sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

ŞEHİD SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MÜRSELAT SURESİ 16-34

07.03.2019
603
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

16- Önceki inkarcı toplumları yoketmedik mi?

17- Sonraki inkarcıları da katarız onlara.

18- İşte biz günahkârlara böyle yaparız.

19- O gün inkarcıların vay haline!

Görüldüğü gibi bir tek fırça darbesi ile “önceki” yokedilen toplum yığınları ve yine bir başka fırça darbesi ile “sonraki” yokedilmiş insan yığınları gözler önüne seriliyor. Yok edilen yığınların vücud kalıntıları gözlerimiz önünde uzayıp gidiyor. Bu ölü vücut artıkları önünde yüce Allah’ın varlık bütününe ilişkin şu yasası dile geliyor:

“İşte biz günahkarlara böyle yaparız.”

Bu sürekli geçerliği olan bir yasadır. Onun kapsamı dışına çıkılamaz. O anda günahkârlar “öncekiler”in ve “sonrakiler”inkine benzer bir yokoluş darbesini beklemeye koyulmuşlarken mahvolmaya, hiç olmaya ilişkin bildiğimiz şu tehdit içerikli beddua ile yüzyüze geliyorlar:

“O gün inkarcıların vay haline!”

İNSANIN YARATILIŞI

Yıkıntılar ve insan vücudunun kalıntıları arasında geçen bu geziden döner dönmez yaratmayı, can vermeyi, küçük-büyük her canlıyı belirli bir plâna, bir ön tasarıya göre geliştirme olgularını gözlememizi sağlayan yeni bir geziye çıkarılıyoruz.

20- Sizi basit bir sıvı damlasından yaratmadık mı?

21- Sonra o sıvı damlasını korunaklı bir yuvaya yerleştirmedik mi?

22- Belirli bir sürenin sonuna kadar.

23- Biz o sıvı damlacığın gelişmesini aşamalı bir plâna bağladık. Biz ne güzel plân yaparız.

24- O gün inkarcıların vay haline!

Bu gezi, insan yavrusunun gelişme evrelerini izleyen uzun ve şaşırtıcı bir gezidir. Fakat bu sahnede sayılı birkaç fırça darbesi ile özetleniyor. Basit bir su damlacığı ana rahmindeki korunaklı bir yuvaya akıtılıyor ve belirli bir sürenin sonuna kadar orada kalıyor. Bu yaratılma eyleminin evrelerinde görülen bariz ve duyarlı plân ise her şeyi plânının kapsamına alan yüce hikmeti düşündürecek, kutsal ve güzel bir yapıcılığı kanıtlayan su değerlendirme cümlesinde dile getiriliyor.

“Biz o su damlacığının gelişmesini aşamalı bir plana bağladık. Biz ne güzel plân yaparız:

Hiç bir şeyi kapsam-dışı bırakmayan bu plânı bildiğimiz o tehdit izliyor:

“O gün inkârcıların vay haline!”

Arkasından yeryüzünde bir geziye çıkarılıyoruz. Bu gezi sırasında yüce Allah’ın bu gezegende insanın yaşamasını düzenleyen planını, yeryüzünün bu hayatı mümkün kılacak şartlarla donatıldığı gerçeğini gözlüyoruz.

25- Biz yeryüzünü barınak yapmadık mı?

26- Ölüler için de diriler için de.

27- Orada yüksek dağlar yaratmadık ve size tatlı sular içirmedik mi?

28- O gün inkarcıların vay haline!

Bu yeryüzünü ölü-diri bütün yavrularını bağrına basan bir ana kucağı yapmadık mı? “Orada yüksek dağlar yaratmadık mı?” Dorukları bulutlu ve yaşamlarında tatlı su dereleri akıtan, yerlerinden oynamaz, yalçın dağlardır bunlar. Bu işler hiç plânsız, ön-tasarısız olur mu? Hikmetsiz ve amaçsız olarak meydana gelir, varlıklarını sürdürebilir mi? Bütün bunlardan sonra inkarcılar, gerçekleri nasıl yalanlayabiliyorlar?

“O gün inkârcıların vay haline!”

İNKARCILARIN KORKUNÇ SONU

Bu sahnelerin sunuluşundan ve duygulara aşıladıkları etkilerin algılanışından sonra surenin akışı birdenbire yön değiştirerek o son hesaplaşma ve davranışlara karşılık belirleme duruşmasına dönüyor. Bu sırada inkarcı günahlara yöneltilen bir emrin korkunç sesi kulaklarımıza doluyor. Acı bir paylama ve sert bir azar içeren bu emirde günahkârlar dünya hayatında yok saydıkları azaba doğru yol almaya çağrılıyorlar.

29- Şimdi inkar ettiğiniz yere koşunuz!

30- Üç çatallı gölgeye koşunuz.

31- Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!

32- O saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar.

33- Her biri birer sarı deve gibi kıvılcımlar,

34- O gün inkarcıların vay haline!

Uzun bir yargılanma işleminin tutukluğu ve zorunlu konukluğu arkasından artık serbest olarak gidebilirsiniz. Fakat nereye doğru. Bu hareket özgürlüğü, aslında tutulduktan beter bir şey! “Şimdi inkar ettiğiniz yere koşunuz.” İşte şuraya doğru. Orası tam karşınızda duruyor. “Üç çatallı gölgeye koşunuz: ‘ Orası cehennem ateşinden yükselen ve üç kol halinde yayılan dumanların gölgesidir. Ama ne gölge! Kavurucu güneşten daha beter bir şey! “Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!” Bugölge boğucu, yakıcı, kavurucu bir gölge! Sırf alay üslubunun bir uzantısı olarak ona “gölge”denmiş. Bir de cehennem ateşinden yükselen dumanın gölgesi ile avutma amacı taşıyor bu isimlendirme. Koşunuz. Nereye doğru gideceğinizi biliyorsunuz. Varacağınız o yeri bildiğiniz için oranın adını söylemeye gerek yok. “O, saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar. Her biri birer sarı deve gibi kıvılcımlar.” Oranın ardarda saçtığı kıvılcımların, her biri duvarları taştan örülmüş bir ev iriliğindedir. (Eski araplar duvarları taştan örülmüş her eve “kasr” yani “saray” adını verirlerdi. Buna göre burada sözü edilen sarayın şimdilerde görmeye Alıştığımız saraylar kadar kocaman olması şart değildir.) Bu kıvılcımlar birbirini izledikçe, her biri çayıra yayılmış otlayan birer sarı deveyi andırır. Bunlar kıvılcımlar. Ya peki bu iri kıvılcımları saçan ateşin kendisi acaba nasıl bir şey!

Yürekleri bu korkunun doldurduğu anda o bildiğimiz değerlendirme cümlesi yine karşımıza çıkıyor:

“O gün inkarcıların vay haline!”

Cehennemde somutlaşan maddi korkunun sunulmasını, insanı susturan, ona dilini yutturan manevi korkunun sunulması izliyor, böylece sahneye bütünlük kazandırıyor.

ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.