ŞEHİD SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NEBE SURESİ 6-16
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
6- Yeryüzünü bir beşik,
7- Dağları da onun için birer direk kıldık.
8- Ve sizi çift çift yarattık.
9- Uykunuzu dinlenme vakti yaptık.
10- Geceyi bir örtü yaptık.
11- Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık.
12- Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik.
13- Oraya parlak kandiller astık.
14- Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki,
15-16- Onunla taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler çıkaralım.
Bu engin ve alabildiğine geniş kainatın her yöresinde akıllara durgunluk veren yığın yığın tablo ve sahnelerde yapılan gezinti, dar bir çerçevede yoğun sözcük ve ifadelerle yapılmaktadır. Bu özellik yapılan gezintinin insanın duygularına bıraktığı etkiye keskinlik ve ağırlık kazandırmaktadır. Sanki sözcükler ve ifa
deler ardı arkası kesilmeyen ve bir an gevşeklik göstermeyen sürekli vurulup duran çekiç darbeleridir. Ayetlerde dinleyenlere yöneltilen soru kipi özellikle getirilmiştir. Bu kip arap dilinde sorulan kişiye o konuyu kabul ettirme amaçlıdır. Ayetler sanki, gaflet uykusuna dalmışları uyandırmak için sarstıkça sarsan güçlü bir eldir. Çünkü ayetler onların kalplerini ve bakışlarını, gerilerinde herşeyi bir planlayanınve idare edenin (yönetenin) bulunduğuna, yaratmaya ve yeniden diriltmeye gücü yeten bir güçlü ilahın bulunduğuna, yaratıkları hesaba çekilmeksizin ve yaptıklarına karşılık vermeksizin başıboş bırakmayacak bir hikmetin olduğuna işaret eden yığın yığın olgulara ve yaratıklara çeviriyor. Ve İşte bu noktada yapılan gezinti onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük haberle kucaklaşıyor.
Bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta, yeryüzü ve dağlardır.
“Yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kıldık.”
Ayet metninde geçen “Mihad” sözcüğü, “üzerinde yürümeye elverişli düz ve alçak arazi” demektir. Toprağı yumuşak düz arazi tıpkı beşik gibidir. Bu iki sözcük birbirine yakın anlamlıdır. Bu gerçek, insan için hangi bilgi ve medeniyet aşamasında olursa olsun gözle görülür ve elle tutulur bir gerçektir. Yeryüzünü bu bulunduğu biçimi ile kavrayabilmek için derin bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Dağların yere çakılmış birer kazık gibi oluşan, ilkel insandan bu yana herkesin çıplak gözle gördüğü bir olgudur. İnsan gerek buna gerekse yeryüzü olgusuna dikkatle eğildiği zaman duygulara etki eden olgulardır bunlar…
Ne var ki bu gerçek, ilkel insanın çıplak duyu organları ile ilk anda duyduklarından çok daha büyük ve çok daha geniş boyutlu bir gerçektir. insanlığın bilgi seviyesi yükselip bu kainatın yapısı ve geçirdiği aşamalar hakkında bilgisi arttıkça, bu gerçek insanın ruhunda daha da büyür. Ve insan, bu gerçeğin arkasında gizli olan büyük ve ilahi planlamayı, hikmetli ve hassas yönetimi, şu varlık alemindeki canlılar arasında yaratılan koordinasyonu ve onların ihtiyaçlarım, bu yeryüzünün insanın yaşamasına ve hayata beşiklik etmeye elverişli olarak hazırlandığı, insanın çevre ile uyumlu ve onlarla anlaşabilecek yetenekte yaratılmasını kavrar.
Yeryüzünün yaşamaya -özellikle insanın yaşamasına- elverişli kılınması, şu görülen varlık aleminin gerisinde herşeyi yöneten bir mantalite’nin olduğuna sağlam bir delildir. Yeryüzünün yapısında var olan ve bu biçimi ile ve tüm şartları ile görülen oranlardan herhangi birinde meydana gelecek en ufak bir dengesizlik veya yeryüzünde sürmesi için yaratılan hayatın yapısında var olan oranlardan birisinin bozulması… Kısacası, yeryüzünde ya da orda süren hayatta meydana gelecek en büyük dengesizlik, yeryüzünü yaşamaya elverişli olmaktan çıkarır ve herkesin kendi bilgisine ve kapasitesine göre kavraması için Kur’an’ın kısaca değinmiş olduğu bu gerçekten ortada hiçbir eser kalmaz.
Dağların kazıklar kılınması da insanın çıplak gözle görüp biçimsel olarak kavrayabileceği bir olgudur. Dağlar bu biçimleri ile çadırların bağlandığı kazıklara en çok benzeyen nesnelerdirler. Ama işin içyüzüne gelince dağların gerçek fonksiyonlarını bizler Kur’an’dan alıyoruz. Ve dağların yeryüzünü sallanmaktan koruduklarını ve oranın dengesini sağladıklarını Kur’an’dan anlıyoruz… Dağların böyle fonksiyonlarının olması akla uzak bir ihtimal değildir. Çünkü dağların zirveleri denizlerin dibindeki derin çukurları dengeliyor olabilir. Evet bu fonksiyonun olması akla uzak değildir, çünkü yeryüzünün derinliklerinde oluşan çekilmeler, büzülmeler ve sarsıntılarla, yer yüzeyindeki sarsıntılar arasında bir denge olması uzak bir ihtimal değildir. Çünkü yeryüzü belirli noktalarda dağlar nedeni ile ağır basıyor ve depremlerden, yanardağlardan ya da iç tabaka sarsıntılarından bu sayede etkilenip de sarsılmıyor olabilir. Dağların yeryüzünü sarsıntı dan kurtarması ve yeryüzünün dengesini sağlaması henüz keşfedilmemiş bir başka nedene de dayalı olabilir. Çünkü Kur’an’ın işaret etmiş olduğu ve insanlığın yüzlerce yıl sonra ancak bir kısmını öğrendiği nice nice gerçekler ve fizik kanunları vardır.
Yapılan bu gezintide ilk dikkat çekilen nokta yeryüzü ve dağlardı. ikinci değinilen nokta da değişik yönleri ve çeşitli gerçekleri ile nefislerin bizzat kendileridir.
“Ve sizi çift çift yarattık.”
Bu olgu da her insanın kolayca ve güçlük çekmeden kavrayabileceği bir olgudur. Yüce Allah, insanı erkek ve dişi olarak yaratmış, bu türün hayatını ve tür olarak devamını iki ayrı cinsin farklılığına ve birbirleri ile birleşmelerine bağlamıştır. Bu olguyu her insan kavrar ve bunun gerisinde, rahatlığın, lezzetin, doyumun ve yenilenmenin olduğunu derin bir bilgiye ihtiyaç duymadan hisseder. Dolayısı ile Kur’an-ı Kerim bu olgu ile hangi toplumda olursa olsun insana seslenir ve insan da bunu kavrar, düşüncesini bu gerçeğe çevirip yoğunlaştırdığı zaman bundan etkilenir ve bu gerçeğin içindeki saklı olan iradeyi, koordinasyonu ve yönetmeyi hisseder.
Bu gerçeğin değerinin ve derinliğinin belli belirsiz hissedilmesinin gerisinde insanın bilgi ve duygu basamaklarında yükseldiğinde hissedeceği başka değerlendirmeler de vardır. iki sperm arasında gözle görülür bir fark olmamasına rağmen, bir spermden erkek, bir diğerinden dişi meydana getiren planlayıcı güç ve kudret düşünülmeye değerdir. Çünkü bu kudret, bir spermi sonunda erkek olsun diye yola koyarken bir diğerini de dişi olsun diye yönlendirmektedir. Bütün bunları, yaratıcı kudretin iradesine, gizli yönetimine ve latif yönlendirmesine bağlamak gerekir. Ve yine bütün bunlar, o yaratıcı kudretin bir sperm için erkeklik, bir diğeri için dişilik özelliklerini istemesi ve vermesinden başka bir şey değildir. Çünkü yaratıcı kudret onlardan hayatın kendileri ile geliştiği ve yükseldiği iki çift yaratmayı hedeflemiştir.
“Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık.”
Uykunun insanoğlunun başına gelen bir alıkoyucu olması, insanı belirli bir süre zihinsel ve bedensel etkinliklerden alıkor. İnsanların vücutlarını ve sinirlerini dinlendirir. Uyanıkken çalışıp didinirken ve hayatın problemleri ile uğraşırken vücutlarının ve sinirlerinin harcadığı gücü onlara yeniden kazandırır. Ölüme ve hayata benzemeyen bir konuma yani uyku durumuna sokulmaları yüce Allah’ın planlamasının ürünüdür. Ve bütün bunlar insanın gerçek yüzünü kavrayamadığı, kendisinin iradesinin zerre kadar rol oynamadığı ve kendi benliğinde nasıl olup da meydana geldiğini gözlemlemesinin imkansız olduğu Hayret verici bir olgudur. insan uyanıkken uyku halinde nasıl olduğunu bilmez. Uykuda iken de, uykuda olduğunu kavrayamaz ve uyku durumunu gözlemleyemez. Bu durum, canlının oluşum sırlarından birisidir ve bu sırrı ancak bu canlıyı yoktan var eden, kendisine bu sırrı veren ve hayatın ı bu sırra dayalı kılan yaratıcı bilebilir. Belirli bir süre hariç hiçbir canlı uykusuz kalmaya dayanamaz. uyanık kalsın diye dıştan gelen baskıları bunalan canlı uykusuz kalmaya dayanamaz ve kesinlikle ölür.
Uykuda vücudun ve sinirlerin ihtiyaçlarım karşılamaktan başka sırlar da vardır. Uyku ruhun girmiş olduğu şiddetli hayat mücadelesinde, yapmış olduğu ateş-kestir. Öyle bir ateşkes ki, insanın başına gelir gelmez ruh, ister-istemez silahını ve kalkanını bir yana bırakır, kendini güvenli bir esenliğin, su ve ekmek gibi muhtaç olduğu esenliğin kucağına bir süre atar. Bazı durumlarda bu olay mucizeye benzer şekilde gerçekleşir. Şöyle ki, ruh yorgundur, sinirler yıpranmıştır, ruh huzursuzdur, gönül korku içindedir. İşte tam bu esnada gözlere uyku çöker. Bazen birkaç dakikayı aşmayan bu uyku, bu kişinin benliğinde tam bir değişim meydana getirir ve sadece gücünü değil, hatta tüm benliğini yeniler. Öyle bir yenilenme ki insan uykudan uyandığında adeta yeni bir canlıdır. Bu mucize açık olarak Bedir ve Uhut savaşlarında yorgun düşen Müslümanların başına gelmiştir. Yüce Allah, onlara bu mucizeyi anlatarak kendilerine verdiği nimeti hatırlatmaktadır:
“Hani Allah korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.” “Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.” (Ali İmran 154) Birçok kimse buna benzer olaylarda bu durumu yaşamıştır.
Ayetin deyimi ile bu “sübat” yani uyku ile zihinsel ve bedensel etkinliklere ara verme, canlı varlıkların oluşumları için gerekli elemanlardan birisi, yaratıcı kudretin sırlarından bir sır ve ancak Allah’ın verebileceği nimetlerden bir nimettir. Kur’an’ın uyguladığı bu metod ile bakışların bu nimete çevrilmesi, insanın dikkatini kendi varlığının özelliklerine, bu özellikleri kendi benliğine yerleştiren kudret eline çekmekte ve insanda düşünce, tefekkür ve etkilenme uyandıracak bir dokunuşla ona dokunmakta ve etkilemektedir.
Kainatın hareketinin canlıların hareketlerine uygun olarak yaratılmış olması da yüce Allah’ın planlamasının ürünüdür. Yüce Allah nasıl insana çalışıp çabaladıktan sonra uyku ve çalışmaya ara verme sırrını bahşetmiş ise, kainata da içinde uyuyup dinlenmenin ve bir köşeye çekilmenin oluştuğu, insanı örten bir elbise gibi olması için gece olgusunu ve içinde hareket ve çalışmanın meydana geldiği kazanç sağlama zamanı olsun diye de gündüz olgusunu bahşetmiştir. Allah’ın yaratıkları İşte böylece birbirlerine uyum sağlar ve ahenkli olurlar. Bu alem canlılara verilen özelliklere cevap verecek uygun bir ortamdır. Buna karşın canlılara da hareketleri ve ihtiyaçları kainata bahşedilmiş özelliklerle ve şartlarla uyum gösteren bir yapı bahşedilmiştir. Canlılar ve kainat; benzersiz yaratan, yöneten ve yönetimi en hassas bir ahenk içinde olan, kudret elinden çıkmıştır.
Baştan beri yapılan bu gezintide üzerinde durulan üçüncü nokta gökyüzünün yeryüzü ile ve canlılar ile ahenkli bir biçimde yaratılmasıdır.
“Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. Oraya parlak kandiller astık. Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki, onunla taneler, bitkiler ve birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlı bahçeler çıkaralım.”
Ayet metninde geçen ve Allah’ın yeryüzündeki canlılar üstüne kurduğu “yedi sağlam”dan maksat , yedi kat gökyüzüdür. Başka bir yere göre, yedi tabakadır. Tam olarak neyin kastedildiğini ancak yüce Allah bilir. Ayette geçen “yedi sağlam” yedi galaksi grubu olabilir. Bir galaksi yüz milyon yıldızın bir araya geldiği yıldız topluluğudur. Bu durumda bu yedi galaksi kümesi bizim yeryüzümüzle ve güneş sistemimizle ilişkisi olan kümedir. Belki de kastedilen yedi kat gökten ve yedi galaksi kümesinden başka, bu kainatın yapısını oluşturan nesnelerden birisi olan ve ancak yüce Allah’ın bildiği insanoğlunun ise pek azını bilebildiği bir şeydir.
Ayetin kesin olarak işaret ettiği birşey varsa o da, bu “Yedi sağlam”m yapısının, çok sağlam, kuruluşunun çok güçlü olduğu, kendisini dağılmaktan ve eğilmekten koruyan bir güçle birbirine bağlı bulunduğudur. Bizler gökyüzü sözcüğünü kullandığımız zaman herkesin anladığı manada yıldızların ve yörüngelerin yapısı üstüne bildiğimiz ve gördüğümüz budur. işaret edilen bir başka nokta da bu ” edi sa lam”ın yeryüzü ve insan dünyası ile uyumlu olduğudur. Yüce Allah’ın insan n ve yeryüzünün hayatını planladığı ve yönettiği sunulurken “yedi sağlam”dan da söz edilmesi İşte bundan dolayıdır. Bu yargımızın doğruluğuna ayetin devamı tanıklık etmektedir. Çünkü ayetin devamında: “Oraya parlak kandiller astık” buyurulmaktadır. Ayet metninde geçen “sirac” sözcüğü ile kastedilen dünyayı aydınlatan, yeryüzünün ve içindeki canlıların yaşaması için gerekli ısıyı sağlayan, yeryüzünde engin okyanuslardan ısısı ile suların buharlaştırıp onları atmosferin yüksek tabakalarına çıkararak ayetin deyimi ile “Mu’sırat”m yani bulutların oluşmasında rol oynayan güneştir. “Sıkışan bulutlardan şarıl şarıl su indirdik: ‘ Bulutlar sıkıştırıldığı zaman içindeki sular damla damla düşmeye başlar. Kimdir bulutları sıkıştıran? Rüzgarlar olabilir. Atmosferin tabakaları arasında bulunan elektrik akımlarının boşalması da olabilir. ister rüzgar olsun, ister elektrik akımlarının boşalması olsun, kainata bu etkileyicileri bahşeden, bunların gerisinde gizli olan kudret elidir. Kandil deyince yanma, ısı ve ışık akla gelir. Bu özellikler güneşte de bol, bol vardır. Kur’an’da “Kandil” sözcüğü rastgele değil, aksine son derece özenli bir seçimin ürünüdür.
Tutuşmuş kandilden yani güneşten ve ondan kaynaklanan ışıktan ve ısıdan sonra sıkışmış bulutlardan ve bulutlardan sıkışma sonucu dolu dolu akan sulardan, arka arkaya elektrik yükü boşaldıkça ayetin deyimi ile Seccac dan yani sağanak sağanak akan yağmurlardan… Evet kısacası İşte bu sudan ve şu güneş ışınlarından, daneleri yenilen taneli bitkilerle bizzat kendisi yenilen sebzeler biter. Ayet metninde yer alan “cennatün elfaf” ise ağaçlarının sık dalları birbirlerine geçmiş çok ağaçlı bahçeler demektir. Kainatın tasarımındaki bu ahenk ancak ve ancak kendisini böylesine uyuma sokan bir el, planlayan bir hikmet ve yöneten bir iradenin eseridir. Duyularını bu gerçeğe bu biçimde yönelten herkes, kalbi ve hissi ile onu kavrar. insan bilgi ve marifet basamaklarında yükselince önünde kainattaki bu ahenk üstüne akılları yerinden oynatan ve kalpleri dehşete düşüren yepyeni ufuklar ve bilimsel ilerlemeler açılacaktır. Ve bu ilerlemeler, bütün bunların sırf bir tesadüfün sonucu olduğunu ileri süren görüşü üzerinde tartışmaya bile değmeyecek kadar basit bir görüş durumuna düşürdüğü gibi, bu kainattaki koordinasyonun ve ahengin bir irade ve bir yönetimin sonucu olduğu görüşünden kaçmayı üzerinde durmaya değmez kör bir inat durumuna getirir.
Gerçek şu ki bu kainatın bir yaratıcısı vardır. Ve bu kainatın gerisinde kainatı yöneten, planlayan ve koordine eden bir yaratıcı vardır. Bu gerçekler ve sahneler bu ayetlerde şu biçimde peşi peşine sıralanmaktadır. Yeryüzünün üzerinde gezip yaşamak için elverişli bir beşik, dağların yeryüzünün kazıkları olarak yaratılması, insanların bedensel ve zihinsel etkinliklerden ve hareketlerden sonra uykularının bu etkinliklere ara vermesi ve bununla birlikte gecenin herşeyi örtmek ve bir köşeye çekilmek için elbise gibi kılınması, gündüzlerin zihinsel ve bedensel etkinliklerle geçim sağlama zamanı kılınması, arkasından “yedi sağlam”ın kurulması, parıl parıl yanan kandilin (güneşin) yaratılması, taneli bitkilerle sebzelerin ve otların yerden bitip çıkması, bahçelerin yeşerip gelişmesi için sıkışmış bulutlardan şarıl şarıl suların indirilmesi… Bu gerçeklerin ve sahnelerin bu biçimde arka arkaya sıralanışı ortada çok hassas bir ahengin, yönetimin, planlamanın olduğunu ilham etmekte ve herşeye gücü yeten hikmet sahibi bir yaratıcının olduğunu insana hissettirmektedir. Ve insan kalbine, gaflet uykusundan uyarıcı dokunuşlar yapmakta ve bu hayatın gerisinde bir irade ve bir hedefin olduğunu ilham etmektedir. İşte bu noktada ifadenin akışı onların üzerinde görüş ayrılığına düştükleri büyük haberle kucaklaşıyor.
HESAP GÜNÜ
Bütün bunlar, amel ve nimetle ilgili idi. Bütün bunların arkasında bir hesaba çekilme ve yapılanlara verilecek bir karşılık vardır. Ayet metninde yer alan “Fasıl günü” herşeyi hükme bağlamak için vakti belirlenmiş hesap günüdür.
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN