ŞEHİD SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA TARIK SURESİ 8-17
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
8- Allah onu tekrar yaratmaya kadirdir.
9- Gizli işlerin ortaya çıkarıldığı günde.
10- Onun hiçbir gücü ve hiçbir yardımcısı olmaz.
İnsanı baştan yaratıp koruyan Allah öldükten sonra onu tekrar hayata kavuşturabilir. Çürüdükten sonra yeniden yaratabilir. Zaten ilk yaratılış onun takdirine ve tedbirine tanıklık ettiği gibi gücüne de şahitlik etmektedir. Son derece ince hesaplarla ve hikmetlerle donatılmış olan bu yaratılış gizli olan herşeyin ortaya çıkarılması ve ortaya konan her eylemin adil bir şekilde karşılığını bulabilmesi için ahirette yeni bir dönüş olmadığı zaman bütün bu güzel sistem boşa gitmiş olur:
“Gizli işlerin ortaya çıkarıldığı günde.”
Perdelenmiş sırlar üzerine bürünmüş, gizli, kapalı gönüller… O gün herşey yoklanır ve gün yüzüne çıkarılır. ‘tıpkı varlıkların üstünü örten karanlıklara nüfuz eden yıldız gibi ortaya çıkar, gözlerin önüne serilir. Örtülere bürünmüş olan kalbin en ince noktalarına kadar nüfuz eden gözetleyicinin herşeyi gördüğü gibi. İnsanın tüm güç!erinden ve bütün yardımcılardan soyutlandığı günde gizliliklerin tamamı ortaya çıkarılacaktır: “Onun hiçbir gücü ve yardımcısı olmaz.”
İnsanın ne kendi dünyasından gelen bir gücü ne de kendisinin dışında bir yardımcısı yoktur artık. İnsanın her tür güç kaynağından soyutlanması ile birlikte her tür perdenin kaldırılması buradaki durumunu daha da ağırlaştırmaktadır. Derin etki bırakan bir dokunuşla duygularına seslenmektedir. Kainattan insanın iç dünyasına ilk yaratılışına ve geçirdiği ilginç aşamalara oradan da kıyametteki son durağına geçilmektedir. Orada perdeler açılmakta sırrı ortaya çıkmakta, güç ve yardımcıdan soyutlanmaktadır.
Bunun!a beraber gönüllerde bunun kesin gerçekleşeceğine ilişkin ufak tefek şüpheler, kuşku kırıntıları kalmış olabilir. İşte bu nedenle kesin bir şekilde ifade ediyor ki bu söz kesin bir sözdür. Bu söz ile kainatın sahneleri arasında bir bağ kurulmaktadır. Nitekim surenin girişinde de böyle bir bağ kurulmuştu.
11- Yağmurun sahibi göğe.
12- Bitkinin yeşerdiği yere andolsun ki.
13-Şüphesiz Kur’an kesin bir sözdür.
14- O .saçma bir söz değildir.
Ayet-i kerimede geçen “rec” yağmur demektir. Gök ardarda onu gösterdiği için böyle demiştir. “Sed” kavramı ise yeri yarıp filizlenen bitki demektir. Bunların her ikisi de hayatın birer tablosunu sergileyen sahnelerdir. Bitkinin hayatı ve ilk yaratılışı: Gökten inen bir su ve yerden filizlenen bir bitki… Bunlar bel kemiği ile göğüs kemiği arasından fışkırıp gelen suya ve rahmin karanlıklarında gelişen cenine o kadar benzemektedir ki… Hayat aynı hayattır. Sahne aynı sah-nedir. Hareket aynı harekettir. Değişmeyen bir düzen, eşsiz bir sanat açıkça sanatkârını göstermektedir. Bu öyle bir sanatkardır ki ne sanatının gerçek bir benzeri kopya edilebilir ne de dış şekilleri ortaya konabilir.
Bu aynı zamanda târıka karanlığı delip geçen yıldıza perdeleri ve engelleri yarıp geçen yıldız sahnesine de çok benzemektedir. Ayrıca gönüllerin yoklanmasıörtülerin açılmasına da yakın bulunmaktadır. Hepsi yaratıcısını gösteren bir tek sanattır.
Yüce Allah bu iki varlığa ve bu iki olaya yemin etmektedir. Yağmurlu göğe, yarıklı yere. İfade tonunun çağrıştırdığı gibi sahneleri ve mesajları da, sertliği, etkinliği ve kesinliği çağrıştırmaktadır. Dönüşü ve sınanmayı ifade eden bu sözün veya genel ifadesiyle bu Kur’an’ın şakayla karışık olmayan kesin bir söz olduğuna yemin etmektedir. Her sözü her tartışmayı her şüpheyi ve her terettüdü sona erdiren kesin söz. Gerisinde söylenecek söz bırakmayan kesin söz. İşte yağmurun sahibi gök ve yerin sahibi yerde bu gerçeğe tanıklık etmektedir.
Dönüşüm ve sınanmânın varlığına ilişkin bu kesin sözün ışığı altında hitap Hz. Peygambere yöneltilmektedir. Bu sırada Hz. Peygamber ve onunla birlikte olan inanmış azınlık Mekke’de müşriklerin islam çağrısına ve ona inananlara karşı kurdukları tuzaklara, sergiledikleri komplolara göğüs germeye çalışıyorlardı. Müminler bu sırada karmaşık bir üzüntü içinde bulunuyorlardı. Kendisine karşı tezgahlanan tuzaklara, aleyhine geliştirilen önlemeleri önüne tüm yolların kapatılması, tüm araçlarla kendisine karşı savaşılması onu derin üzüntüye boğmuştur. ‘ram bu esnada hitap Hz. Peygambere yöneltilmekte direnmesi ve rahat içinde olması telkin edilmekte, tuzak ve tuzakçıların işi hafife alınmaktadır ve bunun geçici bir süreye mahsus olduğu belirtilmektedir. Asıl savaşın dizginin yüce Allah’ın elinde ve komutasında olduğu bildirilmektedir. Öyle ise Peygamber sabretmeli hem kendisi hem de mü’minler huzur ve rahat içinde olmalıdırlar:
15- Onlar bir tuzak kuruyorlar.
16- Ben de bir tuzak kuruyorum.
17- Sen kâfirlere mühlet ver. Onlara biraz zaman tanı.
Onlar bel kemiği ile göğüs kemiği arasından fışkırıp gelen sudan yaratılmış yaratıklardır. Güçleri, kuvvetleri, kudretleri, iradeleri, bilgileri ve doğru bir isti-kametleri yoktur. Onlara uzun yolculuklarında yol gösteren işlerini idare eden kudret elidir. Onlar gönüllerin açılacağı bir dönüşe tekrar dirilişe doğru akıp gidiyorlar. Orada ne bir güçleri ne de yardımcıları olacaktır… İşte tuzak kuranlar bu yaratıklardır. Ben ise her şeyi yoktan var eden yolunu gösteren, koruyup göz-eten, yönlendiren, tekrar yaratan sınayan, kudret sahibi, her şeye egemen olan göğü ve yıldızı yaratan, fışkıran suyu ve konuşan insanı yaratan, yağmur yağdıran, yaratıkların sahibi yeri göğü yaratan Allah’ım ben. İşte bende bir tuzak kuruyorum.
İşte bu da bir tuzak, o da bir tuzaktır. Ve İşte savaş meydan… Aslında bu savaş gerçek yönü ile tek taraflıdır, ama burada sırf hafife alma ve aşağılama amacı ile iki taraf şeklinde “Sen o kafirlere mühlet ver, onlara az bir mühlet ver.” Acele etme. Savaşın sonucu için sabırsızlanma. Artık sen savaşın karakterini, özelliklerini ve gerçek mahiyetini görmüş bulunuyorsun. Çünkü onlara mühlet verilmesinin az bir zaman tanınmasının ardında bir hikmet gizlidir. Bu tanınan zaman dünya hayatının ömrünü kuşatsa da azdır. Sonsuz ve ebedi olan ömrün yanında dünya hayatının ömrü nedir ki?
İfade biçiminde yüce Allah’ın Hz. Peygambere nasıl yumuşak bir emir verdiğini görebiliyoruz. “Sen o kafirlere mühlet ver, onlara az bir mühlet ver.” Sanki burada emir sahibi, izin sahibi Hz. Peygambermiş gibi. Sanki onlara zaman tanınmasına O izin veriyor. Ya da onlara süre tanınması O’nun onayına bağlı. Halbuki bunların hiçbiri Hz. Peygamberin elinde değildir. Bu sadece bu ortamda Hz. Peygamberin gönlüne rahmet meltemleri gönderen sevginin, ülfetin bir ifadesidir. Bu öyle bir ülfettir ki O’nun gönül arzusu ile Rabbinin iradesini bütünleştirmektedir. Bir yetkisi varmış gibi O’nu bu eyleme ortak yapmaktadır. Onunla ilahi saha arasındaki farkları ve engelleri ortadan kaldırmaktadır. Aslında herşeyi idare edip hükme bağlayan ilahi iradedir. Sanki Rabbi O’na şöyle buyurmaktadır: Sen onlar hakkında dilediğini yapabilirsin. Fakat onlara mühlet ver, az bir zaman tanı… Bu şefkatle dolu sevgi ve lütuflarla dolu ülfetin sonucudur. Sıkıntılara, zorluklara, yorgunluklara ve tuzaklara dokunmakta, onların hepsini silip götürmekte ve eritmektedir. Geride sadece şefkat ve sevgiyi bırakmaktadır.
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN