BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Sonsuz Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’a mahsustur. Ona hamd eder , övgülerimizi arz eder ve Onu tüm noksanlıklardan tenzih ederiz. Salat ve selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’e aline, ashabına ve onları takip eden muvahhidlerin üzerine osun inşallah.
Bela ve musibetlerin bir çığ gibi toplumların üzerine yağdığı asrımızda bundan kurulmak için dikkat çekmek istediğim, Allah c.c.’ın üzerine yemin ettiği asrı( zamanı) boşa tüketmeden, fırsat elden gitmeden Batıla Müptela olmuş toplumlara ve onu oluşturan fertlerine Hakkı tavsiye etmenin mücadelesini vermektir.
Başkasına iyiyi, doğruyu söylemek. Allah’ın emir ve yasalarını insanlara tavsiye etmek, müslümanın önemli bir prensibidir. “Âsr’a yemin olsun ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır” (el-Asr, 103/1-3).
İnsan, kendisini yaratan yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmakla mükelleftir. Kişi bu emir ve yasaklar karşısında birinci derecede kendi nefsinden sorumludur. Ancak insanın “nemelâzımcılık” ruhuyla ve “bana dokunmayan yılan bin sene yaşasın” zihniyetiyle bu ilahî emir ve yasakları sadece kendi nefsinde yaşayıp, diğer insanların bunları uygulayıp uygulamamalarına seyirci kalması İslâm’a göre câiz değildir. Aksine bu emirlerin, başta aile fertleri olmak üzere diğer insanlar arasında da tatbik edilmesine var gücüyle çalışması ve yasakların işlenmesine engel olması gerekir. Bunu yaptığı takdirde ancak âyet-i kerimede belirtilen hakkı tavsiye görevini yerine getirmiş sayılır.
Bu âyetler dehşetli bir tehdidi ihtiva etmektedir. Zira Cenâb-ı Allah, bütün insanların ziyan ve zararda olduğunu ve bu zarardan kurtulmanın zikredilen dört şeye bağlı olduğunu hükmetmiştir ki bunlardan birisi de başkasına hakkı tavsiye etmektir. Yani insan sadece kendi nefsiyle yetinmemeli, aynı zamanda başkasını dinî vecibeleri yerine getirmeye davet etmeli, ona nasihat etmeli, emr-i bi’lma’ruf nehy-i ani’l-münker görevini yerine getirmeli ve kendi nefsi için sevdiğini başkası için de sevmelidir. Böylece başkasının da Allah’a itaat etmesine vesile olur ki din ehlinin yapması gereken de budur. Bundan dolayı Cenab-ı Allah: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlarla taşlardır” (et-Tahrîm, 66/6) buyurulmuştur. Buna göre hakkı tavsiye etmek, dine ait ilim ve ameli tümüyle kapsamaktadır (Fahruddin er-Razî, Mefâtihu’l-gayb, XXXI, 90-91).
“Hakk” kelimesi “batıl”ın zıddıdır. Genellikle bu, iki manada kullanılır: Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek sözdür. İster akidevî iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın, yerine getirmesi gerekli olan haktır. O, Allah’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir. Hak kelimeyi tavsiye etmenin anlamı, mü’minlerden oluşan toplumun, hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadâr duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede batıl baş kaldırsa, hak kelimesini söyleyenler bunun karşısında olmalıdır. Toplumda her fert sadece kendisi, hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bir toplumu ahlâkî düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkün olur. Eğer toplumda bu ruh yoksa toplum hüsrandan kurtulamaz. Şahsî olarak hakk üzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalmaları sonucu kendileri de hakk üzere kalamazlar, hüsrandan kurtulamazlar. Bu nedenle Maide sûresinde Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle İsrail oğullarına lanet edilmiştir. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah işlemek ve zulüm yapmaktan birbirlerini alıkoymamalarıydı. (El-Mâide, 5/78-79). Ayrıca İsrailoğullarının cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmayla başladıkları, bu nedenle de onlara azap indirildiği, bu azaptan ancak günahı önlemek için çaba sarfedenlerin kurtulduğu açıklanmıştır (el-A’râf 7/163-166). Aynı husus Enfâl suresinde de açıklanmıştır. “Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının”(el-Enfâl, 8/25). Bundan dolayı emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker İslâm ümmetine farz kılınmıştır (Alu İmrân 3/104). Bu farizayı yerine getiren ümmete hayırlı ümmet (Alu İmran 3/110) denilmiştir (Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an (Türkçe tercem’e), VII, 225).
Peygamber efendimiz (s.a.s.)’e bir adam gelerek “Ya Rasûlüllah! En faziletli cihad hangisidir diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.), “zâlim bir yöneticinin karşısında hakk kelimeyi söylemektir” şeklinde cevap verdi (Ahmed b. Hanbel, IV, 3j4).
Müslümanların birbirine hakkı tavsiye etmeleri bir zarurettir. Çünkü hakka sarılmak zordur. Hakkı engelleyen pek çok husus vardır. Nefsin arzuları, menfaatlar, toplumun düşünceleri, azgınların zulmü, karanlık düşünceler ve zâlimlerin adaletsizliği bunlar arasındadır. Hakkı birbirine tavsiye etmek, birbirine hatırlatıp teşvik etmek, gaye ve hedef birliğini dile getirip emanet ve mesuliyette ortak olduğunu belirtmektir. Bu gibi hususlar kişisel gayeleri birleştirerek aynı hedefe yöneltir. Çünkü birlikte çalışıp güçlenmelerini sağlar, bekleyen herkese kendisinden başka da onun bekçilerinin bulunduğunu anlatarak onlara tavsiye etmeyi, onları teşvik etmeyi sağlar. Onlarla birlikte olmak kendisini mahcub etmez, sevindirir. Hakkın kendisi olan bu din ise, birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirlerine tavsiyelerde bulunan bir topluluğun bekçiliği altında ancak gerçekleşebilir.
Birbirine nasihat edip hakkı tavsiye etmek, kötülüklerin önlenmesinde son derece önemli olduğu için Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifte üç defa tekrarlayarak ” din nasihattır” (nasihattan ibarettir) demişlerdir (Müslim, İman, 95).
Şurası unutulmamalıdır ki Allah c.c insanı şu yaşadığı arza kendi keyfine göre bir hayat yaşaması için değil, kendisinin onun için belirlediği esaslara göre bir hayat yaşaması için göndermiştir. İnsan yaşarken çoğu zaman bu hakikati unutur. Yediği yemeği, içtiği suyu, aldığı nefesi onun için vereni, göğü yeri ve ikisi arasındakileri kendine boyun eğdireni , kısaca içinde yaşadığı mülkün sahibini unutur. Ve zanneder ki hayat benim hayatım. Bu sebeple ALLAH’ın Mülkünde onun verdikleriyle yaşarken onun yaşanması için indirdiği nizamdan yüz çevirir, beğenmez, hayata tatbik edilmesinden hoşlanmaz. Aslının bir damla atılmış su olduğunu unutmuştur da onu o halden insan şekline ve suretine bürüyen Rabbine karşı haddini aşmıştır. Ne büyük nankörlüktür bu. Kendisi bu haldeyken birde musibetlerin sonunun gelmesini ister. Ve sorar.. Ne zaman bitecek? Ne zaman son bulacak artık korkular? İşte kendisinde şüphenin olmadığı kitap veriyor cevabı;
“ Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah’dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.” ( Rad 11)
Ve yine Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur: “ ya iyiliği emreder kötülükten yasaklarsınız yada Allah üzerinize bir musibet gönderir artık dua edersiniz d dualarınıza icabet edilmez.”
Allah’ın mülkünde onun indirdiği kitaba ve onun nizamına göre bir hayat yaşayarak Allah’ı hayatımıza söz sahibi kılmadığımız müddetçe dünyanın da ahiretinde saadeti kişi için sadece hayaldir. Bu ise hakka davet ve onu tavsiye ile ancak mümkündür. KURTULUŞ YANLIZCA İSLAMLADIR. Rabbim idrak edebilmeyi nasip etsin. AMİN.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN…