açanlara karşı onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır.

11- Madde : Bu belge sahibleri arasında herhangi bir olay ve­ya anlaşmazlık çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından kor-kulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen, şanı Yüce Allah’a ve Al­lah’ın Resulü (Muhammed) (s.a.v.)’e arz ve havale edilecektir.

12- Madde: Medine’den çıkan da emniyette, oturan: da emni­yette bulunacaktır. Bir zulüm veya suç işleyen kimse bundan müs­tesnadır!..

13- Madde: Muhakkak ki, Allah bu belgelilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmekten hoşlanır. Şübhesiz ki, Allah’ın hi­mayesi iyilik yapan ve kötülüklerden sakınanlar içindir. [3][19]

Dersler ve İbretler

Bu belge İslâm toplumu için çeşitli düzenleyici hükümlerle il­gili önemli işaretleri taşımaktadır. Onları aşağıya şöyle özetliyoruz:

1- Bu belgeye, çağdaş terimler arasında «Anayasa» kelimesi­ni ad olarak vermek en uygun olanıdır. Zaten o, Anayasa ilânı mesabesinde olduğuna göre, şübhesiz ki o çağdaş herhangi bir ana­yasanın ihtiva edebildiği hususlar (diğer bir deyimle devletin içte ve dıştaki düzeni) için belirleyici, külli sınırlar koymakla bu özel­liklerin tümünü kapsamaktadır. Yâni bu anayasa, devletin kendi vatandaşları arasındaki münâsebetleri tesbit ettiği gibi, devletin di­ğer devletlerle olan münâsebetlerini de belirlemektedir…

Resûlullah (s.a.v.)’m, Allah’tan gelen vahiyle koyduğu ve ashabina yazdırdığı, sonra da müslümanlarla komşuları olan yahudiler arasında ittifakla kabul edilmiş olan – temel prensip şeklinde – or­taya koyduğu bu anayasa; islâm toplumunun, tâ doğuşundan beri tam bir anayasal temel üzerine dayandığına, İslâm Devleti’nin ilk doğuşundan itibaren bir devletin muhtaç olduğu idarî ve anayasal dayanaklardan en mükemmeli üzerine kurulmuş olduğuna dair, de­lil olarak yeter.

Bu, idari ve anayasal dayanakların toplumda, Islâmî şeriat hü­kümlerinin uygulanması için gerekli temel esas olduğu gayet açık­tır. Çünkü o kendi bütünlüğü içinde, ancak İslâm ümmetinin bir­liği fikrine ve onunla alâkalı diğer düzenleyici maddeler üzerine dayanır. İlk olarak Resûlullah (s.a.v.)’ın ortaya koyduğu bu anaya­sal düzenleme, kaim olmadığı sürece, İslâmi hükümlerin (ki aynı zamanda bu anayasa da ahkâm-ı şer’iyyenin bir parçasıdır) üzerin­de sabitleşeceği bir zemini bulmamız mümkün olmaz.

Apaçık hakikatlere karşı, basiretlerini ve gözlerini kapayan ki­şilerin dâvaları işte buradan suya düşüyor. Sonra o kişiler, îslâmın insanla Rabbi arasında bulunan şeyleri düzenleyen bir dinden başka birşey olmadığını; İslâm’ın devlet ve anayasal düzenleme ile ilgili bir dayanağının bulunmadığını iddia ediyorlar. Aslında bu es­ki bir oyundur. İslâm’a fikri saldırıda bulunan ve sömürgecilik taraftarı olanlar, bu eski oyunda çözülemez şekilde İslâm’ı sınırlan­dırmayı amaçlıyorlar ki; İslâm’ın fonksiyonu kendi toplumu dışında o sapık düzenlere müdahale edecek bir durum almasın. Bunu sağ­lamak ise-, İslâm’ın devleti olmayan, din olduğu; kanun ve şer’İ hü­küm koyamayıp, yalnızca ibâdetleri düzenlediğini benimsetmekten geçer… Hattâ İslâm hakikatte din ve devlet olsa bile bunun değiş­mesi’ ve buna elvermez kılınması gerekir. Bu anlayışa göre; yalan da olsa bunu yaymak gerek…

Şu kadar var ki bu tuzak, İslâm’a fikri saldırıda bulunanların kötü şansı olarak çabucak parçalandı. Artık bunlardan bahsetmek lüzumsuz söz, kin ve düşmanlıkların ortaya saçılması demek olur…

Fakat ne olursa olsun, yine de bu önemli maddeleri tahlil eder­ken, şunu söylememiz gerekir ki; bizzat İslâm toplumunun doğuşu, devletin mükemmel bir plânı çerçevesinde olmuştu. İslâm’ın teşriatı, her yönü ve her maddesiyle uygunluk arzeden sosyal düzenleme öl­çüleri halinde inmişti. Bu belge de buna en büyük şahittir!..

Teşrii hükümlerin bir kısım bölüm ve cüzlerden ibaret olması hasebiyle; teîc başına basite alınabilirse de, bir kısım diğerleriyle bütünleşince, onlardan büyük bir yönetimin ve anayasal yapının mütekâmil bir tanzimi oluşur.

2- Ger.ekten bu belge, Resûlullah (s.a.v.)’ın yahudilere karşı muamele sinde ki dillere destan adaletine işaret ediyor. Yahudinin tabiatmdaki hile, zulüm ve entrika kendisine baskın çıkmamış ol­saydı, müslümanlarla yahudiler arasındaki bu âdil anlaşmanın mey­vesini vermesi imkân dahilinde idi. Ama bu anlaşmanın üzerinden kısa bir süre geçmişti ki, yahudiler kabullendikleri bu belgedeki mad­delerin kapsadığı bir kısım şeylerden sıkılmaya başladılar. Bunun üzerine de, inşâallah ileride yeri gelince genişçe açıklamasını ya­pacağımız, çeşitli hıyanet ve haksızlıklarla Resûlullah’ın ve müslü-manlann aleyhine çalışmaya koyuldular. Böyle olunca da müslü-manlar, tek taraflı kabul ettikleri bu anlaşmayı feshettiler.

3- Bu belge aşağıda açıklayacağımız şekilde, îslâm şeriatın-daki önemli hükümlere işaret etmektedir:

a- Bu belgenin birinci maddesi, müslümanların birliğini sağ­layan yegâne unsur İslâm olduğuna ve onlardan tek bir millet mey­dana getiren şeyin yalnızca İslâm olduğuna; ayrıca müslümanların arasındaki ayırıcı özelliklerin ve farklılıkların, bu kapsamlı birlik çerçevesinde eriyip yok olduğuna işaret etmektedir. Bu husus, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu sözünden gayet açık bir şekilde anlaşılı­yor: «Kureyşli ve Yesrib (Medine) li müslümanlarla onlara bağlan­mış ve katılmış olanlar, onlarla birlikte savaşanlar, diğef insanlara nazaran ayrı bir ümmet ve topluluktur.» Sağlam ve birbiriyle kay­naşmış bir İslâmi topluluğu kurmak için gerekli olan ilk esas budur.

b- İkinci ve üçüncü maddeler; müslümanların kendi aralarında dayanışması ve birbirine arka çıkmasının gerektiğini en açık şek­liyle ortaya koyuyor. Bunun da îslâm toplumunun en önemli nitelik­lerinden olduğuna işaret ediyor. Buna göre müslümanların hepsi dünya ve âhiret işlerinde birbirinden sorumludurlar. Hakikaten, İs­lâm şeriatının hükümlerinin tümü bu sorumluluk esasına dayanır. Ve müslümanlar arasındaki yardımlaşma ile birbirinin işini yüklen­me prensibi için, uygulama yollarını belirler.

c- Altıncı madde; Müslümanlar arasındaki eşitlik prensibinin, propaganda ve reklâm aracı olması yönünden değil de; İslâm toplu­mu için gerekli olan önemli şer’î rükünlerden bir rükün olduğuna ve onun en güzel ve en ince bir şekilde tatbik edilmesi gerektiğine işa­ret ediyor. Müslümanların arasındaki bu eşitliğin sağlanması için, Resûlullah’ın şu maddede kararlaştırdığı hükmü ortaya çıkarmak yeter: Bu maddede Resûlullah (s.a.v.): «Allah’ın himaye ve teminatı (mü’minlerden her ferd için) birdir, onların en hakir görülenlerine bile şâmildir» demektedir. Diğer bir deyimle, Müslümanın himaye ve teminatı hakkı, nerde olursa olsun saklıdır ve saygıdeğerdir. Müs-lümanın bir kimseyi himayesi altına alması da yine mahfuzdur. Bu konuda onun himayesinin çiğnenmesi gerekmez. Müslümanlardan kim bir kişiyi himayesine almışsa, bu himayeyi başkasının, hâkim veya mahkûm olarak hiçe sayması mümkün değildir. Bu konuda Müslüman kadın mutlak olarak erkekten ayrı tutulamaz. Nerde olur­sa olsun, Müslüman kadının, başka birini himayesi altına alması da saygıya değerdir. Rütbesi ve mevkisi ne olursa olsun, hiçbir insanın bu himayeyi hiçe saymaya gücü yetmez. Bu husus mezheb imamla­rının ve tüm âlimlerin icmâıyla sabittir[4][20].

Buhâri ve Müslim ve diğerleri Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin. fetih yılı Resûlullah’a gelip şöyle dediğini rivayet ederler: «Ey Alah’ın Elçisi! Anamın oğlu (Hz. Ali’yi kasdediyor), benim ahd ve emân verdiğim fülânı, îbn Hübeyre’yi katledeceğim söylüyor Resûlullah (s.a.v.) da: .Yâ Ümmü Hâni, senin ahd ve emân verdine biz de ahd ve emân verdik» buyurdu.

Bu husus iyice düşünüldüğü vakit, kadının İslarım himayesin, de ve gölgesinde kavuştuğu üstünlüğü, diğer mnletlerde, eşine rast­lanmayan bir şekilde, erkeğin kavuştuğu gibi sosyal ve insanî hak­ların tümüne nasıl kavuştuğu iyice anlaşılır.

Ancak îslâm şeriatının koyduğu bu eşsiz insanî eşitlik ile bu­günkü çağdaş medeniyet âşıklarının çığırtkanlığını yaptıkları; taK-litçilik ve gösteriş arasındaki farkı bilmek de önemlidir.

Asıl insanlık fıtratına dayanan, şu dakika eşitlik ilkesinden, er­kek ve kadın olarak tüm beşeriyetin mutluluğu hedef alınır. Şu hay­vani iştihaların arkasından da, başka birseye bakılmaksızın müm­kün olan en geniş bir çerçeve dahilinde kadının erkek için b.r re­fah ve teselli kaynağı olması maksadı güdülür…

d- Onbirinci maddede bize, müslümanlarm çeşitli işlerinde an­laşmazlıklarında, başvurmaları gerekenin, «âdil bir hakem olan Al­lah’ın şeriatı ve onun hükmü olduğuna işaret etmektedir. Allahın hükmü ve şeriaU ise Kur’an’m ve sünnetin ihtiva ettiği şeylerdir. Müslümanlar, çeşitli problemlerine bu kaynağın dışında çozum aralarsa, günaha girmiş olurlar. Bu dünyada kendilerini sıkıntıya soktukları gibi âhirette de Allahü Teâlâ’mn azabına müstehak olur­lar.

Resûlullah’ın Medine’de İslâm devletini, temeli üzerine kurduğu bu belge, şu yukarıda açıklanan dört hükmü (Birlik, Yardımlaşma, Eşitlik ve Adalet) ihtiva ediyor. Resûlullah (s.a.v.) bu belgeyi müs1 um ani an n yeni toplumlarında takib etmeleri için bir program ola­rak tesbit etti. Birazcık düşününce ve dikkatlice bakınca, o vesika­da, açık bir şekilde diğer önemli hükümler de sezilebilmektedir.

Bu belge tatbik edildiği, içinde bulunanlara uyuiduğu ve ona sımsıkı bağlanıldığı için, bu devlet en kuvvetli ve en sağlam temel­ler üzerine kurulmuş oldu. Sonra bu devlet, en sağlam ve sarsılmaz bir şekilde dünyanın şarkına ve garbına yayıldı ve beşeriyetin tanı­dığı medeniyet ve uygarlığın en güzelini insanoğluna sundu. [5][21]

[1][17] Bkz.: İbn Seyyidinnas, Uyünü’1-Eser: 1/198.

[2][18] İmam Ahmed, el-Müsned: 21/10.

[3][19] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 213-215.

[4][20] Ancak bunun için belirli şartlar koşulmuştur. Fukahâ bu şartları şöyle zikret­tlecek bir himaye olmamas, Meselâ ‘Müslümanlara zarar verecek bir himaye olmamas, Meselâ casusun himayesii gibi. Sayısının anırtı olması ve dört ayı geçmemek şartıyla müdde­tinin de sınırlandırılmış olması şarttır. Bkz. Mugni’1-Muhtâc: 4/238.

[5][21] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 215-219.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.