sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Resûlullah (s.a.v)’ın Hastalığı Ve Refiki A’lâ’ya Ulaşması | Siyer Programı – 65. Bölüm

Resûlullah (s.a.v)’ın Hastalığı Ve Refiki A’lâ’ya Ulaşması | Siyer Programı – 65. Bölüm
A+
A-

Resûlullah (s.a.v)’ın Hastalığı Ve Refiki A’lâ’ya Ulaşması

 

Üsâme Bin Zeyd’in Bülka Üzerine Gönderilmesi:

Resûlullah (s.a.v.) daha Medine’ye varır varmaz, müslümanlara, Rum üzerine sefer hazırlığı için emir verdi. Bu gazaya gidecek ordu komutanlığına da Üsâme bin Zeyd (r.a.)’i seçti. O zât-ı muh­terem daha çok gençti. Resûlullah ona, babası Zeyd bin Hârise’nin şehid düştüğü yere varmasını, atlarına orasını çiğnetmesini emretti. «Bülka» ve Dâruma» denilen Filistin topraklarına yürüme emri ver­mişti. Bu olay, tam da Resûlullah’ın vefatı öncesi rahatsızlığının ilk belirdiği günlerdeydi.

Ama münafıklar hemen menfî tavır takındılar, bu sefer konu­sunda; «Genç bir çocuğu Ensâr ve Muhacirin en büyüklerinin başı­na kumandan yaptı[1][22]» diye…

Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine halkın huzuruna çıktı. Başı sanlı olduğu halde onlara şöyle hitab etti:

«Siz Üsâme’nin kumandanlığına itiraz ediyormuşsunuz. Vaktiy­le babası Zeyd’in kumandanlığına da itiraz etmiştiniz. Vallahi o ku­mandanlığa son derece lâyık ve benim yanımda da, insanların en sevgilisi idi. Babası nasıl bana sevgili idiyse, oğlu da öyle. Ve şim­di de bu öylece kumandanlığa en lâyıktır. Sizin için de babasından sonra en sevgililerden olduğu gibi, en sâlihlerinizdendir. Ve size, ita­ati tavsiye ediyorum[2][23]».

Bundan sonra halk hazırlandı. Ensâr ve Muhacirler Üsâme’ye tâbi olarak savaşa çıkmaya hazır oldu. Üsâme, ordusunu Medine dı­şına çıkarıp ordugâhını Cürüf’te (Medine’ye bir fersah yer) kurdu. [3][24]

Resûlullah’ın Hastalığı :

Bu sırada, Resûlullah’ın vefatının sebebi olan hastalığı şiddet­lenmişti. Ordu burada bekliyor, Allah’ın son hükmünü gözlüyorlardı.

Resûlullah’ın mevlâsı Ebi Müveyhibe’den İbn îsfâk ve îbn Sa’d’-ın rivayetine göre; Resûlullah’ın ilk şikâyeti şöyle başladı. O zât diyor ki; Resûlullah beni gecenin ortasında gönderdi. Ve ey Ebû Müveyhibe! Şu Bakı’ kabristanında yatanlara istiğfar etmekle emr olundum. Benimle gel, dedi, ben de birlikte yürüdüm. Onların başı ucuna dikildiğimizde; «Ey kabir sahipleri! Selâm üzerinize» diye ses­lendi. «İnsanların içinde bulunduğu hâle göre sizin bulunduğunuz hâl sizin için daha hayırlıdır. Fitneler karanlık gece kıt’aları gibi birbiri ardınca geliyor. Sonraki gelenleri ise hep öncekinden daha şerli». Sonra bana dönüp: -Bana dünya hazinelerinin anahtarı ile orada ebedî kalmak, bir de Rabbime kavuşup cennete girmek su­nuldu ve muhayyer bırakıldım» buyurdu. Ben hemen, anam – babam sana feda olsun yâ Resûlâllah (s.a.v.î, sen dünya hazinelerini ve ebe­di kalmayı tercih et, sonra da cenneti iste dedim. O da, «Hayır! Val­lahi ey Ebâ Müveyhibe, ben Rabbime kavuşmayı, cenneti seçtim» bu­yurdu. Sonra da Baki’ ehline istiğfarda bulundu ve döndü. îşte o sı­rada Resûlullah’ın ağrısı başladı ve vefatına kadar sürdü[4][25].

Resûlullah ilk rahatsızlığını, şiddetli bir başağrısı olarak hisset­ti. Hz. Aişe (r.a.)’den rivayete göre ise: «O Baki’den dönerken karşı­lamış, «Vay başım!» diye yakınırken, o da: «Tam aksine vallahi Aişe, esas benim başım![5][26]» diye cevab vermişti.

Daha sonra onun rahatsızlığı ağırlaştı. Onu bitkin bırakan bir hummaydı bu fateş nöbeti). Bunun başlangıcı Hicretin on birinci yılı, Sefer ayının son günleriydi. Bu esnada ise Hz. Aişe hep ona Kur’an’dan, «Muawezeteyn»i okuyup üflüyordu.

Buhâri ve Müslim’in Urve’den nakline göre Resûlullah (s.a.v.) ne zaman hastalansa, Muavvezeteyn’i okur, kendisine üfler ve vü­cudunu meshederdi. ölümüne tekaddüm eden bu hastalığında ise Hz- Âişe bu sûreleri okuyup üflemeye ve Resûlullah’ı kendi eliyle meshetmeye başlamıştı.

Resûlullah’ın bu hastalığı sırasında, hanımları onun hastalığını Hz. Aişe’ntn evinde geçirme meylini sezmişlerdi. Çünkü ona meyli­ni ve onunla teskin oluşunu öğrenmiş durumdaydılar. Bunun için İzin verdiler. Bunun üzerine, Meymune’nin evinden çıktı, tki yanın­da Fazl bin Abbas ve Ali bin Ebi Tâlib vardı. Onlara dayanarak geldi. Hz. Âişe’nin evinde hastalığı şiddetlendi. Ama hep ashabı­nın üzüntüde kalışının sıkıntılarını yaşıyordu. Ve buyurdu ki; «Ba­na ağzı açılmamış yedi kırba su getirin ve başımdan dökün de, bel­ki halka yaklaşırım (yine çıkıp onlarla konuşabilirim). Hazret-i Âişe (r.a.) der ki, onu bİr tekneye oturttuk. Ve başladık su kırbalarının suyunu dökmeye… Nihayet artık yettiğini işaret etti eliyle. Sonra halka çıkıp onlarla namaz kıldı ve onlara hitabede bulundu[6][27]. Bu çıkışında başında bir sargı vardı. Minbere oturdu. İlk sözü de, Uhud şehidlerine ve gazilerine dua ve istiğfar etmek oldu. Ve şöyle dedi: «Bir kulu Allah kendisine dünya güzelliklerini vermekle, kendi in-dindekini verme hususunda serbest bıraktı da; kul o-ıun yanında! ni’meti seçti.» Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) atdud.. (Cuiikj o. rıo sûlullah’ın ne kasdettiğini biliyordu). Ve şöylo seslendi ona: Babalarımız, analarımız, sana feda olsun!.. resûlullah ise: «Sakin ol yâ Ebâ Bekirl» buyurdu.

Ey nâs! Bana, mal ve dostluğuyla en emin kimse Ebû Bekir’dir. Eğer sevgili edinmem gerekse, muhakkak ki Ebû Bekir’i edinirdim. Ama îslâm kardeşliğimiz var. Mescide açılan kapıların hepsi kapan­sın. Yalnız Ebû Bekir’in kapısı kalsın[7][28]. Ben hepinizden öndeyim ve sizi bekleyeceğim. Zaten şu an havuzumu görüyorum. Esasen bana yeryüzü hazinelerinin anahtarı verildi. Vallahi ben sizin, benden sonra müşrik olacağınızdan değil de, dünya için birbirinize düşmeniz­den korkuyorum[8][29].

Resûlullah evine döndü. Çünkü hastalığı iyice şiddetlenmişti. Ağırlığı çökmüştü üzerine. Hz. Âişe’nin rivayeti şöyle: «Resûlullah (s.a.v.) bana bu hastalığı anında; «Bana baban Ebü Bekir’i ve kar­deşini çağır» dedi. Onlara bir yazı yazayım. Korkuyorum, çünkü, yarın biri kalkıp da, ben daha üstünüm (müstehakım) diyebilir. Hal­buki Allah da, mü’minler de Ebû Bekir’den başkasına razı olmaz.[9][30]

İbn Abbas’ın rivayeti ise şöyle: Resûlullah’ı hastalık sıkıştırdıkça, evde o andaki bir zâta: «Bana bir kâğıt getirin, size öyle bir ya­zı yazayım ki, artık sapıtmayasmız.» Fakat bazıları, hastalık Resû-lullah’ı bunaltmıştır da böyle konuşuyor. Halbuki elimizde Kur’an var. Bize Allah’ın kitabı yeter. Bunun üzerine evdekiler arasında tartışma çıktı. Kimisi, getirin yazsın, böylece sapıklıktan korunuruz, kimi de buna ters beyanlarda bulununca, evde bir uğultu başladı. Bunun üzerine Resûlullah: «Hadi dışarı çıkın[10][31]» buyurdu.

Artık Resûlullah (s.a.v.) çıkıp halka namaz kıldıramayacak hal­de idi. Bunun üzerine : «Ebû Bekir’e söyleyin, halka namaz kıldır­sın» buyurdu. Buna karşı da Hz. Âişe: «Yâ Resûlâllah! Ebû Bekir çok yufka yüreklidir. Senin makamına geçince dayanamayabilir ve sesini de kimseye duyuramaz» diye müdahale edince:

«Siz Hz. Yûsuf’un çevresindeki kadınların tıpkısısınız. Söyle­yin Ebû Bekir namazı kıldırsın cemaate[11][32]» diye tekrarladı.

Bundan böyle de halka namaz kıldıran hep Ebû Bekir (r.a.) ol­du. Bu günlerde, bir keresinde Resûlullah (s.a.v.) namaza çıktığın­da (hastalığın hafiflemesi anında) Hz. Ebû Bekir’in halka namaz kıldırdığım gördü. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Fakat Resûlullah devam etmesini işaret buyurdu. Ve kendisi de Ebû Bekir’in yanında oturdu. Ebû Bekir namazı kıldırırken o da oturduğu yerde kılıyordu. Halk da Ebû Bekir’le namaza devam ediyordu[12][33].

          Bu esnada Resûlullah’ın böyle çıkışını hayra yoran cemaat bir­birini müjdelediler fakat hemen de hastalık şiddetlenmişti. Ve za­ten çıkıp cemaatle namaz kılışının sonuncusu olmuştu bu. îbn Mes’-ûd bu konuda şunları nakletti: Ben Resûlullah’ın yanına vardığımda ateşler içinde yanıyordu. Ellerimle dokundum ve yâ Resûlâllah (s. a.v.), senin çok fazla ateşin var dedim. O da, evet dedi. «Sizin iki kişinizin ateşi kadar ateşim var.» Bunun üzerine öyleyse bundan ötürü iki kat ecrin var dedim. Evet dedi, «Bir mü’mine Allah bir hastalık çilesi verdi mi, ona denk de mükâfat verir. Öyleyse ağacın yaprağını döktüğü gibi günahları dökülür o kimsenin Resûlullah bu esnada yüzüne bir perde tutuyordu. Sıkıntı gelip de acısı artınca onu açtı da: «Lanet olsun yahudi ve hristiyanlara. Nebilerinin kabirlerini mescid yaptılar (onları ilâhlaştırdılar)[13][34]» bu­yurdu!.. [14][35]

 

[1][22] Çünkü Üsâme o zaman 18 – 20 yaslarında idi.

[2][23] Müttefekun aleyhtir. Lâfız Müslim’e ftlt: 7/131.

[3][24] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 469.

[4][25] İbn îshâk. İbn Sa’d, Ahmed; bir benzerin! de Ebû Dâvud, Nesâİ, İbn Mâce, Hz. Aişe ve Ebû Hüreyre hadisinden nakletti. Ancak hepsi de Müslim ve Ma-lik’in Ebû Hüreyre’den naklinden ayrıdır. Şöyle ki, orada Efendimizin me­zarlığa gittiği ve: «Esselâmü aleyküm ey mü’mln milletin evi. tnşaallah biz de size kavuşacağız. Kardeşlerimizi görmenin istiyâkındayım» dedi. Ben İse biz senin ihvanın değil miyiz? dedim. «Üstelik bir de ashâbımsımz buyur­du…» diye geçiyor. Bazılarına göre bunların farkı yoktur. Hepsi vefat arefe-sine alt. Ama böylece onun geceleri Baki1 mezarlığına çıkıp İstiğfar ettiği sa­bit oluyor.

[5][26] İbn îshâk, îbn Sa’d ve Ahmed de benzerini nakletti.

[6][27] Buhârî rivayetidir.

[7][28] Müttefekun aleyhtir. Lâfız Müslim’den.

[8][29] Müttefekun aleyhtir.

[9][30] Müslim; B. Fazl-i Ebûbekr; 7/UO ve Buhâri

[10][31] Buhâri, vefâfc bahsi: 5/138.

[11][32] Müttefekun aleyhtir.

[12][33] Buhâri, namaz bahsinde, Müslim de istihlâf bahsinde, Mâlik İse cemaat na­mazı bahsinde… bu hadisi zikrederler. Tuhaftır ki. Şeyh Nasır, GazalI’nln «Fıkhu’s-Siyre» kitabının hadislerini tahric ederken, bu hadîsi sadece, İmâm Ahmed ve İbn Mâce’ye nlsbet etmiş ve Ebû tshâk es-Sebiî arada bulundu­ğundan, za’fma kail olarak tenkid yoluna girmiştir. Halbuki hadis mütte­fekun aleyhtir. Ve başka yollardan isnad-ı sahihtir. Sadece Ahmed ve îbn Mâce’nin rivayetinde Şeyhayn’İn rivayetinden farklı olarak: «Ebû Bekir’in vardığı âyetten başlamak istedi» rivayeti vardır. Her halükârda, hâdise bir, hadis de birdir. Onun için, sahîh ve müttefekun aleyh yolu varken zayıf yollu zikir ve dolayısiyle, hadîs ulemasının tenkid ettiği bir durum çıkarmak İlmî anlayışa yakışmaz…

[13][34] Müttefekun aleyhtir.

[14][35] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 469-473.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.