ŞEHİD SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA HAKKA SURESİ 13-18
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
13- Sura birinci üfleme üflendiği,
14- Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirlerine çarpıldığı zaman,
15- İşte o vak’a olmuştur.
16- Gök yarılmış, o gün o; zayıflamış sarkmıştır.
17- Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabblerinin tahtını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.
Biz, kıyamet günü sur’a üfleneceği, onun ardından bu olayların oluşacağına inanır, bunun dışında bu konuda ayrıntıya girmeyiz. Çünkü bunun ötesindekiler duyularla erişilemeyecek şeylerdir. Biz onlara ilişkin bu özet nasların benzerlerinin dışında bir kanıta sahip değiliz. Bu özetin ayrıntısına inmeyi sağlıyacak başka bir kaynağımız da yoktur. Zaten ayrıntı nassın hikmetine bir katkı sağlamaz. Bunun ötesine uzanmaya çalışmak, esasen yasaklanmış olan “zan”nın peşine takılmaktan başka bir şey olmayan boş bir iştir.
Sur’a ilk üfürme, üfürülür üfürülmez bu korkunç olaylar o üfürülmeyi izleyecekler: “Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı zaman”. Yerin ve dağların yerlerinden kaldırılmaları, sarsılmaları ve Ortalığın altını üstüne getiren bir çarpışla birbirine çarpılmaları sahnesi insanı ürperten bir sahnedir. İşte insanın, ayaklarının altında dengeli iken üzerinde güven içinde gezdiği yer; İşte insanı heybetleri ile, kararlılıkları ile ürperten yerlerine sağlam tutunmuş dağlar, bu durumlarına rağmen yerlerinden kaldırılıp çocuğun elindeki top gibi birbirlerine çarpılmaktalar. Kuşkusuz, bu, insana o benzersiz günde görülecek bu kadir güç yanında, kendi dünyasının küçüklüğünü hissettirecek bir sahnedir.
Surenin “İşte o gün o vak’a olmuştur” sözleriyle değindiği meselenin zamanı; Sur’a bir üfürülüşle üfürülüp yer ve dağlar kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldıkları zamandır. Ayette geçen; “vâkı’a”: “hâkka” ve “kâri’a” gibi kıyametin isimlerinden bir isimdir. O kıyamet oluşacaktır. Çünkü oluşması gereklidir. Yapısı ve gerçekliği gereği oluşacak olmasıdır. O, kıyametin gerçekliği konusunda kuşkulanma ve onu yalanlama durumlarına karşı seçilmiş belirli bir etkileme gücü içeren bir isimdir.
Korkunçluk, yer ve dağların kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılmalarının oluşturduğu korkunçlukla sınırlı kalmıyor. O korkunç günde gök de kurtulacak değil:
“Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış sarkmıştır.”
Biz Kur’an’daki `sema’ (gök) kelimesi ile neyin kastedildiğini, kanıtlanır olarak bilmiyoruz. Fakat, bu eşsiz günde oluşacak evrensel olaylara değinen bu ve diğer nasların tümü, o gün bu görünen evrenin düğümünün çözüleceği; bu, duyarlı, göz kamaştıran sistem içinde tutulmasını sağlayan koruyucu unsurlar ve bağlantıların bozulacağı, düzen içinde yaşamını sağlayan yasaların bağlayıcılığından kurtulmasının ardından parçalarının dağılacağına işaret etmekteler.
Günümüz astronomi bilginlerinin; salt bilimsel mülahazaları ve bu evrenin yapısına ilişkin çok az olan bilgilerine dayanarak; evrenin sonu olacağını söyledikleri ortamın biraz Kur’an’ın söylediğine benzemesi, kıyametin gerçeğine ilişkin garip bir rastlantıdır belki de…
Bize gelince, kesin Kur’anî naslar aracılığı ile diğer her şeyden ilgiyi kesen bu sahneleri neredeyse adeta seyrediyoruz. O naslar özet olup genel birşeye işaret ediyorlar. Biz bu nasların işaret ettiği yerde duruyoruz. Çünkü onlar bize göre durumun mahiyetine ilişkin yegane güvenilir haberlerdir. Çünkü onlar, durumu oluşturan, yaratan, yarattığını eksiksiz bilenden gelmedirler. Neredeyse biz evrene oranla toz parçacığı gibi küçük olan yerin dağları bu kütleleri ile kaldırılıp birbirine çarpılırken seyrediyoruz. Yine neredeyse, göğü parçalanmış, sarkmış, yıldızları dağılmış sönmüş olarak seyrediyoruz. Bunların hepsine, göz önündelermişcesine, tam bir etkinlikle sahnelenen canlı Kur’anî naslar aracılığı ile ulaşıyoruz.
Sonra sahneyi Allah’ın celali kaplıyor; üfürüş, çarpma, yarılma ve dağılmanın hisse yönelttiği gürültü ve kargaşa diniyor; sahnede tek ve kâhir olanın tahtı beliriyor:
“Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabbinin tahtını, bunların da üstünde sekiz (melek) taşır.”
Melekler yarılan göğün çevresinde, taht da onların üstünde ve tahtı sekiz yaratık taşıyor… Sekiz melek veya onlardan sekiz saf ya da tabakalarından sekiz tabaka veyahut ne olduklarını şu an için sadece Allah’ın bildiği sekiz yaratık… Biz onların, kimler olduklarını bilmiyoruz. Tahtın ne olduğu, nasıl taşındığı konusunda da bilgimiz yok. Haklarında bilgimiz olmayan ve Allah’ın bize ulaşan bilgileri konusunda, bizi sorumlu tutmadığı bu gaybleri oldukları gibi bırakıyor yorum yapmıyoruz. Gayblerin, mahiyeti üzerinde durmadan onların ön plana çıkmalarına neden olan eşsiz özelliklerine geçiyoruz ki; bizden istenen de o özelliklerini iç dünyamızda özümlememizdir. Bu olayların dile getirilmesinde gözetilen de; o benzersiz gün ve ortamda ortaya çıkacak olan sınırsız güçlülük, varlıkların o güce baş eğmiş durumları ve kapıldıkları korkuyu insan kalbine hissettirmektir.
18- O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.
O gün her şey açığa çıkmıştır; cesed, nefis (ruh), insanın iç dünyası, çalışması, akıbeti her şeyi. Sırları örten örtülerin tümü düşmüş, nefis kabuğundan sıyrılmış, cesedler soyunmuş, gaybler dünyası seyre açılmıştır. İnsan; biçimi, hile kurma, önlem alma yetenekleri ve bilincinden soyutlanır, kendisinden bile gizlemeğe özen gösterdiği ayıpları ortaya dökülür. Bu açıkta kalış; özellikle ileri gelenler için en acımasız, mahşer kalabalığı karşısında en feci biçimde rusvay eden bir skandal durumu olacaktır. Konuya Allah’ın nazarı açısından bakılacak olursa; O’nun için tüm gizliler sürekli açık durumdadır. Fakat insan belki de bunun gerçek bilincine varamamakta, toprağın örtülerine aldanmaktadır. İşte o insan kıyamet gününde; her şeyinden soyutlanmış durumda Allah’ın bakışına herşeyin açık olduğunu tam olarak kavrayacaktır. O gün evrende herşey görünür durumdadır. Yer birbirine çarpılarak düzlenmiş, herhangi bir engebe arkasında hiçbir şey gizlememektedir. Gök de yarılmış, sarkmış arkasında hiçbir şey gizlememektedir. Cesedler soyulmuş olup hiç bir şey onları örtmemektedir. Onlar gibi nefisler de açığa çıkmış olup kendilerinin dışında ne örtü vardır ne de onlarda gizlenen bir sır kalmıştır.
Gaflet edilmemelidir ki, bu zor bir durumdur. Yerle dağların birbirlerine çarpılmaları ve göğün yarılmasından daha zor bir durumla karşı karşıya bırakacaktır insanı. İnsan orda; ceset, nefis, duygular, tarih, yaptıklarının gizli kalan açığa çıkan hepsinden soyutlanmış olarak, Allah’ın ve insan, cin ve melek yaratıkları topluluğunun önünde ve Allah’ın celali tüm diğer yaratıkların üzerine kaldırılmış olan tahtının altında kalakalacaktır…
Doğrusu insanın yapısı son derece karmaşıktır. Psikolojik yapısı çeşitli kıvrımlar ve dehlizler içerir. Nefis, onlar arasına gizlenerek; duyguları, arzuları, sürçmeleri, hatıraları, sırları ve özellikleri ile örtünür. İnsan sümüklü böceğin, bir dürtü ile karşılaştığında yaptığının daha mükemmelini yapar. Bilindiği gibi sümüklü böcek bir dış etkiyle karşılaşır karşılaşmaz hızla kıvrılır, kıvrımları arasına büzülür ve tamamen kendisine tutunur. Evet insan, bir gözün gizlice kendine ait gizlediği bir şeyi keşfettiği ve bir bakışın kendisine ait gizli bir dehlize ve gizli bir kıvrıma isabet ettiğini hissettiğinde sümüklü böceğin yaptığının daha mükemmelini yapar. Herhangi bir kimsenin psikolojik özgünlüklerinden birine vakıf olduğunu anladığında derinlerine batan şiddetli acılar duyar…
O aynı yaratık; ceset, kalb, bilinç, niyet, iç dünyasının her türlü örtüden soyutlandığı gerçek çıplaklık içine düştüğünde durumu nasıl olur… O bu durumda Cebbar’ın tahtının altında, taşkın kalabalığın önünde kalakaldığında hali nice olur?..
Dikkat edilmelidir ki bu, bunun dışında kalan her durumdan daha acı bir durumdur!..
Sonra kurtulan ve azaba uğrayanların sahneleri sunuluyor. Sahneler sanki ortada olup seyredilebilir biçimde veriliyor…
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN