sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

PEYGAMBERİN MİRASCISI ÖVGÜSÜNÜ HAK ETMENİN YOLU NEDİR?

04.04.2019
711
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

PEYGAMBERİN MİRASCISI ÖVGÜSÜNÜ HAK ETMENİN YOLU NEDİR?

Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebette var olan, lütfuyla kâinatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.

Salat ve selam da, âlemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.

Önce Rasullerin görevlerinin ne olduğunu bilmeliyiz ki, Rasullerin varisi olan âlimlerin görevinin ne olduğunu anlayabilelim. Bilindiği üzere Rasûlullah (s.a.v.) meşhur hadisi şerifinde “Âlimler Peygamberlerin mirasçılarıdır.” Buyurmuştur.

Peki, Peygamberlerin görevleri nedir? Peygamberler insanları kullara kul olmaktan, zalimlere kul olmaktan, diktatörlere kul olmaktan, despotlara kul olmaktan, nemrudlara kul olmaktan, firavunlara kul olmaktan, sonra görünmeyen putlara, nefse, şeytana, paraya, şehvete vs.ye kul olmaktan kurtarıp, sadece ve sadece Allah Teâla’ya kul olmaları için gönderilmişlerdir. Böylece Allah Teâla’nın indirdiği hükümlerle hükmetmek ve Allah Teâla’nın yeryüzündeki hilafetini gerçekleştirmek üzere gönderilmişlerdir. Kendilerine peygamber gönderilen kavimler ya putlara tapmış yada putlaştırdıkları nesnelere kulluk yapmışlardır. Gönderilen elçiler de görevleri gereği putlaştırılan nemrutların ve firavunların karşılarına dikilip onlarla mücadele etmişlerdir.

Rasuller bu dünyadan ayrılırken bu zorlu göreve ümmetinin âlimlerini bırakmışlar ve zalimlerin karşısına dikilme görevini de bu alimlere devretmişlerdir. Eğer bir kimse kendisinin Alim olduğuna inanıyorsa zalimlerin ve zorbaların karşısına dikilmekle mükelleftir. Kısacası Müslüman bir âlim, böyle bir göreve talip olup olmadığını gözden geçirmelidir.

Allah Teala ve O’nun Rasûlu Müslüman alimleri zalimlerin karşısına dikilmeleri, susmamaları, hakkı haykırmaları için onları bu yolda yarışa sokmuştur. Rasûlullah (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde “Cihadın en faziletlisi, zalim hükümdarın yanında hakkı söylemektir.” buyurmuştur. yine bir başka hadisi şeriflerinde “Şehidlerin efendisi Abdulmuttalip oğlu Hamza’dır. Ondan sonra, zalim bir hükümdara iyiliği emreden kötülüğü nehyeden ve bundan dolayı öldürülen kişidir.” buyurmaktadır. Allah’ın Rasûlu (s.a.v.) özellikle ümmetinin alimlerinin iktidarlar tarafından satın alınmaması için onları uyarmış, onlara makamların en büyüğünü göstererek “Sizin devlet adamlarınızın hayırlısı âlimleri ziyaret edendir. Âlimlerinizin en kötüsü ise devlet adamlarını ziyaret edendir.” buyurmuştur. Zaten Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerim’inin birçok yerinde özellikle bilen insanları uyararak hakkı gizlememelerini, hakkı haykırmalarını, beş paralık dünya menfaati için Allah’ın hükümlerini ketm etmemelerini, Allah’ın ayetlerini satmamalarını tembih etmiştir. Çünkü ümmet için en büyük felaket, âlimlerin susması, zalimlerin zulmüne ses çıkarmaması, özellikle Allah’ın yolundan ayrılan zalim yöneticilerin yanında yer almalarıdır.

Bugün maalesef halkı Müslüman ülkelerde Allah’ın dinini bilen binlerce insan, firavunluğundan şüphe edilmeyecek zalimlerin karşısına dikilmesi gerekirken, susmuşlar ve hatta bu firavunların yanında yer almışlardır. Önlerine koyulan mevki, makam, rütbe vs’ye aldanıp Allah’ın dinini buna satmışlardır. Allah’ın vereceği mükâfatı ufacık bir dünyalığa değişmişlerdir. Firavunların “aferin”lerini kazanmayı dünyada ulaşabilecekleri büyük mevki ve makam zannetmişler, hatta aldıkları bu aferinleri müminlerin yanında bir ayrıcalık olarak görmüşler ve bunu da bir üstünlük olarak takdim etmeye çalışmışlardır. Kısacası, yeryüzünde firavunların kulu olarak dolaşmayı rütbelerin en büyüğü kabul etmişler ve iftiharla gezmişlerdir. Müslüman olduğunu söyleyen bir âlim için ne büyük bir zillet içeren bir durum!

Unutmayalım ki, Müslümanlar münafıklar gibi iki ölüme inanmazlar. Savaşa çıkarsak ölürüz. Çıkmaz isek yaşarız inancı münafıklara aittir. Müslüman ise… Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.(Yunus 49) inancına sahiptir. Zalimlerin karşısında hakkı haykırmak ecelin vaktini asla değiştirmez. Çiğnediğimiz şu toprakların altında nice belamlar, nice kapıkulu âlimler de yatmaktadır. Yani, hakkı haykıranlar ölmüşse, onlarla birlikte yalaka alimler ve korkaklar da ölmüşlerdir, dünya onlara da kalmamıştır. Efendilerini razı etmek için çırpınanlar da öldüler, Allah Teala’yı razı etmek için çırpınanlar da öldüler. Şu kadar var ki, efendilerini razı etmek için çırpınanların kendileriyle birlikte efendileri de öldüğünden dolayı ellerine hiçbir şey geçmedi onların. Fakat Allah Teala’yı razı etmek için çırpınanların razı etmek için çırpındıkları Allah ölmez, O Hayy’dır, la yemûttür. Allah(c.c.) o belamları, yalakalık yaptıkları efendilerinin elinden kurtarabilirdi fakat efendileri onları Allah’ın elinden kurtaramaz şimdi. Unutmayalım ki, zalimlerin ve firavunların Cenneti de yoktur, Cehennemi de yoktur. Cenneti olan da Allah’tır, Cehennemi olan da Allah’tır.

 Allah Teala’yı tercih etmede halen daha şüphe duyan mı var? Firavunların vadettiği makamı ve koltuğu, ufacık bir dünyalığı değil, Allah’ı (c.c.) ve O’nun vadettiği ebedi Cennetini ve bitmez tükenmez Cennet nimetlerini tercih edelim. Beyefendilerin surat asmasından değil, Kahhar olan Allah’ın gazaba gelmesinden korkalım. Uyarı cezasından, tekdirden, ihtardan, sürgünden değil, Allah Teala’nın azabından korkalım. Kulağımızın çekilmesinden, hapse atılmaktan veya en fazla olsa olsa öldürülmekten değil, “Yetiş ey ölüm nerdesin! (inşikak 11) Keşke biz de ölsek de toprak olsaydık”(nebe 40) diye bağırılacak olan günden korkalım. Babanın evlattan, evladın babadan, kardeşin kardeşten kaçıp birbirini tanıyamayacağı o dehşetli günden korkalım. Makamımızı ve koltuğumuzu kaybetmekten değil, gözlerin dışarı fırlayacağı, ağızlara mühür vurulup ellerin konuşturulup ayakların şahit tutulacağı günden korkalım. Çevremizdeki insanları kaybetmekten, ticaretimizin kesada uğramasından değil, yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennemden, içecek olarak sadece kan ve irin, yiyecek olarak zakkumdan başka bir şeyin bulunmadığı, yandıkça derilerin tazelendiği, yukarıdan kaynar suların döküldüğü, ağızlara ateşten gem vurulduğu cehennem azabından korkalım. Bütün bunları kaybetmekten korkmuyorsak bile, Allah Teâla’nın yüzümüze bakmayacağını, Rasûlunün ve O’nun etrafındaki Müminlerin yüzümüze bakmayacağı günden korkalım, bu büyük nimetleri kaybetmekten korkalım. Her şeyden önemlisi, uğrunda belamlık yapılan zalimlerin, değil bizi, kendilerini dahi kurtaramayacakları, herkesin bizi terk edeceği o günden korkalım. Kıyamete kadar lanetle anılmaktan, haklarını savunamadığımız mazlumların beddualarıyla anılmaktan, zillet sıfatıyla yâd edilmekten korkalım.

Ve Allah’ın (c.c.) ayetlerini, hükümlerini gizlemeyelim, İslam’ın gün gibi aşikar olan hükümlerini kimseden saklamayalım, susmayalım. Böylece Allah Teâla’nın ve Rasulü’nün yüklediği emanete hıyanet etmemiş olalım. İnsanları Allah’tan başkalarına kul olmaktan kurtarma görevi gibi görevlerin en şereflisine tâlib olalım ve yerine getirmeye çalışalım. İyi bilelim ki ölüm çok yakındır, hesap çok yakındır, unutmayalım. “İlminizle ne yaptığınız sorulmadan, bunun hesabını vermeden yerinizden kıpırdatılmazsınız.” ihtarının gerçekleşeceği gün çok yakındır. Tekrar edelim ki, zalimlere hakkı söylemekle ecelin vakti değişmeyeceği gibi, belamlık da ömrü uzatmaz.

Rabbim Hakkı hak bilip Hakk’a sarılan, batılı da batıl bilip batıldan uzaklaşan kullarından eylesin (ÂMİN)

ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.