ONLAR İSLAM’I BÜTÜNÜYLE YAŞIYORLARDI PEKİ YA BİZLER ?
Gerçekten Hamd ALLAH(Celle Celaluhu)’a mahsustur. O’na hamd ederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından ALLAH(Celle Celaluhu)’a sığınırız. ALLAH(Celle Celaluhu), kimi hidayette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, ALLAH(Celle Celaluhu)’tan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Allah’ın kulu ve Resulüdür. Salât ve selam O(C.C)’na, Ehli Beytine, ashabına ve O (C.C)’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.
İnsanı diğer masivai varlıklardan ayıran özelliği akıl; vahiysiz tek başına yeterli değildir. Örnek verecek olursak hayvanlar da hayatta kalabilmek için gıda tercihini leşten (ölmüş hayvandan) yana kullanmazlar ve yine aynı şekilde insanlar da leşten uzak dururlar. Fakat ikisinin arasındaki fark; hayvan içgüdüsel olarak leş yemekten geri dururken insan vahiyden aldığı ilimle zararlı ve yararlının ne olduğunun farkındalığı ile kendisine uygun olmadığının şuuruna varır.
Bugün bizler de yaptıklarımızı bilinçli mi yapıyoruz yoksa hayvanlar gibi içgüdüsel, atalardan gelme kulaktan dolma bilgilerle mi ibadetlerimizi yerine getiriyoruz!
Oysaki Asrı Saadet’tekiler ALLAH(Celle Celaluhu)’u adına ve Allah diyerek yaşıyorlardı. Kabe’yi dolduran yüzlerce putları ellerinin tersiyle itmişlerdi. Putlarıyla geçirdikleri zaman kaybından dolayı Allah (c.c)’a tevbe ederek dönmüşler ve yeni hayatlarına başlarını koyarak yaşamaya başlamışlardır. Onlar severek ve sevilerek yaşıyorlardı. Akıllıydılar, onurluydular, sevimliydiler, cesaretliydiler…
İslam’ı gecesiyle ve gündüzüyle yaşıyorlardı. Gece hayatı onların hayatında gözyaşı, zikir ve istiğfarla dopdoluydu. Çocuklarını severken, evlerine yiyecek alırlarken, hanımlarıyla şakalaşırlarken, cihada giderken, ganimet toplarken. Bütün bunları bir ibadet inancı içerisinde yapıyor ve kul olmalarının lezzetini tadıyorlardı. Yaşayışlarını Sırat-ı Müstakim üzerinde sürdürüyorlardı. Doğru ve temiz yol olan bu yoldan uzak kalmayı değil, bu yoldan insanı uzaklaştıran sebeplere çok dikkat ediyorlardı. Onlar İlim’le şunu öğrenmişlerdi bir insan üç sebepten dolayı Sırat-ı Müstakim’den çıkmış olur;
1- ALLAH(Celle Celaluhu)’ın (Kitab’ın) rehberliğine aldırmamak ve kendi arzularının kölesi olmak
2-Aileyi, toplum, gelenek ve töreleri ALLAH(Celle Celaluhu)’tan önde tutmak
3- ALLAH(Celle Celaluhu) ve Resul’ünün (s.a.v) ‘in bildirdiklerini önemsemeyerek sözde önemli kişilerin ardından gitmek…
Eski dinlerinden çıkıp, yeni ve geçerli dinlerine girenler girdikleri hayata bir daha dönüp bakmıyorlar, sadece ibret alıyorlardı. Cahili hayatın tüm yaşayışlarını geldikleri hayatın sınırları içine bırakarak gelmişlerdi. Asr-ı Saadet’tekilerin hayatı oraya buraya dağılmış birbirleriyle aralarında irtibatı kalmamış parçalara bölünmüş bir hayat değildi. Hem ALLAH(Celle Celaluhu)’ın yolunda saf saf olmuşlardı hem de namaz kılarken…
Hem savaşlarda saf saf olmuşlardı, hem de ailevi yaşayışlarında, hem Kabe’de saf saf olmuşlardı hem de doğru sözde, adaletli muamelelerde, yolda, bahçede, mescitte saf saf olmuşlardı. Bir mahallenin Müslümanı yalan konuşup diğer mahallenin Müslümanı gıybet yapmazdı. ALLAH(Celle Celaluhu)’ın emirlerini, ALLAH(Celle Celaluhu)’ın yolunda ve saflar halinde yaşıyorlardı.
Ama bugün bizler birbirimizin yokluğuna alışmışızdır. Bir gün değil haftalarca, aylarca görmesek bile rahatsız olmayız ta ki ölünceye kadar… İçimizden birisi ölürse, sağlığında sorulup aranmayan nice nice insanımız vefat ettikten sonra aranır ve son vazife diye kabir başına kadar gidilir.
Peki, ilk vazifeleri nereye koyacağız? Son vazifemiz, ölen kardeşimizi kabre defnetmekti. Ya ilk sırada bekleyen vazifeleri kime yaptıracağız.
Biz Müslümanlar birbirimizin yokluğuna alıştığımız kadar İslam’ın temel hususlarına karşı alışkanlığımız normal hale gelmiştir. Üç günlüğüne camiler kapatılsa, minarelere müezzinler çıkartılmasa, sanki yer yerinden oynar. Niçin? , farz olan namaza yasak konamaz diye… Öyle de, farz olan hukuk yapımıza farz olan ekonomik yapımıza, farz olan aile siyasi yapımıza yaklaşık 100 küsur senedir yasak konmuşta onlar için niye kılımız kıpırdamaz?
Çünkü onların yokluğuna alışmışız veya alıştırılmışız. Bugünkü Müslümanın ömrünün tükeneceği üç temel saha ve alanı iyi seçmişler. Ev, Camii, İş yeri. Bu üç yerin dışındaki alanlara ait olan vazifeler ve bu vazifelere lazım olan malzeme ve ölçü pek dikkate alınmaz…
Sırtını Kabe’ye dönüp önüne Roma’yı alanların horon tepmesi boşuna değil tabii. Bizler ipin ucunu kaçırdık. Çünkü aklımızı vahyin aydınlığından, küfrün karanlıklarına gömdük. İlmin yerine cehaleti satın aldık. Aklımızı kurtuluşumuz için kullanmamız gerekirken, kaybediş sebebi kıldık. Aklını satanlar veyahut ta kiraya verenler her zaman ve her an için kaybetmeye mahkûmdurlar. İki dünyada da Asr-ı Saadet’i yakalayamazlar…
Rabbim Hakkı Hak olarak bilip Saadet’i Dareyne , Batılı da batıl olarak bilip batıldan fersah fersah kaçan kullarından olmayı nasip eylesin..
VELHAMDULİLLAHİRABİLALEMİN..
SELAM VE DUA İLE..