sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 183 VE 185. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 183 VE 185. AYETLER ARASI
08.07.2019
777
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

183- Ey müminler,sizden önceki ümmetlere olduğu gibi, günahlardan arınasınız diye, sayılı günler olarak oruç tutmak size de farz kılındı.

184- İçinizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayanların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kim gönüllü olarak bundan daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlıdır. Ayrıca, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, o ayda Kur’an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayredici olarak indirildi. İçinizden kim bu aya yetişirse onu oruçla geçirsin. Kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu sayılı günleri tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdi diye kendisini tekbir etmenizi (ululuğunu dile getirmenizi) ister, ola ki, O’na şükredersiniz.

Yüce Allah her yükümlülüğün insan nefsi tarafından benimsenip yerine getirilebilmesi için O’nun itici ve coşturucu desteğine gerek olduğunu, söz konusu yükümlülük ne kadar hikmet ve yarar içerirse içersin onun insan psikolojisi tarafından hoşnutlukla ve yüksünmesiz bir onayla karşılanabilmesi için bu ilâhî özendirmenin ne kadar gerekli olduğunu kuşkusuz herkesten iyi bilir.

Bundan dolayı oruç yükümlülüğü konusuna müminlere yönelik bu sevimli kendilerine aslî niteliklerini hatırlatıcı hitaplar giriyor. Bu müşfik seslenişten sonra, Allah’ın indirdiği bütün eski dinlerde de orucun farz kılındığı, bu farzın ilk ve asıl amacının mü’min kalpleri takvaya, duyarlılığa, Allah’tan korkmaya ve arınmışlığa hazırlamak olduğu anlatılıyor:

“Ey mümïnler,sizden önceki ümmetlere olduğu gibi, günahlardan arınasınız diye, size de oruç tutmak farz kılındı.”

Böylece orucun asıl büyük gayesi meydana çıkmış oluyor. Bu büyük amaç takvadır. Çünkü kalplerde uyanış rneydana getirerek Allah’a itaat etmek ve O’nun rızasına, hoşnutluğuna öncelik tanımak üzere bu ibadetin yapılmasını sağlayan faktör, takvadır. Ayrıca günahların, hatta insanın içinden hızla gelip geçen kışkırtmalar biçimindeki günah meyilli duyguların, orucu bozmasını, zedelemesini önlemek amacıyla bu kalplerin koruculuğunu üstlenen faktör de takvadır. Bu ayetin seslendiği müminler, yüce Allah katında takvanın ne kadar önemli olduğunu, O’nun terazisinde ne kadar. büyük bir ağırlığa sahip olduğunu iyi bilirler. Bu yüzden takva, onların ruhlarının göz diktiği, özlemle ulaşmak istediği bir amaçtır. İşte oruç, takva amacının bir aracı ve ona götüren bir yoldur. Böylece olduğu içindir ki, bu ayet, takvayı oruç yolu ile yönelebilecekleri aydınlık bir hedef halinde müminlerin gözleri önüne sermektedir. Son cümleciği tekrarlıyoruz:

“Ola ki, günahlardan arınırsınız (içinizdeki Allah korkusunu geliştirirsiniz.)”

Sonra oruç yükümlülüğünün sayılı günler ile sınırlı olduğu, buna göre ömür boyu sürecek bir farz ya da yılın bütün günlerini kapsayan korkulacak bir yükümlülük olmadığı belirtiliyor. Bunun yanısıra, hastalar iyileşinceye kadar ve yolcular evlerine dönünceye kadar oruç yükümlülüğünden muaf tutulmuşlardır. Bu muafiyetin amacı insanlara kolaylık sağlamaktır.

“Oruç, sayılı günler olarak farz kılındı. İçinizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar.”

Bu ayetin hastalık ve yolculukla ilgili hükmü mutlaktır, sınırlandırılamaz. Buna göre her tür hastalık ve her tür yolculuk oruç tutmamaya gerekçe olabilir. Yalnız hasta iyileşince ve yolcu evine dönünce tutamadığı günler yerine oruç tutmalıdır. Bu yorum hem bu mutlak ifadeli ayete uygun düşer ve hem de zorluğu ortadan kaldıran, zarara meydan vermeyen genel İslâmi yaklaşımla bağdaşır. Ayetin hükmü hastalığın ağırlığına ya da yolculuğun sıkıntısına bağlanmamıştır, mutlak anlamda hastalıktan ve yolculuktan söz edilmiş ve insanlar için zorluk değil, kolaylık istendiği gerekçesi vurgulanmıştır.

Biz, yüce Allah’ın, oruç tutmama muafiyetini mutlak anlamda hastalığa ve yolculuğa bağlamasının bütün hikmetlerini bilemeyiz. Yolculukta ve hastalıkta sırf yüce Allah’ın bildiği ve insanların bilmediği, dikkate alınması gereken daha başka özellikler bulunabilir. Belki bu durumlarda hemen ortaya çıkmayan veya insanın dikkati dışında kalan başka sıkıntılar, zorluklar vardır. Eğer yüce Allah belirli bir hükmün gerekçesini açıklamadı ise biz ona aklımız sıra bazı sebepler yakıştırarak yorum getiremeyiz. Bunun yerine, hikmeti bizim için gizli kalsa da söz konusu hükme noktası noktasına uyarız. Çünkü o hükmün arkasında mutlaka bir hikmet vardır. Bizim o hikmeti mutlaka kavramamız şart değildir.

Geride şu mesele kalıyor: Eğer muafiyetlerden noktası noktasına yararlanmayı savunursak, bu durumun kolaylık ve ruhsat düşkünlerini aşırı derecede kolaycılığa sürükleyeceği ve bunun sonucu olarak en ufak bir sebep yüzünden ibadetleri ihmal etmeye yolaçacağı ileri sürülebilir. Nitekim bu ihtimal fıkıh bilginlerini bu konuda işi sıkı tutmaya ve çeşitli şartlar ileri sürmeye sevk etmiştir.

Fakat şahsî inancıma göre bu ihtimal, Kur’an-ı Kerim’in sınırlandırmadığı bir hükmü kayıtlara bağlamaya kalkışmayı haklı gösteremez. Çünkü din, insanları Allah’a itaat ettirmek için zincirlerle bağlayıp sürüklemez; benimsenen yol takvadır. Bu ibadetlerin amacı özellikle ve yalnızca takvadır, Allah korkusudur. Buna göre dinin herhangi bir farzından, kolaylık ve ruhsat ilkesi perdesi arkasında, kaytaran kimsede zaten başlangıçta hayır yok demektir. Çünkü bu durumda farzı yerine getirmenin ilk amacı gerçekleşmez.

Ayrıca, bu din yüce Allah’ın dinidir, insanların dini değil… Yüce Allah bu dinin dengeli bir gelişimini sağlamak için nerede kolaylık tanıyıp hangi durumlarda zora başvurması gerektiğini herkesten daha iyi bilir. Bu açıdan bakıldığında, herhangi bir konuda kolaylık gösterilmişse, bu, kolaylık gösterilmeden bazı faydaların sağlanamayacağından dolayıdır. Bundan dolayı Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) ashabına yüce Allah’ın kendilerine tanımış olduğu kolaylıklardan yararlanmalarını emretmiştir.

Diyelim ki, insanların herhangi bir kuşağı bozuldu, yoldan çıktı. Bu insanların düzeltilmeleri, ıslâh edilmeleri, bazı dini hükümleri ağırlaştırarak olmaz; bu ancak onları doğru bir eğitimden geçirmek suretiyle kalplerini düzelterek ve ruhlarında takva duygusunu canlandırarak mümkün olabilir. Diyelim ki, insanlar arası ilişkileri düzenleyen hükümlerde (muamelâtta) sıkı bir tutum benimsemek, insanların bozuk dönemlerinde, caydırıcı ve bahanelerin yolunu tıkayıcı ve olumlu bir çözüm şeklidir. Fakat o alanda bu metod geçerli olsa bile ibadet amaçlı hareketlerde durum farklıdır. Çünkü ibadet amaçlı hareketler, hesabı Allah ile kul arasında kalan konulardır, bunlar insanlar arası ilişkileri düzenleyen meseleler gibi doğrudan doğruya kamu yararını ilgilendirmezler. Kamu yararını yakından ilgilendiren hükümlerde dış görünüş göz önüne alındığı halde, ibadetlerde, bunlar takva temeline dayanmadıkça, dış görünüş hiçbir işe yaramaz. Kalplerde takva bulununca hiç kimse yerine getirmesi gereken farzdan kaçmaz, kolaylık ilkesïni sadece gönül huzuru duyduğu, daha yararlı olduğunu düşündüğü durumlarda uygular, ancak bu yolla Allah’ın emrine uyacağı kanısına varırsa karşılaştığı görevin muafiyetli şıkkından yararlanır.

Buna karşılık ibadetler ile ilgili hükümlerde genel olarak ağırlaştırıcı bir tutum benimsemek ya da Kur’an-ı Kerim’in tanıdığı kolaylıklardan bazı kısıntılar yapma eğilimine yönelmek, zaten dini görevlerini zora koşmaya meraklı olanlara yeni birtakım zorluklar getirebilir, fakat kaytarıcıları yola getirme konusunda önemli bir fayda sağlamaz.

Durum ne olursa olsun, işin en doğrusu her konuyu, her meseleyi yüce Allah’ın isteğine uygun olarak ele almamız, onu Allah’ın murad ettiği şekilde benimsememizdir. Çünkü O, gerek kolaylıkların gerekse zorlamaların arkasında bulunan kısa ve uzun vadeli yararları bizden daha iyi bilir ve daha isabetli biçimde belirler. Bu alandaki sözlerin özü budur.

Şimdi de yolculuk durumu konusundaki değişik örnekler ile ilgili birkaç hadisi ve Peygamberimizin uygulamasını gösteren bazı belgeleri inceleyelim. Bu durumların bazılarında Peygamberimizin, müslümanları oruç tutmamaya özendirdiğini, yönlendirdiğini, bazılarında da oruç tutmaya herhangi bir yasak getirmediğini göreceğiz. Bu örnekler, bir bütün halinde incelendiği takdirde, ilk müslümanların bu meseleyi nasıl algılamış olduklarını anlamamıza, son dönem fıkıh bilginlerinin elinde dini hükümler karmaşık bir niteliğe bürünmeden önce onların bu meseleye nasıl baktıklarını belirlememize yardım edecek özelliktedirler. Kuşkusuz, sözünü ettiğimiz ilk müslümanların uygulaması daha canlı, fıkıh araştırmalarına göre İslâm’ın özüne ve karakterine daha bağlı ve uyumludur. Bu inanç sistemi ve onun karakteri ile ne oranda iç içe yaşanır, onların havası ne kadar çok teneffüs edilirse kalplerimizde daha canlı bir haz duygusu meydana getirecekleri kuşkusuzdur:

1- Sahabilerden Cabir’in (Allah ondan razı olsun) bildirdiğine göre “Peygamber efendimiz Fetih yılının Ramazan ayında Mekke seferine çıkmıştı. `Kura-ı Ğanim’ denilen yere kadar oruç tutmuştu, yanındakiler de oruçluydular. Burada bir maşraba su istedi ve su dolu maşrabayı herkesin göreceği biçimde havaya kaldırdıktan sonra içti. Bir süre sonra kendisine `Bazıları yine de oruç tutmaya devam ettiler’ denildi. Bunun üzerine Peygamberimiz; `Onlar asidirler, onlar asidirler’ buyurdu.” (Müslim, Tirmizi59)

2- Sahabilerden Hz. Enes (Allah ondan razı olsun) diyor ki:

“Bir defasında Peygamber efendimiz ile birlikte yolculuk yapıyorduk. Kimimiz oruçlu, kimimiz oruçsuz idi. Sıcak bir günde bir yerde konaklamıştık. Gölgeden en çok faydalanan, yanında cübbesi olanlarımızdı. Kimimiz de ellerimizi siper ederek güneşten korunuyorduk. Oruçlular halsiz düşmüştü. Bu yüzden bir süre sonra oruçsuzlar kalktılar, çadırları kurdular ve binek hayvanlarına su verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz; `Bugün sevabı, oruçsuzlar götürdü’ buyurdu.” (Buhari, Müslim, Nesei)

3- Sahabilerden Hz. Cabir (Allah ondan razı olsun) diyor ki:

“Bir defasında Peygamber efendimiz bir yolculukta idi. Bir ara yol arkadaşlarından birinin etrafında diğerlerinin toplandığını ve kendisini gölge altına aldıklarını gördü. Peygamberimiz; `Nesi var?’ diye sorunca arkadaşları `Adam oruçlu’ diye cevap verdiler. Bunun üzérine;

`Yolculukta oruç tutmak, birr’in (iyi müslüman olmanın) ve ihsanın gereklerinden değildir.’ dedi.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei, Malik)

4- Sahabilerden Amr b. Umeyye Damerî (Allah ondan razı olsun) diyor ki:

“Bir yolculuk sonrasında Peygamberimizin yanma gitmiştim. Bana `Ya Ebu Umeyye, yemeğe kal’ dedi. Ben de kendisine `Ya Resulallah, ben oruçluyum’ diye cevap verdim. Bunun üzerine bana;

`O halde sana yolcunun durumu hakkında bilgi vereyim. Yüce Allah, yolcuyu oruç tutmaktan ve namazın yarısından muaf tutmuştur: şeklinde buyurdu.” (Nesei)

5- Abdullah b. Kaab b. Malık oğullarından sahabî Enes b. Malik’in (Allah ondan razı olsun) bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

“Yüce Allah, yolcudan namazın yarısını düşürdü, onu oruç tutmaktan da muaf tuttu. Ayrıca çocuklarına zarar geleceğinden korkan emzikli ve hamile kadınları da oruçtan muaf tuttu.” (Eshabu-s Sünen)

6- Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (Allah ondan razı olsun) diyor ki: “Çok oruç tutmakla tanınan (başka bir rivayete göre oruç tutmaya dayanıklı bir kimse olan) Hamza b. Amr Eslemî bir defasında Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) yolculuk sırasında oruç tutulup tutulmayacağını sordu. Peygamberimiz kendisine; `İstersen tut istersen tutma’ diye cevap verdi.”(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, Malik)

7- Sahabilerden Enes b. Malık (Allah ondan razı olsun) diyor ki:

“Bir defasında Peygamberimiz ile birlikte (yolculukta) idik. Kimimiz oruçlu,kimimiz ise oruçsuzduk. Ne oruçlular oruçsuzları ayıplıyor ve ne de oruçsuzlar oruçluları ayıplıyordu.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Malik)

8- Sahabilerden Ebu Derda (Allah ondan razı olsun) diyor ki:

“Bir defasında Ramazan ayının çok sıcak bir günü Peygamberimiz ile birlikte yolculuğa çıkmıştık. Öyle sıcak var ki, her birimiz sıcaktan korunmak için elini başına kapatıyordu. Aramızda Peygamberimiz ile Abdullah b. Revaha’dan başka hiç oruçlu yoktu.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud)

9- Muhammed b. Kaab diyor ki:

“Bir Ramazan ayında Enes b. Malik’i ziyaret etmeye gitmiştim. Bir yolculuğa çıkmak üzereydi. Binek hayvanı hazırlanmış, kendisi de yolculuk kıyafetini giymişti. Bu sırada yemek getirdi ve yedi. Kendisine; `Bu yaptığın sünnet midir?’ diye sordum. Bana; `Evet’ cevabını verdi, arkasından binek hayvanının sırtına atladı “·(Tirmizi)

10- Ubeyd b. Cubeyr diyor ki:

“Bir defasında Ramazan’da Peygamberimizin sahabilerinden Ebu Basra Gıfarî ile birlikte Fustad limanında demirlemiş bir gemide bulunuyorduk. Bir arayanımdan ayrıldı, az sonra önüne yemeğini getirdiler. Bana da; `yaklaş (buyur)’ dedi. Kendisine (mutfaklarında yemek pişirilmediği için bacaları tütmeyen) `evleri görmüyor musun?’ dedim. Bana; `Yoksa sen Peygamberimizin sünnetine yan mı çiziyorsun?’ diye cevap verdi. Arkasından yemek yemeye başladı, ben de onunla birlikte yedim.” (Ebu Davud)

11- Mansur-ı Kelbî diyor ki:

“Bir Ramazan ayında sahabilerden Dıhye b. Halife Dımeşk’e bağlı bir köyden Fustad’a bağlı Akabe köyü ile aynı uzaklıkta, yani üç mil mesafede bulunan bir köye doğru yola çıkmıştı. Yolda orucunu bozdu, kendisi ile birlikte bir çok yol arkadaşı da oruçlarını bozdu, fakat geride kalanlar bozmak istemediler. Dıhye, köyüne dönünce;

“Vallahi, bugün öyle bir olay gördüm ki, öyle bir şey göreceğimi hiç sanmazdım. Bazı adamlar Peygamberimizin ve O’nun sahabilerinin yolundan saptılar. Ya Rabbi, artık canımı al da huzuruna geleyim diye dua etti.”

Okuduğumuz bu hadisler tümü ile yolculukta hoşgörü ve kolaylık içinde oruç tutmama muafiyetinin benimsendiğine, bu muafiyete uymanın tercih edildiğine, özellikle son iki hadisin gösterdiği gibi bu kolaylıktan yararlanmak için yolculuğun sıkıntılı olmasının şart koşulmadığına işâret ediyorlar. Bu arada bu hadislerin sekizincisi, bir defasında sıkıntılı bir yolculukta sadece Peygamberimiz ile Abdullah b. Revaha’nın oruçlu olduklarını kanıtlıyor. Çünkü Peygamberimiz, zaman zaman bazı kendine özgü ibadetler yapardı ve bunlardan sahabileri muaf tutardı. Meselâ sürekli oruç tutmayı sahabilere yasakladığı halde kendisinin arasıra aralıksız oruç tuttuğu olmuştu. Sahabiler kendisine bunun sebebini sorduklarında şöyle buyurdu:

“Ben sizin gibi değilim. Ben sürekli oruçlu kalıyorum, ama Rabbim beni doyuruyor ve içiriyor.” (Buhari, Müslim)

Bu hadislerin birincisi, Peygamberimizin yolculukta orucunu bozduğunu ve oruçlarını bozmayan yol arkadaşlarından “Onlar asidirler, onlar asidirler” diye sözettiğini belgeliyor. Bu hadisin tarihi öbürlerinden daha sonradır, Mekke’nin fethedildiği yıl ile eş zamanlıdır. Buna göre bu hadis, öbürlerinden daha yeni olduğu gibi tercih edilen istikameti daha açık biçimde göstermektedir.

Bu değişik durumlar toplu olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuç şudur: Burada, her biri belirli bir yönlendirme gerektiren değişik pratik durumlar gözönüne alınıyor. Tek bir genel konu ile ilgili oldukları halde farklı yönlendirmeler içerdiklerini gördüğümüz her hadiste bu kural geçerlidir. Demek ki, Peygamber efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) müslümanları eğitiyor, olayların gelişimine göre tavır belirliyor ve hiçbir zaman donmuş kalıplara hapsolmuyordu.

Yolculuk sırasındaki oruç meselesinde zihnimizde beliren nihâi eğilim bu durumda oruç tutmamanın daha uygun olduğu ve bu muafiyetin yolculuğun fiilen sıkıntılı olması şartı ile sınırlı olmadığı şeklindedir. Hastalık durumunda oruç tutmama meselesine gelince, bu konuda fıkıh alimlerinin görüşlerinin dışında bir delile rastlamadım. Öyle anlaşılıyor ki, bu hüküm hastalık niteliğini taşıyan bütün durumlar için mutlak olarak geçerlidir; hastalığın türü, derecesi ve ağırlaşma tehlikesinin bulunup bulunmaması bu hükmü sınırlamaz. Yalnız, gerek yolculukta ve gerekse hastalık sırasında oruçsuz geçirilecek günlerin, daha sonra gününe gün kaza edilmeleri gerekir. İslâm alimleri arasında geçerli sayılan görüşe göre bu kaza oruçları kesintisiz olmak zorunda değildir, aralıklı olarak da tutulabilir.

Bu açıklamayı fıkıh tartışmalarının ayrıntılarına dalmak için yapmış değilim. Maksadım, ibadet amaçlı davranışlara yönelik bakış tarzı ile ilgili temel kuralı yerine oturtmak, bu davranışlar ile onlar tarafından uyandırılması gereken belirli bilinç hali arasındaki sıkı ilişkiyi vurgulamaktır. İbadet amaçlı davranışların başta gelen amacı, bu bilinç hali olduğu gibi, ibadeti yapan kimsenin davranışını yönlendirecek olan, onun duygu ve vicdanının eğitiminde, ibadeti iyi bir şekilde yapmasında ve pratik hayattaki davranışlarının arzu edilen niteliği taşımasında birinci dereceli dayanak noktası da bu bilinç halidir.

Bunun yanısıra diğer bir amaç da şudur: Bizim bu dini yüce Allah’ın iradesi doğrultusunda tam bir teslimiyet ve takva duygusu içinde hareket ederek, hükümlerin katî ya da ruhsatlı olup olmadığına bakmaksızın Allah’ın hikmetinden emin olmuş bir ruh hali ve sağlam bir bilincin kontrolünde benimsememiz gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Şimdi yukardaki ayetin devamını okuyalım:

“Oruca dayanamayanların (ancak zorlukla oruç tutabilenlerin) bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kim gönüllü olarak fazlasını verirse bu onun için daha bayırlıdır. Ayrıca eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”

Başlangıçta oruç tutma yükümlülüğü müslümanlara zor gelmişti. Oruç, Hicretin ikinci yılında ve cihadın farz kılınışından az önce farz kılınmıştı. Bunun için yüce Allah oruç tutamayanlara, ayetin ifadesi ile “ancak zorlukla oruç tutabilenlere” bu konuda kolaylık (ruhsat) tanımıştır. Bu kolaylık, tutamadığı günlere bedel olarak bir yoksulu doyurmak şartıyla tanınmıştır.

Arkasından böylelerini, yoksullara yemek verme konusunda bu zorunlu miktardan daha fazlasını yapmaya mutlak anlamlı bir ifade ile teşvik etmiştir. Yani bu fazladan yemek verme, hem fidye dışında tutulan bir bağış olarak hem de verilecek fidyenin miktarını fazla tutarak olabilir. Meselâ oruç tutulmayan her Ramazan günü karşılığında bir yoksul yerine iki, üç ya da daha çok sayıda yoksula yemek verilebilir. Ayetin o cümleciğini tekrarlıyoruz:

“Kim gönüllü olarak bundan daha fazlasını verirse bu onun için daha hayırlıdır.”

Daha sonra yolculuk ve hastalık dışında kalan bu muafiyetli durumlarda sıkıntılarına rağmen oruç tutmanın tercih edilmesi özendirilmiştir. Ayetin o cümleciğini de tekrarlayalım:

“Ayrıca eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”

Yani, “Eğer bu durumda oruç tutmanın içerdiği hayrı, yararı bilirseniz, takdir edebilirsiniz…”

Bu özendirici ifade orucun irade eğitimini sağlayıcı, dayanma gücünü geliştirici ve yüce Allah’a ibadet etmeyi şahsî rahata tercih ettirici fonksiyonuna dikkatimizi çekiyor ki, bunların hepsi İslâmî eğitimin müslümanlara kazandırmak istediği unsurlardır. Yine bu orucun, hastalar dışında kalan kimseler için taşıdığı sağlıkla ilgili avantajların oruç tutarken zorluk duyanlar için bile geçerli olduğuna da dikkatlerimizi çekmektedir.

Yorumu nasıl yapılırsa yapılsın, bu ilâhî direktif, sağlığı yerinde ve yolcu olmayan müslümanlardan oruç tutmayıp karşılığında fidye verme kolaylığının kaldırılmasına hazırlık ve mutlak anlamda oruç tutmanın farz olduğunu vurgulama özelliği taşır. Nitekim daha sonraki ayette bu husus belirtiliyor. Bu kolaylık hükmü, sadece orucun bitkin düşüreceği ve tutamadığı günleri ilerde kaza edebilecek bir duruma geleceği beklenmeyen aşırı yaşlılar için geçerli kalmıştır.

Nitekim İmam-ı Malik’in bildirdiğine göre sahabilerden Hz. Enes oruç tutamayacak derecede yaşlanınca oruç tutmayarak yerine fidye vermişti. Sahabilerden Abdullah b. Abbas (Allah onlardan razı olsun) bu konuda “Bu hüküm, yürürlükten kaldırılmadı (neshedilmedi). Oruç tutamayacak derecede yaşlanmış erkek ve kadınlar hakkında geçerlidir, böyleleri oruçsuz geçirdikleri her Ramazan günü yerine bir yoksulu doyururlar” diyor. İbn-i Ebu Leylâ da; “Bir Ramazan günü Ata’yı ziyaret ettim, yanına girdiğimde yemek yiyordu” dedikten sonra sözlerine şunları ekliyor; “Abdullah b. Abbas, bir sonraki ayetin, bu ayetin hükmünü yürürlükten kaldırdığını, bu durumda bu kolaylığın sadece aşırı yaşlılar için geçerliliğini sürdürdüğünü, bu tür yaşlıların istedikleri takdirde oruçsuz geçecek her günleri için bir yoksul doyurarak farz orucu tutmayabileceklerini söylemişti”. Şurası açıktır ki, “İçinizden kim o aya erişirse onu oruçla geçirsin” şeklindeki bir sonraki ayet, sağlığı yerinde ve yolcu olmayan kimseler için kolaylık hükmünün yürürlükte olmadığını kanıtlamaktadır.

Sağlığı yerinde ve yolcu olmayan kimseleri, bu farzı yerine getirmeye özendiren bir başka gerekçe de şudur: Bu oruç, içinde Kur’an-ı Kerim’in indirildiği ay olan Ramazan ayında tutulacaktır. Kur’an-ı Kerim’in Ramazan ayında indirilmesi de ya bu kitabın bu ayda inmeye başlaması veya büyük bir çoğunluğunun bu ayda inmiş olması anlamındadır. Oysa Kur’an, bu ölümsüz ümmeti karanlıktan aydınlığa çıkaran, ona bu orjinal yapısını kazandırmış, olan, onun endişe dolu hayatını güvene dönüştüren, yeryüzüne egemen olmasını sağlayan, daha önce bir hiç olduğu halde kendisine ümmet olmanın temel dayanaklarını bağışlayan bir kitaptır. O temel dayanaklar ki, eğer ortadan kalkarlarsa bu ümmet ne ümmet olarak kalabilir, ne yeryüzünde yeri olabilir ve ne de göklerde adı geçebilir. Kur’an-ı Kerim’in sağladığı bu nimetin gerektirdiği şükrün asgarî derecesi, bu kitabın indiği ayda oruç tutmaktır:

“Ramazan ayı ki, o ayda Kur’an, insanlara yol gösterici, doğru yolu belirtici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırdedici olarak indirildi. İçinizden kim bu aya erişirse onu oruçla geçirsin. Kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutsun.”

Az önce değindiğimiz gibi, aşırı yaşlı erkek ve kadınlar dışında kalan sağlıklı ve yolcu olmayan kimseler hakkında fidye vererek oruç tutmama kolaylığını yürürlükten kaldıran, emredici ayet, bu ayettir. Ayetin ilgili cümlesini tekrarlayalım:

“Kim bu aya erişirse onu oruçla geçirsin.”

Yani, “Kim yolcu olmayarak bu aya erişirse…” ya da “Kim bu ayın Hilâl’ini görürse…” Ramazan Hilâl’inin görüldüğünden başka bir yolla emin olan kimse Ramazan süresince oruç tutma zorunluluğu açısından tıpkı bu Hilâl’i gözüyle görmüş kimse gibidir.

Bu hüküm genel olduğu için, arkadan gelen cümlede hasta ve yolcu olanların bu hükmün dışında tutulacağı, bu genel hükümden müstesna oldukları belirtiliyor:

“Kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutsun.”

Ayetin devamında oruç farzını teşvik eden üçüncü bir gerekçe sunulmakta; bunun yansıra hem yükümlülüklerde ve hem de kolaylıklarda beliren ilâhî merhamet vurgulanmaktadır:

“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.”

Bu ilke, bu inanç sisteminin bütün yükümlülükleri için geçerli olan büyük bir kuraldır. Bu yükümlülükler kolaylık amacını gözetirler, zorluk taşımazlar. Bu inanç sistemi, kendisinden haz duyan kalplere hayatın tüm yönlerini kolay ve yumuşak tarafından almayı aşılar, müslümanın vicdanına zorlamaya ve karmaşıklığa yer vermeyen, kendine has bir sadelik, müsamahakârlık damgası basar. Bu sadelik ve kolaylık eşliğinde bütün yükümlülükler, bütün farzlar ve hayatın bütün yorucu faaliyetleri suyun akışı, ağaç fidanının büyümesi gibi rahatlık, güven ve hoşnutluk içinde yerine getirilir. Yine bu sadelik ve zorlamasızlık duygusu müslümanda, yüce Allah’ın rahmeti ve mümin kulları için zorluk değil, kolaylık dilediği gerçeği üzerine sürekli bir bilinç geliştirir.

Yolcuya ve hastaya Ramazan’dan sonraki günlerde eksik kalan günlerin orucunu tutma imkanı tanındı. Böylece zor duruma düşen bu kimselere Ramazan günlerini tamamlama fırsatı verilmiş oldu. Bu durumda onlar için sevap kaybı da sözkonusu değildir.

`Bu sayılı günleri tamamlayasınız diye..’

Bu şekildeki oruç, yüce Allah’ı tekbir etmeyi (O’nun ululuğunu dile getirmeyi) ve şükretmeyi gerektiren bir nimettir.

“Sizi doğru yola ilettiğinden dolayı kendisini tekbir etmenizi (ululuğunu dile getirmenizi) ister. Ola ki, O’na şükredersiniz.”

Bu farzın gayelerinden biri de budur. Yani müminlerin, yüce Allah tarafından kendilerine bağışlanmış olan hidayetin (doğru yol bilincinin) değerini takdir etmeleri, bilmeleri. Müminler kalplerinin günah işleme düşüncesinden ve organlarının bu günahları işlemekten uzak tutulduğu, aynı zamanda somut, gözle görülür derecede hidayet bilinci ile donanmış bulundukları oruç döneminde, diğer herhangi bir dönemden daha güçlü bir şekilde bu duyguyu içlerinde hissederek bu hidayet bağışına karşılık Allah’ın ululuğunu dile getirme, O’nun bu nimetine karşılık şükretme, bu ibadet yolu ile kalplerini O’nun dergâhına sığındırma ihtiyacını duyarlar. Oruçtan bahseden daha önceki ayetin sonunda buyurulduğu gibi, “Ola ki, Allah’tan sakınırlar, takva sahibi olurlar.”

İşte bedenlere ve ruhlara zor gibi gelen bu yükümlülüğün yansıttığı ilâhi nimet böylece meydana çıkıyor, onunla güdülen eğiticilik amacı, bu ümmetin gerçekleştirmek üzere ortaya çıkarıldığı büyük role hazırlama gayesi belirginleşiyor, bu büyük rolün takva güvencesi, ilâhî koruma ve vicdan duyarlılığı içinde yerine getirilmesinin yolu açılıyor.

Bu ayetler demetinin akışı içinde orucun süresi, yiyip içme ile yemekten ve içmekten kesilmenin başlangıç ve sonu ile ilgili hükümlerin ayrıntılarına geçilmeden önce insan psikolojisinin derinliklerine ve duygular aleminin gizliliklerine şaşırtıcı bir projektör yansıtıldığını görüyoruz. Oruç tutarken çekilen sıkıntının özlenen, sevimli ve eksiksiz karşılığını, yüce Allah tarafından hüsnü-kabul görmenin göstergesi olarak bekletilmeden gelen ödül ile karşılaşıyoruz. Söz konusu karşılığı ve ödülü yüce Allah’ın yakınlığını kazanmakta, O’nun kulun duasını kabul edişinde buluyoruz. Bu karşılığın ve bu ödülün müjdesini aşağıdaki nerdeyse ışık saçacak derecede parıltılı ve müşfik kelimeler tasvir ediyor:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.